Gönderi

Minare ile inşaat gölgesinde
AKP'nin 2007'den sonra devlet erki içerisindeki gücünü arttırmaya ve toplumsal hegemonyasını genişletmeye yönelik hamleleri arasında sadece emniyet operasyonları, yürütülen adli soruşturmalar ve uzadıkça uzayan davalar yoktu. AKP aynı zamanda devlet içerisindeki güçler dengesini yürütme, yani parti lehine değiştirmek için hukuki ve kurumsal bazı düzenlemeleri de hayata geçirmek amacındaydı. Özellikle AKP iktidarından halen belirli bir derecede özerkliği bulunan yüksek yargının tam anlamıyla partinin eğilimleriyle uyumlu hale getirilmesi partinin devletleşmesi ve herhangi bir denetimden azade bir şekilde hâkimiyetini sürdürmesi açısından kritik bir öneme sahipti. HSYK ve Anayasa Mahkemesi'ne üyeliğin esaslarında yapılacak değişikler yoluyla bu kurumların AKP yanlısı bileşime sahip olması bu hedefe ulaşmada önemli bir mesafenin alınmasını mümkün kılacaktı. HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin üyelik esasları anayasa ile düzenlenmiş bulunduğundan bu mesafenin alınması için halen geçerli olan 12 Eylül anayasasının bazı hükümlerinin yeniden düzenlenmesi icap ediyordu. Bu amaca uygun olacak şekilde AKP 2010 Mart'ında 26 maddelik bir anayasa değişiklik paketini gündeme getirdi. Paketin içeriği ve kamuoyuna sunuluş biçimi AKP'nin, 2007'den sonra "devleti fethetmeye" yönelik hamlelerini kamuoyu nezdinde meşrulaştırmada kullandığı taktiklerin izlerini taşıyordu. Bir kısım değişiklik önerisi yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler dengesini AKP'nin hâkimiyeti altında olan ilk ikisi lehine değiştiren ve aynı zamanda yüksek yargıyı AKP'nin kontrolüne sokmaya uygun düzenlemeleri içeriyordu. HSYK'daki 7 asil üyenin sayısının 22'ye çıkarılması ve bu 22 üyenin 10'unun Türkiye’deki bütün adli yargı hâkim ve savcılarının katılacağı seçimle belirlenecek olması doğrudan güçler dengesinin değişmesine yönelik bir değişiklik önerisiydi. Adalet Bakanının ve bakanlık müsteşarının HSYK'nın doğal üyesi olduğu ve bakanlığın söz konusu üyelik seçimlerini hükûmet lehine sonuç doğuracak şekilde kendi kurumsal gücünü kullanarak manipüle edebileceği düşünüldüğünde bu değişiklik AKP'nin HSYK'yı kendi kontrolüne almasına kapı aralayabilirdi. Benzer şekilde, partinin yüksek yargı üzerindeki hâkimiyetini genişletmeye yönelik olarak Anayasa Mahkemesi'nin 11 olan üye sayısının 17'ye çıkarılması ve bu üyelerin 3'ünün TBMM tarafından atanması ve artık partinin kontrolüne geçmiş olan YÖK'ün de Anayasa Mahkemesi'ne 3 üye önermesi şeklinde bir değişiklik tasarlanıyordu. Paketin, yargı yetkisinin idari eylem ve işlemleri ancak hukuka uygunluk açısından kullanabileceğine ve hiçbir suretle yerindelik denetimi yapamayacağına dair vurgusu ise yargının hükümetin herhangi bir icraatını kamu yararına uygunluk açısından sınırlayamayacağı, özellikle özelleştirme ve kamuya ait kentsel alanların sermayeye açılmasına yönelik kararları tam bir serbesti içerisinde alabileceği anlamına geliyordu. Paketin geri kalan pek çok maddesi ise yüksek yargıdaki bu kurumsal düzenlemelerle neredeyse tamamen ilişkisiz olacak şekilde bazı bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ya da daha da vurgulanmasına yönelikti. AKP'nin 2007'den beri devleti fethetmeye yönelik attığı adımlarını, askerî ve bürokratik vesayetten kurtulma ve demokratikleşme sürecinin hızlanması gibi temalar üzerinden meşrulaştırdığı düşünüldüğünde anayasa değişiklik paketinin böylesine "amorf" bir içeriğe sahip olması anlaşılır bir durumdu. Parti kurmayları, paketin hiç kimse tarafından itiraz edilemeyecek maddelerini özellikle vurgulamak suretiyle onun bir bütün olarak AKP'nin devletleşmesine kapı aralayacak maddelerini de genel bir demokratikleşme söylemi ile sarıp sarmalamaya çalıştılar. Örneğin 12 Eylül Darbesi'nin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. Maddenin kaldırılmasına yönelik değişiklik önerisinin yıllar sonra Kenan Evren ve diğer darbeci generallerden hesap sorma imkânını yaratacağı iddiası paketin tümüne yönelik bir "olumlu" kanaatin oluşturulmasında sıklıkla kullanıldı. Tayyip Erdoğan, anayasa değişiklik paketi her gündeme geldiğinde 12 Eylül Darbesi'nin mağdurlarından, o dönemde işlenmiş insanlık suçlarından ve hatta kimi zaman darbeci generaller tarafından 17 yaşındayken idam edilen Erdal Eren gibi devrimcilerden söz açıyor, paketin AKP'nin devlet erki içerisindeki ağırlığını arttıracak maddelerine yönelik "kaygıları" bu söylem aracılığıyla savuşturmaya çalışıyordu. Böyle bir taktik bugüne kadar AKP'ye ezilmiş/dışlanmış mütedeyyin kesimlerin sözcüsü olduğu iddiasıyla demokratlık payesi yakıştıran ve 2007'den sonra başlayan Ergenekon ve Balyoz gibi dava süreçlerini askerî vesayetin ve devlet içerisindeki çetelerin ayıklanması süreci olarak okuyan kimi sol ve liberal kesimleri cezbetmeye yetti. Anayasa değişiklik paketinin gündeme geldiği ilk aylardan değişikliğin referandumla kabul edildiği güne kadar liberal ve bazı sol çevrelerden "Yetmez ama Evet" pozisyonu altında AKP'ye sunulan bu destek partinin siyasal/toplumsal hâkimiyetini sağlamlaştıracak anayasa paketinin, toplumun genel çıkarlarına uygunmuş gibi sunulması stratejisine azımsanamayacak derecede katkıda bulundu. Diğer yandan Türkiye solu içerisinde AKP karşıtlığını özellikle vurgulama yönelimi içerisinde olan Türkiye Komünist Partisi (TKP), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ODP) ve Emek Partisi (EMEP) gibi yapılar referandum sürecinde "Hayır" noktasında buluştular ve bahsedilen liberal sol çizgi karşısında daha sonraki süreçte belirginleşecek sosyalist yönelimli bir tavizsiz AKP karşıtlığını belirginleştirdiler. Meclisteki muhalefet partileri CHP ve MHP ise söz konusu anayasa değişiklik teklifleriin yüksek yargının AKP tarafından yeniden tanzim edilmesi anlamına geleceği iddiasıyla akete karşı açık tavır aldılar. Nitekim değişiklik tasarıları Mayıs ayında meclise sunulduunda CHP ve BDP seçimleri boykot ederken MHP "Hayır" yönünde oy kullandı. Değiiklikler 330'dan daha fazla kabul oyu alarak TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilse bile aketin mecliste hemen yasalaşması için gereken 367 oy sayısına hiçbir madde için ulaşılamadığından referanduma gidilmesi gerekiyordu. Referandum tarihi için AKP'nin 12 Eylül 010 tarihini belirlemesi bir tesadüf olmaktan öte 12 Eylül rejiminin yine bir 12 Eylül günü Ona erdirilmesi mesajını taşımaya hizmet etmesi açısından ince bir siyasi taktikti. Değişiklik önerilerinin meclis genel kurulunda kabul edildiği Nisan ayından referandumun apılacağı Eylül ayına kadarki dönem boyunca AKP, anayasa değişikliğini ülkenin demoktikleşmesi, askerî/bürokratik vesayetin ortadan kaldırılması ve milletin iradesinin tecellisi bi söylemler üzerinden savunmaya gayret etti. CHP ve MHP ise değişikliklerin AKP'nin k parti diktatörlüğünün inşasına katkıda bulunacağı iddiasıyla ülke çapında bir "Hayır" ampanyası örgütlemeye çalıştı. Öte yandan referandum süreci CHP için aynı zamanda bir enilenme arayışının sınanması anlamına da geliyordu. Mayıs sonunda CHP Genel Başkanı eniz Baykal kendisine yönelik kurulan bir kaset komplosu sonucu genel başkanlıktan istifa miş, yerine partiyi daha sola çekmek ve halka yakınlaştırmak iddiasını taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu seçilmişti. Referandum bu açıdan, parti içinde özellikle 2009 yerel seçimlerinde CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olarak yıldızı parlayan ve kamuoyu nezdinde de “halkçı” imajıyla sempati toplayan Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP genel başkanı sıfatıyla ilk sınavıydı. Türkiye'deki sol muhalefet ise AKP'yi kategorik olarak karşısına alan “Hayır”, bu partiyi demokratikleşmenin öznesi olarak algılamaya devam eden “Yetmez ama Evet" ve referandumda oy vermenin devlet içerisinde savaşan iki taraftan birisinin yanında konumlanmak anlamına geleceği iddiasında bulunan Kürt hareketinin başını çektiği “Boykot" etrafında konumlanmış farklı öbeklerden oluşan bir görüntü sundu. 2010 referandumundaki bu dağınık görüntü, AKP'nin, Türkiye'deki sol muhalefetin uzun bir süredir söylem ürettiği haklar ve özgürlükler alanına nüfuz etmeye yönelik ideolojik stratejisinin belirli oranda etkili olduğunun bir göstergesiydi. CHP ve MHP'nin ortak bir tavırla "Hayır" kampanyasını örgütleme çabalarına rağmen 12 Eylül'de yapılan referandumdan yüzde 57,88 gibi beklenenden yüksek bir oranla "Evet" çıkması AKP için çok yönlü bir zafer anlamına geliyordu. Öncelikle bu oy oranı, 2009 yerel seçimlerinde geçici bir gerileme yaşayan AKP'nin özgüvenini tazelemesi ve sandıktaki gücünü yeniden ispatlaması anlamına geliyordu. Kimi seçim analistleri ve gazeteciler bu sonucun doğmasını taşradaki MHP seçmenlerinin bir kısmının, solcu saydıkları CHP ile yan yana düşmemek adına “Hayır” tavrına itibar etmeyerek AKP'ye meyletmesine bağladılar. Öte yandan, referandumun AKP'nin "sağ" reflekslere sahip toplumsal kesimleri kendi projesi etrafında toplayabilmesi dışında çok önemli bir anlamı daha vardı. Referandum sonrasındaki süreçte resmîleşen anayasa değişiklikleriyle birlikte AKP gerçekten de pek çok muhalifin öngördüğü gibi yüksek yargının içerisine kendisiyle uyumlu kadroları yerleştirerek, bu organın özerkliğini neredeyse tamamen ortadan kaldırmayı başaracaktı. Nitekim 17 Ekim'de yeni düzenlemelere göre yapılan HSYK üyeliği seçimlerinde Adalet Bakanlığı beklenildiği gibi kendi listesinin kazanmasını sağladı. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin de büyük oranda HSYK tarafından seçiliyor olması süreç içerisinde bu kurumların da AKP'nin kontrolüne kapıları tamamen aralanmış oldu. girmesinin önünü açtı. Böylelikle yargının "partileşmesi", AKP'nin devletleşmesi sürecinin kapıları tamamen aralanmış oldu. Osmalı'dan günümüze Türkiye'de siyasal hayat Gökhan Atılgan, E.Attila Aytekin, Ebru Deniz Ozan, Cenk Saracoğlu, Mustafa Şener, Ateş Uslu, Melih Yeşilbağ
Sayfa 941 - Yordam kitap, Ocak-2022Kitabı okudu
·
201 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.