Gönderi

"Adso," dedi William, "bir gizemi çözmek, ilk önermelerden çıkarsama yapmaya benzemez. Sonradan genel bir yasa çıkarmak için birçok özel veri toplamakla da aynı şey değildir. Daha çok, kendini görünürde ortak hiçbir yanları olmayan bir ya da iki ya da üç özel veri karşısında bulmak ve bunların henüz bilmediğin, belki de hiçbir zaman ortaya atılmamış genel bir yasanın birçok durumu olup olmadıklarını tasarlamaya çalışmaktır. Kuşkusuz, filozofun dediği gibi, insanın, atın ve katırın, tümünün de safrasız hayvanların uzun yaşadıkları ilkesini ortaya atabilirsin. Ama boynuzlu hayvanları düşün. Niçin boynuzları vardır? Birden, boynuzları olan tüm hayvanların üst çenelerinde diş olmadığının bilincine varırsın. Ne yazık ki üst çenelerinde dişleri olmamasına karşın, boynuzları olmayan hayvanların da var olduğunun farkına varmasaydın, güzel bir buluş olurdu bu, örneğin, deve. Sonunda, üst çenesinde dişleri olmayan bütün hayvanların iki mideleri olduğunun bilincine varırsın. Güzel; yeterince dişleri olmayanın iyi çiğnemeyeceğini, bu nedenle de besinleri daha iyi sindirmek için iki mideye gereksinimi olacağını tasarlayabilirsin. Peki ama boynuzlar ne olacak? O zaman boynuzlar için maddesel bir neden tasarlamaya çalışırsın, diyelim ki, dişlerin eksikliği; bu da hayvana bir yerden uç vermesi gereken artı bir kemikli madde sağlar. Ama bu yeterli bir açıklama mıdır? Hayır, çünkü devenin üst dişleri yoktur, iki midesi vardır, ama boynuzları yoktur. O zaman, son bir neden daha tasarlamak zorundasın. Kemik maddesi, yalnızca başka savunma araçları olmayan hayvanlarda boynuz biçiminde dışarı çıkar. Oysa devenin çok sert bir derisi vardır, boynuzlara da gereksinimi yoktur. O zaman yasa şöyle olabilir..." "Boynuzların bu işle ne ilgisi var?" diye sordum sabırsızlıkla. "Hem boynuzlu hayvanlarla niçin uğraşıyorsunuz?" "Ben hiç uğraşmadım onlarla, ama Lincoln piskoposu, Aristoteles'in bir fikrinden yola çıkarak çok uğraştı boynuzlarla. Açık yüreklilikle söylemek gerekirse, vardığı sonuçların doğru olup olmadıklarını bilmiyorum, devenin dişlerinin nerede olduğunu ve kaç midesi olduğunu da kontrol etmedim; bunları sana, doğal olguları açıklayan yasaların araştırılmasının çetin yollardan geçtiğini anlatmak için söyledim. Bazı açıklanamayan olaylar karşısında, birçok genel yasa tasarlamayı denemek zorundasın, ama gene de uğraştığın olgularla bu yasalar arasındaki bağı göremezsin hâlâ; sonra birden, bir sonuçla, bir durumla bir yasa arasındaki beklenmedik bir bağ, ötekilerden daha inandırıcı görünen bir yargı yürütmeye götürür seni. Bunu bütün benzer durumlara uygulamayı, kestirimlerde bulunmak için kullanmayı denersin ve sezginin doğru olduğunu görürsün. Ama sonuca varıncaya dek, yargı yürütmene hangi yüklemleri katıp hangilerini çıkaracağını hiçbir zaman bilemezsin. Benim şimdi yaptığım da bu. Birbirlerinden kopuk birçok ögeleri sıralıyor, sonra da varsayımlar kurmaya çalışıyorum. Ama daha birçok varsayım kurmalıyım; bunların çoğu öylesine saçmadır ki, sana söylemekten utanırım. Bak, Brunellus adındaki şu at konusunda, izleri görünce birbirlerini tamamlayan ve birbirleriyle çelişen birçok varsayım yaptım: Kaçan bir at olabilirdi bu at; Başrahip bu güzel ata binip yamaçtan inmiş olabilirdi; kardaki izleri Brunellus adında bir at, çalılıktaki yelelerden kalma izleri de, bir gün önce Favellus adında bir başka at bırakmış olabilirdi; dallar da insanlar tarafından kırılmış olabilirdi. Kilerciyle hizmetçilerin telaş içinde atı aradıklarını görünceye değin hangi varsayımın doğru olduğunu bilmiyordum. Sonra Brunellus varsayımının biricik doğru varsayım olduğunu anladım ve rahiplere beklenmedik sorular yönelterek bunun doğruluğunu kanıtlamaya çalıştım. Haklı çıktım, ama yanılmış da olabilirdim; onlar benim akıllı olduğuma inandılar, çünkü kazanmıştım, ama kaybettiğim için aptal olduğum birçok durumu bilmiyorlardı; haklı çıkmamdan birkaç saniye önce yanılmadığımdan emin olmadığımı da bilmiyorlardı. Şimdi manastırdaki olaylarla ilgili birçok güzel varsayımım var, ama bunların hangisinin en iyi olduğunu söyleyebilmemi sağlayacak açık bir olgu yok elimde. Bu durumda, sonradan aptal durumuna düşmektense, şimdi zeki görünmekten vazgeçiyorum. Şimdi bırak da biraz daha düşüneyim, hiç olmazsa yarına kadar." O anda üstadımın nasıl bir yargı yürüttüğünü anladım; bu bana filozofunkinden farklı göründü, çünkü o, ilk önermelerden yola çıkarak yargı yürütüyordu; böylece de zekâsı neredeyse tanrısal usun niteliklerine bürünüyordu. William'ın bir yanıt alamayınca, kendisine birbirinden çok değişik birçok yanıt önerdiğini anladım. Şaşıp kaldım. "Ama öyleyse," diye fikir yürütme yürekliliğini gösterdim, "henüz çözümden uzaksınız..." "Çok yakınım," dedi William, "ama hangisine yakın olduğumu bilmiyorum." "Öyleyse sorularınızın tek bir yanıtı yok." “Olsaydı, Paris'te tanrı bilim okuturdum, Adso." "Paris'te her zaman doğru yanıtı buluyorlar mı?" "Hiçbir zaman," dedi William, "ama yanlışlarından çok eminler." "Ya siz?" dedim çocukça bir küstahlıkla. "Hiç yanlış yapmaz mısınız?" "Sık sık," diye yanıtladı. "Ama yalnızca bir yanlıştansa, birçok yanlış tasarlıyorum, böylece de hiçbir yanlışın tutsağı olmuyorum." Bana öyle geldi ki, William nesneyle us arasındaki bir uyumdan başka bir şey olmayan gerçekle ilgilenmiyordu. Tersine, ne kadar çok olasılığın olası olduğunu tasarlayarak eğleniyordu. O anda, itiraf ederim, üstadım hayal kırıklığına uğrattı beni: "Sorgucunun geldiği iyi oldu," diye düşünmekten kendimi alamadım. Bernardo Gui'yi esinleyen gerçek susuzluğundan yanaydım ben.
Sayfa 425 - Can Sanat Yayınları, 36. baskı, Çev. Şadan KaradenizKitabı okudu
·
466 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.