Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, o zamanda Hristiyanların lideri durumunda bulunan Heraklius’a mektup yazarak onu ve ona tâbi olanları Müslüman olmaya dâvet etmiş ve mektubuna Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 64’ü de yazmıştır. Mektup, o anda Kudüs topraklarında bulunan Heraklius’a ulaştığında, ticaret için orada bulunan ve henüz Müslüman olmamış olan Ebû Süfyan ve arkadaşlarıyla Heraklius arasında bir görüşme meydana gelmiştir. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, bu olayı şöyle anlatır: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Rûm Kayser’ini İslâm’a çağır­mak üzere ona mektup yazdı. Mektubunu Kayser’e Dıhye el-Kelbî’nin beraberinde yolladı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Dıhye’ye, Busrâ halkı bü­yüğünün, Kayser’e sunması için mektubu, Busrâ halkı büyüğüne ver­mesini emretti. Kayser ise, Allah’u Teâlâ onunla Fars ordularını bozguna uğrattığı za­man, Allah’ın kendisine in’âm ettiği bu büyük zafere şükür olmak üzere, Hınıs’tan İliyâ’ya (Beytü’l-Makdis’e) kadar gelmiş idi. Kayser İliyâ’da iken Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mektubu kendisine ulaştığı zaman, mektubu okuduğunda adamlarına: - Bana burada o adamın kavminden bir adam arayın, ben on­lara Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den suâller sorayım! dedi. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle dedi: Bana Ebû Sufyan haber verdi ki, kendisi Kureyşlilerin, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ile yaptıkları Hudeybiye antlaşmasının yürürlükte olduğu bir dönemde, ticaret maksadıyla Şam topraklarında bulunuyormuş. Ebû Süfyan dedi ki: Akabinde Kayser’in elçisi bizleri Şam’ın bir ye­rinde buldu. Ben ve arkadaşlarım götürüldük. Nihâyet İliyâ beldesi­ne geldik. Kayser’in huzuruna girdirildik. Bir de gördük ki Heraklius, başında tâc olduğu halde, hükümdarlık tahtında oturmuş, etrafında Rûm büyükleri vardı. Heraklius tercümana: - Peygamber olduğunu söyleyen şu zâta, nesep bakımından en yakın hangisidir? Onlara sor, dedi. Ebû Süfyan dedi ki: - Ona soy bakımından en yakın olan be­nim, dedim. Heraklius: - Onunla senin arandaki yakınlık nedir? dedi. - O benim amcamın oğludur, dedim. O gün o kâfilenin içinde benden başka Abdumenâf oğullarından kimse yoktu. Heraklius: - Onu bana yaklaştırın, dedi ve arkadaşlarımla ilgili emri de verdi. Arkadaşlarımı benim omuzumun yanına sırtımın arka tarafına oturttular. Sonra Heraklius, tercümanına: - Bunun arkadaşlarına söyle: - Ben, Peygamber olduğunu söyle­yen o zât hakkında bu adamdan bâzı şeyler soracağım. Eğer bu bana yalan söylerse, sizler onu yalanlayın! dedi. Ebû Süfyan dedi ki: - Vallâhi! O gün arkadaşlarımın benden çıkacak yalanı söylemelerinden çekinmeseydim, Resûlullah’ın hakkında yalan uydururdum. Bu sebeple Heraklius ne sordu ise, doğru söyledim. Sonra Heraklius tercümana: - Peygamber olduğunu söyleyen o zâta, sizin içinizde onun nesebi nasıldır? Diye sor, dedi. Ben: - İçimizde O büyük bir neseb sahibidir, dedim. - İçinizde, ondan önce bu sözü söylemiş (Peygamberlik iddia etmiş) olan bir kimse var mıydı? dedi. - Hayır, dedim. - Bu Peygamberlik iddiasından önce, onu hiç yalancılıkla suçladığınız oldu mu? dedi. - Hayır, dedim. - Babalarının içinde bir kral var mıydı? dedi. - Hayır, dedim. - Ona tâbi olanlar, halkın ileri gelenleri mi yoksa zayıfları mıdır? dedi. - Halkın zayıfları daha çok tâbi oluyorlar, dedim. - Ona tâbi olanlar artıyor mu yoksa eksiliyor mu? dedi. - Artıyorlar, dedim. - İçlerinde onun dînine girdikten sonra, dînini beğenmemezlikten dolayı dinden çıkan var mı? dedi. - Hayır, yoktur dedim. - Hiç ahdinden döndüğü oluyor mu? dedi. - Hayır, ancak şu anda onunla belli bir süreye kadar bir barış antlaşması içindeyiz; ahdini bozmasından korkuyoruz, dedim. Ebû Süfyan dedi ki: Kayser ile olan bu mükâlemede bana, içine bir şey girdirip de onunla Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şânını eksilteceğim bir söz söylemek mümkün olmadı. Benden, bundan başkasının nakledilme­sinden korkmuyorum. Heraklius bana: - Onunla hiç savaştınız mı? yahut o sizinle savaştı mı? dedi. - Evet, savaştık, dedim. - Savaşlarınız nasıl sonuçlandı? dedi. - Aramızdaki savaşlar nöbetleşe geçti. Bâzen o bizi yenilgiye uğratıyor, bâzen de biz onu, dedim. - O sizlere ne emrediyor? dedi. - O bizlere, yalnız Allah’a ibâdet edin. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Babalarımızın ibâdet ettikleri putlardan bizleri nehyediyor ve bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, iffetli olmayı, ahde vefâ etmeyi ve emâneti yerine getirmeyi emrediyor, dedim. Bu sözlerden sonra Heraklius, tercümanına dedi ki: - Bu adama şunları söyle: Ben sana içinizde onun nesebini sordum, Onun yüksek nesep sahibi olduğunu söyledin. Peygamberler de işte böyle kavimlerinin yüksek nesep sahipleri içinden gönderilirler. İçinizden daha önce bu Peygamberlik iddiasını söyleyen herhangi bir kimse oldu mu? dedim. - Hayır, dedin. Ondan ev­vel bu iddiada bulunmuş bir kimse olsaydı bu kimse, daha önce ortaya konan bir iddiaya uyup taklite kalkışan bir kimsedir, diye düşünürdüm. Peygamberlik iddiasından önce, onu hiç yalancılıkla suçladığınız oldu mu? dedim. - Hayır, dedin. Ben de kesin sûrette bildim ki, insanlara karşı yalan söylememiş bir kimse, sonradan Allah’a karşı yalan söylemeyeceği muhakkaktır. Babaları içinde bir kral var mıdır? diye sordum. - Hayır, dedin. Eğer ataları içinde bir kral bulunmuş olsaydı, bu da babasının iktidarını geri almaya çalışan bir kimsedir, derdim. Ona halkın ileri gelenleri mi yoksa zayıfları mı tâbi oluyor? diye sordum. - Ona insanların zayıflarının tâbi olduğunu söyle­din. Zâten Peygamberlere ilk olarak bunlar tâbi olurlar. Ona tâbi olanlar artıyor mu eksiliyor mu? diye sordum. - Onların arttığını söyledin. İşte îman meselesi böyle­dir. Tamamlanıncaya kadar bu şekilde devam eder. İçlerinde onun dînine girdikten sonra dîni beğenmeyerek ondan çıkanlar var mı? diye sordum. - Hayır, dedin. Îmanın lezzeti kalbe işleyince işte böyle olur. Hiç ahdinden döner mi? diye sordum. - Hayır, dedin. İşte Peygamberler böyledir. Onlar ahidlerinden dönmezler. Onunla hiç savaştınız mı? Ve o sizinle savaştı mı? diye sordum. Savaştığınızı ve bu savaşların nöbetleşe geçtiğini, bâzen onun size gâlip geldiğini bazen de sizin ona gâlip geldiğinizi söyledin. Zâten Peygamberler hep böyledir, onlar belâlara uğ­ratılırlar; ama sonra da güzel âkıbet onların olur. Size ne emrediyor? diye sordum. - Yalnız Allah’a ibâdet etmenizi ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı emrettiğini, babalarınızın ibâdet ettiği putlardan sizi nehyettiğini, yine size namaz kılmayı, zekât vermeyi, iffetli olmayı, ahde vefâ etmeyi, emâneti yerine getirmeyi emrettiğini söyledin. Heraklius dedi ki: - İşte bu söylediklerin Peygamberin sıfatlarıdır. Ben böyle birinin çıkacağını çok iyi biliyordum. Fakat bunun, si­zin aranızdan çıkacağını sanmıyordum. Eğer bu dediklerin doğruysa, şu ayaklarımın bastığı yerlere de bir gün sa­hip olacaktır. Onun yanına ulaşabileceğimi ümit eder olsaydım, onunla buluşmak için elbette her türlü zahmete katlanırdım. Onun yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım. Ebû Süfyan dedi ki: Bundan sonra Heraklius, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mektubunu istedi. Mektup okundu. Mektubun içinde şunların yazıl­mış olduğunu gördük: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ مِنْ مُحَمَّدٍ عَبْدِ اللّٰهِ وَرَسُولِهِ إِلَى هِرَقْلَ عَظِيمِ الرُّومِ سَلَامٌ عَلَى مَنْ اتَّبَعَ الْهُدَى أَمَّا بَعْدُ فَإِنِّي أَدْعُوكَ بِدِعَايَةِ الْإِسْلَامِ أَسْلِمْ تَسْلَمْ يُؤْتِكَ اللّٰهُ أَجْرَكَ مَرَّتَيْنِ فَإِنْ تَوَلَّيْتَ فَإِنَّ عَلَيْكَ إِثْمَ الْأَرِيسِيِّينَ وَ {يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَى كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَنْ لَا نَعْبُدَ إِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ} (خ عن ابن عباس) Bismillâhirrahmânirrahîm. Allah’u Teâlâ’nın kulu ve Peygamberi Muhammed’den, Rumların lideri Heraklius’e. Allah’ın selâmı hidâyete tâbi olanlara olsun.[2] Mesele şu ki, seni İslâm dâveti ile dâvet ediyorum. Müslüman ol ki kurtuluşa eresin. Ve Allah’u Teâlâ sana iki kat mükâfat versin. Eğer kabul etmezsen sana tâbi olanların günahı da senin boynundadır. ″Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin. Şöyle ki, Allah’tan başkasına ibâdet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’u Teâlâ’dan başka bâzımız bâzımızı Rabb edinmesin. Eğer yüz çevirirlerse, deyin ki: ″Şâhit olun, muhakkak biz Müslümanlarız!″[3] Ebû Süfyan dedi ki: - Heraklius, sözünü bitirip mektup okununca, etrafında bulunan Rûm büyüklerinin sesleri yükseldi ve gürültüleri çoğaldı. Ben onla­rın ne dediklerini bilemiyorum. Bizimle ilgili emir verildi de bizler dışarı çıkarıldık. Arkadaşlarımla beraber dışarı çıkıp da yalnız ka­lınca, yanımdakilere: - İbn-u Ebî Kebşe’nin (Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in) işi hakikaten aza­met peyda etti. Bu Benî Esfer’in Meliki ondan korkuyor, dedim. Ebû Süfyan dedi ki: ″Vallâhi! O günden itibaren, sonunda onun gâlip geleceğini kesinlikle anlamıştım. Nihâyet isteksiz olduğum halde Allah’u Teâlâ benim de kalbime İslâm’ı girdirdi.″
·
87 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.