Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

240 syf.
·
Puan vermedi
O Sizi Yok Etmesin, Siz Onu Yok Edin!
“Kaybetmenin benim için ne olduğunu o anda anlamıştım: Ortaya sürdüğüm, bütün hayalimdi!” (Sf. 117) Yazıma Nihal Yalaza Taluy çevirisiyle taçlandırılmış, ilk olarak 1866 yılında yayımlanan bu eserin ortaya çıkış hikayesini anlatarak başlamak istiyorum izninizle. Dostoyevski’nin karısını ve ardından kardeşini kaybettiği ve bunca acı yetmezmişçesine borca battığı, paraya çok ihtiyacının olduğu bir dönemde ansızın kurnaz yayımcı Stellovski beliriyor sahnede. Vereceği üç bin rubleye karşılık yazarın bütün kitaplarını üç ciltte yayınlamak hakkını satın almanın yanında bir de 1 Kasım 1866’dan önce hiçbir yerde çıkmamış bir roman teslim etmesini istiyor. Yayımcının tam da beklediği gibi, Dostoyevski 1 Aralık’tan önce teslim edemezse halihazırdaki ve gelecekteki bütün yapıtları üzerindeki hakkını kaybedecek, bunların hepsi dalavereci yayımcıya ait olacaktı. Gelin görün ki hepimizin kalbini kazanmış, adını edebiyat dünyasına altın harflerle yazdırabilmiş bu büyük yazar, böylesine ağır şartlara rağmen anlaşmayı kabul ediyor. O dönemde Suç ve Ceza’nın zaferini yaşayan, dillerden düşmeyen yazarın adı artık Turgenyev ve Tolstoy’un yanında anılmaya başlamıştı. Lakin diğer yandan teslim günü yaklaşmakta olan eserinin henüz ilk cümlesini dahi yazmamış olmanın sıkıntısı içindeyken Milyukov, yazarı ziyarete gelir. Dostoyevski ona kontratı gösterdiğinde dehşete kapılarak romanın epeyce ilerleyip ilerlemediğini sorar. Aldığı cevap ise çarpıcıdır: “Yazılmış tek satır yok.” Milyukov’un birkaç dostu toplayıp bölümleri aralarında paylaşarak elbirliğiyle yazma önerisine Dostoyevski, “Hiçbir vakit, başkasının yapıtına imzamı koymayacağım” diyerek karşı çıkar. Milyukov bunun üzerine romanı bir stenografa yazdırması önerisinde bulunur. Ve ilerde yazarın evleneceği Anna Grigoriyevna bu küçük stenografi işini yapmak üzere sahneye çıkar. Sonuç olarak imzalanan kontrat nedeniyle biraz aceleyle ve yeterince titizlik gösterilemeden yazılan, Stellovski’nin bütün çabalarına rağmen 1 Kasım’da teslim edilecek olan bu eser çıkıyor ortaya: Kumarbaz! “İşin özü şu ki, hayat özsuyunu, enerjisini, isyanını, cesaretini rulete adamış. Bir kumarbaz ama sıradan bir kumarbaz değil – Puşkin’in ‘Pinti Şövalye’si nasıl basit bir tacir değilse… Kendince bir şair o ama kendisinde var olan o şairlik öğesinden utanıyor, çünkü her ne kadar tehlikeyi göze alma gereksinimi kendi gözünde kendisine bir soyluluk kazandırsa da yüreğinin derinliklerinde bunun aşağılık bir iş olduğu duygusu var. Öykü, iki yıldan fazla bir süre boyunca kumarhanelerde rulet oynayan adamın öyküsü.” Diye anlatır yazar öyküsünü. Bir itiraf niteliği taşıyan eser Dostoyevski’nin en büyük tutkularından biri -belki de ikisi: Polina- üzerine yazılmıştır. Dostoyevski tam bir kumarbazdır. Karısı Anna Grigoriyevna’yı bırakıp Hamburg’a kumar oynamaya gidecek ve tüm parasını kaybettikten sonra ondan mektupla istediği parayı da hiç edecek derecede kumar tutkunudur! Ve bu nedenle bir kumarbazın duygularını, yaşadıklarını bütün canlılığıyla gözler önüne serebilmiştir. Kumar denilen bu illete paçayı kaptıran yazar, onun hayatını nasıl mahvettiğinin, bir makine gibi onu sürekli içine çektiğinin, dahası ondan kurtulması gerektiğinin farkındadır ama iradesini kullanabilmek hiç de kolay değildir. Ve bütün bu duyguları eşsiz dehası, üstün yeteneği ve tecrübesiyle yazıya dökebilmiştir. Neticede kimse kusursuz değildir. Bu da yazarımızın nazar boncuğu olsun diyelim. İnsan bağımlılığa bir kez kapıldı mı paçayı kurtarmak hiç de kolay olmuyor. Lakin bu konuya az sonra değinmeyi düşünüyorum. Şu an akışı bozmayalım ve eserimize dönelim dostlarım. Anlatıcı Aleksey İvanoviç, Rus generali Zagoryanski’nin maiyetinde özel öğretmenlik yapar ve onun üvey kızı Polina’ya aşıktır. Genç kız onun aşkından söz açmasına izin verir lakin bunu umursamaz. Adını yazarın eski metresi Polina Suslova’dan alan bu kadın karakterimiz aynı zamanda ondan izler de taşır. “’Kucakladım onu. Ellerini ayaklarını öpmeye başladım. Önünde diz çöktüm.’ Diye yazıyor Dostoyevski Kumarbaz’da. ‘Ayaklarımın dibine yığıldı, dizlerimi kucaklayıp sıkarak ve yüksek sesle hıçkırarak haykırdı: Seni yitirdim, biliyordum bunu…’ diye yazıyor Suslova günlüğünde.” (Henri Troyat, Dostoyevski, Sf. 278) Matmazel Blanche’a âşık olan General Zagoryanski onunla evlenebilmek için acil paraya ihtiyaç duyar. Matmazel Blanche ise general karısı olarak o çevreye yükselmenin ve paranın peşindedir. Bir de ona kalacak mirasın hesabıyla Polina’nın kalbini kazanmaya çalışan De Grieux’umuz vardır. Sizin de anlayacağınız üzere herkes mal varlığına göz diktikleri hasta Halanın ölüm haberini beklemektedir. Ve olaylar anlatıcı Aleksey İvanoviç ile Polina çevresinde dönmeye başlar. “Polina hayatında neyin değişeceğini sorduğu zaman, ‘param olunca farklı bir adam olacağım, hatta sizin için bile, bir köle olmayacağım’ der. Aleksey, sözüm ona Polina’yı kazanmak uğruna kumar oynamaya başlar ama sahici bir aşk arzusundan dolayı yapmaz bunu, bencilce bir ‘kendini olumlama’ gereksiniminden dolayı yapar. Polina onu suçlayıp ‘beni parayla satın alacağınıza güveniyorsunuz,’ dediği zaman karşı çıkar ama Polina tam üstüne basmıştır. ‘Beni olmasa da eminim ki saygımı parayla satın almayı düşünüyorsunuz.’ Polina ayrıca Grieux’nün aşk’ının da ilerde kadının kavuşacağı servet beklentisine bağlı olarak azalıp çoğaldığını şimdiden bilmektedir, kadının kendisine karşı duygularının da aynı nedene bağlı olarak yön değiştireceğini varsayan Aleksey’in bu düşüncesi de Polina’yı derinden yaralar.” (Çağının Bir Yazarı: Dostoyevski, Joseph Frank, Sf. 554) Gelelim asıl değinmek istediğim en can alıcı noktaya dostlarım: bağımlılıklara! Sigara, alkol, oyun, kumar… Adına ne derseniz deyin bağımlılığın her türlüsü insanın iradesine savrulmuş öldürücü bir darbe gibidir. Kontrolü kaybeder ve kendinizi ona teslim edersiniz. Hatta onun kölesi olursunuz. Bağımlılığınız dışındaki her şey anlamını yitirir. Sevdiğiniz insanlar birer birer silikleşir. Tek bir önceliğiniz vardır: bağımlılığınız! Kendinizi bile unutturur size! Kumarda kazanmak diye bir şey yoktur diye düşünüyorum. Daima kaybedersiniz. Bugün kazandığınızın yarın çok daha fazlasını kaybedersiniz. Parayı bir kenara bırakalım, zamanınızı kaybedersiniz. Ama kaybedersiniz dostlarım! “Daima olduğu gibi, onun da son meteliğine kadar kaybedeceğine kuşku yoktu.” (Sf. 85) Oyun… İnsanın bir ekrana kitlenip acımadan öldürdüğü o “zaman”, kanlar içinde avcundan kayıp giderken, katil olduğunun, dahası kendisinin katili olduğunun farkında mıdır acaba? Acımasızlık değil midir bu? Kendini yok etmek! Bulduğu her boşlukta oyuna sarılmak… Yemek gibi temel bir ihtiyacını, açlığını bile unutmak… “Siz çıldırdınız mı? Yaşamınızı öldürüyorsunuz! Kendinizi yok ediyorsunuz! Farkında değil misiniz?” diye bağırmak istiyorum aslında. Ama susuyorum. Muhtemelen farkındalar, tıpkı Dostoyevski gibi. Ama iradelerini kullanamıyor, paçayı kurtaramıyorlar. Bağımlılık onları zayıf düşürüyor. “Bugünkü halimin bütün iğrençliğini ne kadar iyi anladığımı bilseler, bana akıl hocalığı etmeye dilleri varmazdı. Bana bilmediğim, yeni ne söyleyebilirler? Zaten söyleseler de ne çıkar?” (Sf. 142) Sigara… Yoksunluk geldiği ve insanın canı sigara çektiği zaman her şey anlamını yitirir. Aklı bozuk plak gibi takılıp kalmıştır tek bir kelimeye: Sigara! İçene kadar huzur bulamaz. Hatta içmediği her an bir öfke dalgası yükselir içinde. Kimsenin “Keyif benim keyfim! Zararım kendime!” deme lüksü olduğunu da düşünmüyorum ki gözlemlerime dayanarak söylüyorum; bağımlılık bencilliği de beraberinde getiriyor. Zararı da kesinlikle sadece kendisine değil! Adı ne olursa olsun bağımlılığıyla kendisini sevenlere de zarar verir insan. Bağımlılık aciz bırakır! Güçsüz ve zayıf bir insan olmayı kim ister ki? Bir dal sigaranın yahut bir oyunun kölesi olup, buna karşı koyamamak! Belki de en doğru kelime: uyuşmaktır! Bağımlılık insanın zihnini uyuşturur! “Kendimi uyuşmuş, her yanımı yosunlar kaplamış gibi hissediyorum.” (Sf. 144) Bilhassa bağımlılığın insan üzerindeki etkisini, onu nasıl avcunun içine alıp kendisine köle yaptığını, onun hayatını nasıl mahvettiğini gözler önüne sermesi açısından önemli bulduğum, aynı zamanda yazarın yaşamının en gerçek dramlarından birini anlatan bu eseri herkesin okuması gerektiğine inanıyorum! Okuyalım ki, bir bağımlılığın Dostoyevski gibi iyi yürekli bir yazarı bile nasıl avucunun içine aldığını görelim ve adı ne olursa olsun bütün bağımlılıklardan uzak duralım! İradenize sımsıkı sarılın ve sizi zayıflatan, aciz bir insana dönüştüren ve hayatınızı avuçlarınızdan çekip alan bu bağımlılığın karşısında durun! Ondan kurtulun. O sizi yok etmesin! Siz onu yok edin! “Kumarbaz’ın basit bir biyografi olarak okunmaması gerekir ama Dostoyevski’nin kendi kumar bağımlılığını kendi kendisine karşı nasıl akladığıyla ilgili bir fikir edinmemize de izin verir. Bu açıdan bakınca bu yapıt hem kendini mahkûm etme hem de bir savunma olarak görülebilir.” (Çağının Bir Yazarı: Dostoyevski, Joseph Frank, Sf. 560) Yazarın hayatındaki en büyük dramlardan birini yansıtan eserden inciler: “... insanların ömrü zaten birbirlerinden bir şeyler koparabilmek için didişmekle geçiyor.” (Sf. 15) “Siz, galiba ruleti biricik çareniz, can kurtaranınız sayıyorsunuz…” (Sf. 19) “Onun yanında olmaktan, saçtığı ışık altında ömrümün sonuna kadar kalmaktan başka arzum yoktu. Ötesini düşünemiyordum.” (Sf. 86) “Her meteliğin üstüne titrenen basit, çıkarcı bir çevrede yaşıyordum.” (Sf. 133)
Kumarbaz
KumarbazFyodor Dostoyevski · Varlık Yayınları · 197368,3bin okunma
·
131 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.