Gönderi

Bugün size doğunun Franz Kafka’sı olarak bilinen ama kimsenin tanımadığı Sadık Hidayet’ten bahsedeceğim. Bir üstadla kendimi asla aynı kefeye koymak saygısızlığı gibi algılanmasın lütfen ancak tanımaya başlarken Sadık Hidayet’i ve hikayesini, şimdiki beni gördüm her cümlesinde ve hikayesinin her bir yanında. Belki bende aynı sonu yaşayacağım belki o kadar cesur da davranamayacağım. Paris’te 9 Nisan 1951’de henüz İkinci Dünya Savaşı’nın etkisini yaşarken dünya, Sadık Hidayet kendi dünyasının savaşını, günlerce arayıpta bulduğu gazlı bir evde tıkadığı tüm deliklerin ardından musluğunu açtığı gaz kokusu eşliğinde derin bir uykuyla sonlandırdı. Hayatını bu denli sonlandırmak isteyen ve ölüm şeklini de ‘uyku ölüm halidir’ diyen şaire ithafen planlayan doğunun Kafka’sını merak edip araştırırken bir kitabına rastladım. Rastladığım kitapta satırların bana ithafen yazılmış olduğu hissi ile büyülendim. Yıllardır içimde büyüttüğüm harese misali tutkunu olduğum bir ıstırapın betimlesine ulaştım. Kendimi tarif edemediğim yasaklı kelimelere ulaştım. Kendimi anlatabileceğim bir kelime sandığını açtım. Saklamaya çalışıp içimde beni boğacak kadar örgütlenmiş acılarımın dilime vurduğu prangaları keseceğim kesiciyi buldum. Şimdi aldım elime o kesiciyi ve kesiverdim dilimin prangasını. İşte birazdan kelime gölüne dönecek etraf. Viyana kapısını zorlayan Osmanlı gibi zorluyorlar dilimi dökülmek için. Daha fazla direnemeyip geri çekiyorum dil’imi. Bak dil dediysem öyle beş duyu organımdan biri olarak algılamayın. Biz Kürtçe’de ‘dil’ kelimesini ‘’yürek’’ anlamında kullanıyoruz. Başlıyoruz işte; Yaralar vardır, yaralar her insanı. Ruhu bir parazit gibi ele geçirir. Yalnızlıktan beslenir ve kemirir tıpkı bir bağırsak kurdu misali. Kimseye de oturup anlatamaz, gösteremezsin bunu. Çünkü ne görülür ne dokunulur ne de çaresi bulunur. Oturur izlersin insanları, dinlersin dışardaki sesleri, devam edersin dünyanın işlerini yetiştirmeye. Ardından bir gece yarısı düşünüverirsin öyle aniden şimdi ki gibi bir pencere kenarına ardından bakıverirsin gökyüzüne, herkesin bir yıldızı vardır dersin kendine ve yine düşünürsün benim yıldızım nerde? Uzakta mı? Karanlık mı? Derinlerde mi? Bir itiraftan kaçarsın belki de hiç yıldızın olmamıştır gökyüzünde...Aniden çöküverir o an içine müphem bir arzu. Bir tufan kopsa da yeniden en baştan doğuversem hayata dersin. Çünkü azap çeken bir ruhla geziyor ,arıyor ,bakıyorsun ama anlıyorsun bunlar artık nafile. Dünya ıssız bir sokağın hüzünlü bir evi oluyor sana ve kendini o evin bir odasında bağrındaki acının sesini bastırmaya çalışırken görüyorsun. Bir kez daha haykırıyor ve dile getiriyorsun: ‘Bana göre değil bu sokak, benim değil bu ev ‘diye. Bir avuç yüzsüz, adi, vicdansız, duygusuz ve açgözlü için inşa edilmiş. Gönlünde düğümleniyor yeniden bu ıstırap denen hal. Kasırgalardan önce oluşan bir havayı andırır gibi. Hissediyorsun yavaş yavaş o kasırganın sertliğini. Hislerinin küle dönmesine ramak kalmışken bir kez daha en sert haliyle çarpıveriyor yüzüne tüm kirlilikler. Ne çok şey görmüş olan gözlerin toz bulutuna karışıveriyor ruhunun kasırgasında. Birbirine ters düşen öyle çok şey görmüş olan gözlerin, görme yetisini kalbine bağlamak istercesine kapatıveriyorlar kendilerini. Gözlerin kalbine bağlanırken o kadar çok yalan duyan kulakların, vicdanının sesine bağlanmak için bağrındaki acının sesi ile patlatıveriyorlar zarlarını. Artık gördüğün ve duyduğun hiçbir şeye inancın kalmıyor. Ölümle bir savaşın içinde buluveriyorsun kendini. Artık biliyorsun ki bir ölüm yalan söylemez ve bir ölüm kendini gizlemez. -İşte çekilen tüm ıstırabımın ve duyduğum tüm acılarımın sesinin nedeni: ölüm gibi olmasını istediğim birinin ölümüme sebep olmasıydı.- Kısaca kendimi betimledim Sadık Hidayet’ten etkilenerek. Her insanın acıya bir dayanıklılığı vardır ama hiç kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir. Görünmeyen yangınlar, duyulmayan feryatlar, gizliden gizliye çürüyen ruhlar var. Yıllardır acına dayanıklık gösteriyorum ama gördüğün kadar dayanıklı değilim. Benim yangınım bir tek senin gözlerinin retinasına düşer, feryatlarım bir tek kulağının zarları ile frekans kurar. Benim ruhum bir tek ruhunla merheme kavuşur. Benim için bir sen gelmelisin ama biliyorum bir sen gelmezsin... Belki bir gaz musluğunu açıp uyuyamıyorum ama burnumun direğini sızlatan kokunun musluğunu her daim açık tutuyorum. Benim de intihar biçimim bu.
·
102 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.