Gönderi

192 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 10 hours
Yaşar Kemal sonrası direkt Yılmaz Güney kitaplarına ve kitaplaştırılmış senaryolarına geçecektim ancak şöyle iyi bir Yılmaz Güney incelemesi okuyarak başlamadan da geçemedim. İşte bu süreçte bu kitabı okumak çok daha iyi oldu. Beklenen bir filmin fragmanı şeklinde değerlendirebiliriz. Fragmandan sonra neler hissettiğimizi de ayrı ayrı değerlendireceğiz. En baştan söyleyebilirim ki bu araştırma, anı, biyografi olarak değerlendiğim kitabın her bölümünün ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Giriş bölümünden kitabı ele alalım istiyorum. Onun mezarıyla başlıyoruz yani sondan bir başlangıç oluyor bizim için. Her zaman söylediğimiz gibi, yurt dışına bu ülkenin kimliğini taşıyarak çıkıyorsan Türk ve Müslüman olarak değerlendirilirsin. İçeride ne olduğun dışarıda kimseyi bağlamaz. İşte bu Türk ve Müslüman Yılmaz Güney’in mezarı da Pere Lachaise’de yani Fransa Paris’te, Müslümanların yattığı kısımda. Yine bu bölümde Yargıç Sefa Mutlu üzerine yorumlar ve gazete haberleri eklenmiş. Aynı zamanda bu kısım dikkatle okunması gereken kısımlardan biri çünkü yazarın ki bir bakış açısı, mahkemeye verilen ifade ile şahitlerin söyledikleri çok daha farklı. Burada yaşanan faili belirsiz cinayetler de yine bu işte önemli sıkıntılar olarak karşımıza çıkıyor. Yani merak uyandırıcı bir durum mevcut. Yeni bölüme geçtiğimizde ise onun çocukluğuna iniyoruz. Hamit Pütün ismini okuyoruz ki kendisi aynı zamanda Yılmaz Güney’in babası. Tabii Güney soyadı çok sonra veriliyor kendisine ve bu süreçte ben de yazar gibi kafa karışıklığı olmasın diye Yılmaz Bütün yerine Yılmaz Güney diyorum. O zamanda özellikle rahmetli annesinin (Güllü Hanım) çektikleri ve yaşadıkları ise beni çok üzdü. Başlarda bu kitabı biyografi olarak saymamamın bir sebebi ise işte burada devreye giriyor zaten. Kadınların alınıp satılması (burada Kemal Sunal ‘ın evlenen birini görüp KAÇA ALDIN KARDEŞ dediği sahneyi bilmeyen yoktur, işte bunlar gerçekten sanatçı) , eşlerine pek çok çocuk doğurmalarına rağmen kuma konumuna düşmeleri, sürekli dayak yemeleri ve öldürülmeleri gibi konular öne çıkıyor. Bunlar Anadolu Yazarlarımızın kitaplarında sıkça karşılaştığımız ve toplumca aşılması uzun süren meseleler. Günümüzde de bazılarının yaşandığını görüyoruz ama öyle hafif cezalarla bu işin olmayacağı, gerekirse kısasa kısas uygulanması ve cezaların asla hafifletilmemesi gerektiğini savunuyorum. Bu düşünceme karşı çıkan herhangi biri olursa da sevdiği biri tecavüze uğrayıp öldürülürse gitsin bunu yapana çiçek verip teşekkür etsin, der geçerim. Kırmızı Çizgim. Anlatmaya çalıştığımız üzere kısa ama yorumlamalarımızla çok uzun konular ve açıkçası anlatmakla da biteceğini sanmıyorum. Bir sonraki konuya geçeceğim. Bu arada konu geçişlerini araya konulan resim ve Yılmaz Güney sözlerine göre ayarlıyorum. Burası biraz daha uzun bir konu. Okul yılları ve yaşadıkları, sinemaya heves etmesi, Siverek’te onun adına dikilen heykellerle başlayan konu yazarın memleketi Ordu, Ordu’nun sineması gibi konulara ayrılarak devam etti. Yine aynı bölümden devam ettiğimizde hem çalışıp hem okumak zorunda kalan, önce Ankara’da okula gitmeye çalışan ama bunu yapamayan sonra İstanbul’a kaydını alan ve hayallerinin peşinde gitmeye çalışan bir genç görüyoruz artık. Ne acı değil mi insanın çocuk yaşta çalışması, çalışmaya mecbur olması. Hiç merak ettirmeden söyleyelim, çalışanlar o devirde de hakkı olanı asla alamamışlar. Bir sonraki bölüm Ekim 1957’de Yılmaz Güney’in yolunun İstanbul ile kesişmesiyle başlıyor. Bu bölümde onun sadece sinema olarak değil, edebi olarak da çok fazla etkilendiğini ve aslında bir yazar olmak istediğini öğreniyoruz. Sürekli olarak okuyup araştırması, şiirler ve hikayeler yazması da tam olarak bu sebepten. Ben bu şiirleri bilerek buraya eklemiyorum ve uzun zaman sonra bir kitabı PDF yerine kitaptan okumama rağmen okumak isteyen arkadaşlara yine de PDF olarak gönderebileceğimi belirtirim. Burada dönüm noktası ise hikayelerini çok sevdiği Yaşar Kemal’in de senaryoya dahil olduğu bir filmde yönetmene yardım ederken başrol oyuncusunun parada anlaşamaması üzerine bu rolün Yılmaz Güney’e gelmesidir. Bu Vatanın Çocukları ise bu filmin adıdır. Ayrıca burada Yaşar Kemal köşesi eklemiş yazarımız bunu da belirtelim. Bir sonraki bölüme geldiğimizde, burada onun başlamadan ilki biten film kariyeri yanında yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Denklemi hikayesi yüzünden aldığı hapis cezasına takıldım. Şimdi ben Milliyetçi bir kişiliğim ancak şunu iyi biliyorum ki o dönem işkence gören solcusu, sağcısı, komünisti, milliyetçisi de hepsi de boş yere birilerinin akılsızlığı yüzünden ceza çektiler. Tamam, eline silah alan, masum insanlara kurşun sıkanlar oldu. Olmadı demek zaten yalan olur ama bunlar dışında suçu olmayan her insanın çektiği ceza açıkçası vicdanı olan herkese acı verecektir. Hele li lise son sınıfta yazdığı bir hikâyeden, o dönem mensubu bulunmadığı bir düşünceyle itham edilip ömür boyu devlet hizmetinde çalışacağı tüm işlerden muaf tutulması bence büyük bir cezadır da. Tabi daha sonradan (Konya Sürgünü) hapis ve sürgün hayatı bitip İstanbul’a gelince onun da siyasi düşüncesi şekilleniyor ve 1965 yılı seçimlerinde hiç de azımsanmayacak bir oyla meclise giren TIP saflarına katılıyor. Tabi bundan sonra biraz daha özel hayatına yani aşk hayatına odaklanan ve askerlikle alakalı ilerleyen satırları daha fazla okuyoruz. Buralarda detaya girmeyi doğru bulmuyorum, kendi özel hayatı ve saygı duyuyorum. Çok değerli ve üstüne emek harcanmış bir kitap olduğunu düşünüyorum. Okumak isteyen arkadaşlarımıza da tavsiye ediyor, iyi okumalar, hayırlı geceler diliyorum..
Yılmaz Güney
Yılmaz GüneyBirol Öztürk · Dokuz Yayınları · 2019500 okunma
·
242 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.