Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1724 syf.
10/10 puan verdi
Sefiller ve Ahlaki Gelişim Kuramı
Bugün belki de hayatımda en yavaş okuduğum kitabı, Sefiller’I bitirdiğim gün. Neredeyse iki yıl süren Sefiller okuma serüvenim, kitabı daha da benliğime yedirmeme sebep oldu diyebilirim. Kitabı yavaş okuma nedenim kitabın akıcılığı veya hikayenin yavaşlığından değildi kuşkusuz. Sefiller hayatımın iki farklı evresine ve hayat akışımdaki değişim ve dönüşümün tam ortasına tekabül ederek kozamı tamamlayan bir yaprakmışçasına beni çevreledi. Her zaman okumasam da oradaydı, aklımda ve kalbimdeydi. Kendim için okumayı bırakıp gömüldüğüm dönem hep içimde bir ukte olarak bir köşede okunmayı beklerdi. Bugün neredeyse tek solukta okuduğum iki yüz sayfayla bu kitabı eminim ki bir daha açacağım üzere kapattım. Beni en etkileyen ve hayatımdan asla çıkmayacak, hayatıma dokunmuş güçlü kitapların belki de başında her daim bu 15-20 seneyi kapsayan kitabı anacağım. “Romantik bir kitabı daha da romantize ederek nasıl okumayı başarıyorsun.” Onurun bu yorumu bu kitapla ilişkimi ve daha pek çok şeyi açıklar nitelikte. İyilik ve kötülük, suçlu ve kanun, saflık ve kurnazlık, devrim ve krallık, burjuvalar ve parya… Sefil kimdir? Sefilliğin toplumsal inşasında parmağı olan koca bir toplumdur Sefil. Victor Hugo’nun toplumsal inşacı bir yönden yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Suçlunun, aykırının ve serserinin “kanun” tarafından nasıl inşa edildiğinin yanında toplumun bu örüntüye nasıl sıkıca bağlı kalırken kendini gerçekleştiren kehaneti hayata geçirdiğinin bir örneğidir Jean Valjean. Öte yandan M. Bienvenu yeni bir kehanet başlatır, iyiliğin kehaneti. İyiliğin kehaneti yalnızca kendini gerçekleştirmez, insanları dehşete düşürürken görebilene el verir, bulaşıcıdır. İyi nedir, nefsi aşkın bir biçimde iyi olunabilir mi, olunmalı mıdır? Victor Hugo’nun tesadüflerinin de etkisiyle özgecil iyiliğin her daim genel iyi oluşu getirdiği söylenebilir kitap bazında. Gerçeğe vurulduğunda ise bu daha büyük bir felsefi tartışma getirirken yine de insan iyiliğin kehanetine inanma ihtiyacı hissediyor insan, bu da insanın umuda olan yatkınlığıyla ilgilidir diye düşündürtüyor. İnsan ekmeksiz yaşayamaz ama insan umutsuz da yaşayamaz. Umudun çalınması, ekmek çalmaktan çok daha büyük bir suçtur. Bir de suç, suçlu ve yargı meselesi var, burada da Javert’i görüyoruz. “Suçlu” geleneksel bir tanımla kanuna karşı bir suç işleyen kimseyken kanunun tanımı salt sırt yaslanabilecek bir şey midir? Kralın veya cumhuriyetin kanunu birbirine silah çekip şiddet tekelini ele geçirmeyi bekler. Biri yargıyı ve kanunu tek elinde tutarken diğeri kanun önünde eşit yargılanma hakkına bel bağlar. İyi işlemediğinde ise ikisinde de kendini “kanun” sayan polisi görürüz ki bu da kanuna varamadan yargıyı getirir, tehlikelidir. Javert kanunu kendi benliğinde eritmesiyle idealist bir profil çizer. O “trolley problem”de kolu çekmeyen kişidir, çünkü tramvayın güzergahı bellidir, güzergahından hiçbir nedenle çıkmamalıdır yoksa bütün bir tramvay sistemi çöker. Aynı zamanda Javert Kohlberg’in ahlak gelişimi kuramı çerçevesinde de incelenmesi gereken bir karakter örneğidir. Javert için kırılma noktası devrim sırasında Jean Valjean’ın onu öldürmeyip kaçmasına yardımcı olması olmuştur. Bu kırılma öncesinde pek çok insan gibi Javert’in “conventional morality” kategorisine ait olduğunu görürüz. Conventional morality insanların büyük bir çoğunluğunun ergenlikten ölüme kadar dahil olduğu kanun ve kamu düzenini temel alan ahlaki kategoridir. Kişinin otoriteye ve toplumsal hierarşiye bağlılığı önceden belirlenmiş katı kurallar üzerinden sağlanırken iyi ve kötü de bu çerçevede değerlendirilir. Var olan toplumsal düzenin sağlanması en önemli koşuldur. İyilik, otoriteye ve kurallara bağlılık ve de kişinin görev tanımlarını yerine getirmesi üzerinden tanımlanır. Çoğu insan kişisel gelişimi noktasında bu evrede kalır ki kitapta insanların cezasını çekmiş de olsa bir kürek mahkumunu yargılamaya ve dışlamaya devam etmeleri de bu ahlaki evrede görülen bir davranıştır. Javert, Jean Valjean tarafından salındığı noktada karşılıksız yapılan bu iyilik tarafından afallar, nitekim sonraki karşılaşmalarında iyiliğinin karşılığını verir, şimdiye kadar onun için “iyilik” karşılıksız veya kanundan bağımsız yapılan bir eylem olmamıştır. Hepsinin ötesinde bu onu büyük bir rol karmaşasına da iter lakin iyiliği bütün benliğini üzerine kurduğu kanun ve “kanun adamlığı” rollerine aykırı düşmektedir. Bu noktada “postconventional morality” ye geçişten söz edebiliriz ki benim için kitaptaki en büyük çatışmaların kaynağı bu conventional ve postconventional morality arasındaki çekişmeydi ve bence bu çekişme cumhuriyetçiler ve kralcılar arasında da çatışmayı getiren çelişkinin temelinde yatıyor. “Postconventional morality” kanunlar üstü bir ahlak algısının kapılarını aralar. Beşinci evre toplumsal sözleşme ve bireysel hakları baz alırken kanunlara bu görelilik çerçevesinde yaklaşır. Dogmatik bir kanun anlayışından farklı olarak toplumdaki bireylerin farklı değer ve yargılarının ortak bir zemin üzerinden kanuna zemin hazırlaması gerektiğini savunur. İyilik, yapısal olarak anlaşılan kanun üzerinden değil bireysel değerler bazında yargılanır. Toplumsal anlaşma iyiliğin değerlendirilmesine ve yargılanmasına bir baz sağlamakla birlikte toplumsal fayda göz önüne alınarak rasyonel değerlendirmeler sonucunda yasanın değiştirilebilirliği temeline dayanır. “Liberte, egalite, fraternite”… Altıncı ve son evrede ise Kohlberg içselleştirilmiş etik ve adalet prensibinden bahseder ve onu kanun ve kurallar bütününün üzerine konumlandırır. Bu evreye Kohlberg “evrensel prensipler” ismini layık görür. İyilik veya haklılık bu evrede vicdanın kararı ile tanımlanmıştır. İyilik kehaneti fikrimce sırtını bu evreye dayar. Bütün bu çatışmalar karakterlerin yalnızca iç dünyalarında değil Paris’in sokaklarında yankılanır. Sınıfsal kimlikler ve politik kimlikler ahlaki gelişim evreleriyle çalkalanarak sürekli daha da derinleşerek çeşitli kırılmalarla patlak verir. Victor Hugo’nun taraflılığı ise bize bu karmaşanın içerisinde tanrısal bir şekilde yol gösterir. Kitapta kötüler Paris kanalizasyonlarından daha derin ve karanlık balçık çukurları olarak tasvir edilirken her hareketleri mide bulandırır fakat neyse ki romantizm tesadüfleri sever, kötüler bir şekilde istemeden de olsa aydınlığa yol açabilir. Kitabın bir de şöyle büyüleyici bir yanı oldu benim için; yavaş yavaş okuduğum için devrim sahnesi ve Enjolras’ın barikatlardaki konuşması belki de hayatımın en ihtiyaç duyduğum anında beni yüreklendirdi. Sefiller okurken bile ister istemez insan Türkiye ile karşılaştırıyor, beynim beni Türkiye üzerinden toplumsal olayları okumaya itiyor zaman zaman. Victor Hugo’nun pek çok araya girmesinde tüylerimi diken diken eden ve beni yüreklendiren bölümler kuşkusuz oldu ama bende en çok etkiyi bırakan Türkiye için “ölüm kalım” seçimine bu kadar yakın, gündemin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde Enjolras’ın konuşması oldu (s. 535-538). Enjolras adeta bana bu “korku cumhuriyetinde” örgütlenmekten, adım atmaktan, sesimizi duyurmaktan yıllardır korkutulduğumuz karanlığın içinde karabinasını uzatıp sıcak ama bir o kadar da kendinden emin bir halde selam vermiş gibi hissettim. Ben de yarattığı coşkuyu gerçekten tanımlamak çok zor. Bir şekilde geleceğe dair umudun yanında neden ölmek pahasına düşünceler savunulur sorusunun cevabını vermiş gibi hissettim. Sanki kitabı uzun uzadıya okuma nedenim o bölümü o anda okumam gerektiği içinmiş. Özetle gerçekten hayatımın neredeyse iki yılında sindire sindire okuduğum büyürken beni büyüten bu kitap bittiği için üzgünüm. Son 20 sayfasından başlayarak beni uzunca bir süre ağlatan bu kitaba bir o kadar da minnettarım. Yeri bende her zaman bambaşka olacak. Enjolras’ın konuşması her daim kulaklarımda, Jean Valjean’ın dokunuşu her daim kalbimde olacak.
Sefiller (2 Cilt Takım)
Sefiller (2 Cilt Takım)Victor Hugo · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202187,5bin okunma
·
111 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.