Gönderi

06.02.2023
07.02.2023 Şu an Kahramanmaraş’a 200km kala bu yazıları yazmaya başladım. Daha afet bölgesine ulaşamadık ama neredeyse her yer afet bölgesi gibi olmuş. Tüm ülke buraya akın akın geliyor ama kar yağışı ve buzlu yollar yüzünden yol kenarları kaza yapan araçlarla dolu. Öyle anlar ki hiç kimseye hiçbir şeye durup yardım edemiyoruz. Kaybedecek tek bir saniyemiz bile yok. Aksilik o ki şu an hatlar da kesildi. Depremin üzerinden 30 saat geçti ve halâ enkaz altında kalan binlerce insan var. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Karşı taraftan gelen insanlar halâ şok etkisindeler ve kara tabloyu bizlere anlatıyorlar. Halâ yardımın ulaşamadığı insanlar var. Dünden beri haberlere bakmadım. Bilançoyu bilmiyorum. Bu bölgede hakim olan tek şey kar ve kaos. 11:22” Dinlenme tesislerindeyiz. 135km yolumuz var. Ama depremin etkileri buralarda görülüyor. Marketler bomboş içecek su dahi sıkıntıda. Telefon direkleri yıkılmış, kablolar kopmuş. Herkes ağlamaklı ve herkes ters istikamet yönünde şehri terk ediyor. Sadece bizim gibi ekipler, yardım tırları şehre giriş yapıyor. Nasıl bir yere gidiyoruz tahmin dahi edemiyorum. - Gün ve tarih bilgim yok. 2 gecedir otobüste bölük bölük olan 4-5 saatlik uykularla devam ediyorum. Burası kaos, belirsizlik, göz yaşı, ümitsizlik dolu. Dün enkazdan birisi sağ çıkarıldı. Bir kedi de kurtarıldı. Bir de cesede ulaşıldı. Yıkılan 10 evden 8’i halâ ilk günkü gibi duruyor. Her enkaza girilemiyor. Halâ sarsıntılar oluyor. Yağmalamaya karşı mücadelemiz var. Çadırlar engelli, çoluk çocuk dolu. Bir doğum yaptırıldı. Burası savaş bölgesi gibi. Elektrik, su halâ sıkıntı. Doğalgaz da öyle. Tuvalet sıkıntısı ne durumda bilmiyorum. Burada insanlar bizle konuşmak istiyor. Herkes halâ şok etkisinde Bazı şeyleri algılayamıyorlar; kabul edemiyorlar. Onlara bazı şeylerin olmadığını söylemek çok zor. Hissettiğim şeylerin bir adı yok çünkü tüm her şeyi ilk defa hissediyorum. 12.02.2023 Birkaç gün önce 7 yaşındaki Elif Rana’yla tanıştık. Kendisine bir ihtiyaç listesi hazırlamış ama söylemeye çekiniyordu. Hissettim ve sordum ihtiyacını. Daha sonra her şeyi hazırladık ve teslim ettik. İç çamaşırı ihtiyacını karşılarken bir de küçük kız kardeşi olduğunu öğrendik. Onun da ihtiyacını karşılıyorduk ki Elif “gerek yok biz paylaşırız” dedi. Elif benden olgun bir insan olduğunu, masumiyetini tek bir cümlede hissettirdi bana. Öyle bir sarıldı ki bana, sesi dahi çıkmadan öylesine güzel minnet duydu ki hayatımda hissettiğim en anlamlı duyguydu. Ötesi, öncesi veya sonrası yok; o an dünya durdu ve biz orda değildik. Burada psikolojik bir savaş var ve biz de o savaştan etkileniyoruz. Ekibimizden 3 kişi bir enkazdan ses duyduklarını söylediler. O binaya yöneldik tarama yaptık bir sonuca da ulaşamadık. Ayrıca o binada yaşayan herkesin ölü ya da canlı olarak çıkarıldığı bilgisi de vardı. Ama emin olmak için sismik cihazlarla dinleme yapıldı. Çok küçük bir ses tespit edildi ama devamı gelmedi. Kaybedilecek zaman olmadığı için her şeyin doğru olması gerekiyordu. Sonrasında enkaza şöyle bir soru yöneltildi. “Son kez bağırıyorum, sesimi duyan var mı?” Büyük sessizlik altında dinleme yapıldı ama ses gelmedi. Umarım orada kimse olmadığı için ses gelmemiştir. Çünkü diğer ihtimal çok yıkıcı olur. “ O olaydan olumsuz anlamda o kadar etkilendim ki bundan sonrasını deprem bölgesinde yazmadım. Daha doğrusu yazamadım. Yazacak ne gücüm kalmıştı ne de doğru kelimeleri, cümleleri, ifadeleri bulamadım. Ne düşünürsem eksik kalıyor, söylemek istediklerimi katiyen aktaramıyor, yazarken de dayanamıyor asla konsantre olamıyordum. Afşin’den ayrılıp Kahramanmaraş merkeze acil olarak gitmemiz gerektiği için vedalaşamadan, son kez göremeden herkesi geride bıraktık. Aklım Elif’teydi acaba bir başka ihtiyacı var mıydı veya beni arıyor muydu? Aklım Barış ve babasındaydı acaba yine bir sorunla karşılaşmış yardım için beni mi arıyorlardı. Çünkü engelli bir aileydi onlar ama kimse bunun farkında değildi. Güzelim Şemsi’deydi aklım, hala utangaç mahcup muydu acaba? Afşinlilerdeydi aklım acaba nereye gitti bunlar diyorlar mıydı? Yolda yazmak istedim ama o kadar yorgundum, aklım o kadar karışıktı, öylesine duygu yüklüydüm ki, sanki yanlış bir şey yapmışız düşüncesiyle yazamadım. Yazmayı denerken düşünmekten kendimi alamıyor, o anları zihnimde tekrar yaşamak da istemiyordum. Biraz uyumak ve bu sayede bir anlığına kaybolmak istedim ama ne mümkün... Daha da kötüsü ayrıldığımız Afşin’in yağmalandığını öğrendik. Artık endişe de taşıyordum. Her kötü haberle birlikte sınırları zorlayacak şekilde bir sıkıntı hissiyle dağılıyordum. Otobüsümüz günlerce hiç durmadan çalıştığı için bozuldu. O gece hissedilen -15° civarıydı. O soğuk uyumayı, dinlenmeyi bırakın dinç olanı daha da yoruyordu. Tabii üşümek ne haddime ki diyordum. Üşümeye utanır vaziyete geldim. Burdur’dan Aycan’ın küçük bir mektupla gönderdiği battaniyesi bana denk geldi. En azından bedenen üşüyor olsam da artık manevi olarak sıcak, olumlu hissetmemi sağlayan bir şey oldu. Tüm Türkiye’nin kalbinin buralarda olduğunu hissetmek güzeldi. En sonunda ekipçe geri çekilmek zorunda kaldık. Çoğumuz hasta, yorgun ve sağlıklı düşünemeyenlerdik ama geri dönmeyi de hiç istemiyorduk. Afşin-Kayseri yol ayrımında biz Kayseri yönüne doğru döndük ve o bir haftada biriktirdiğim tüm duygularım, yorgunluklarım, hissettiklerim boşalıverdi. İlk defa onlara sırtımızı dönmüşüz gibi hissettim. Herkes son derece üzgündü. Ankara’ya kadar ağladım tek bir kelime dahi yazamadım. Ama o kadar çok şey yazmak istiyordum ki belki bir kitap dolusu yazabilirdim. Yazamadım. Ankara’dan sonra da yorgunluktan uyuyakalmışım ve Eskişehir’de otobüsten inip hiçbir şey yaşamamışçasına hayata devam etmek zorunda kaldım. Uzun süre toparlanamadım ve aklım halâ geride bıraktıklarımda. Zaten başka bir şey de düşünmek istemiyorum. Elif’in karşılayamadığımız ihtiyaçlarını buradan halletmek istedim ama ulaşamıyorum. Benim bir yarım Afşin’de kaldı. Belki de ruhum orda bedenim Eskişehir’deydi. 6 şubattan önce ne kadar da mühim olmayan dertlerimiz varmış. "Son kez bağırıyorum. Sesimi duyan var mı? Ses çıkaramıyorsan tırnağınla kazı!" bu sözleri bir de 4 gün boyunca -19° soğukta, aç ve susuz bekleyen bir depremzede olarak duyduğunuzu düşünün. Bitkinsin, yorgunsun, gücün bitmiş ama orada olduğuna dair ses çıkartamazsan terk edileceksin. Böyle bir psikolojinin hakim olduğu ortamda bir hafta yaşandı geçti. Burası televizyonda gösterilen mucizelerin gerçekleştiği bir yer olmadı. Burası Afşin; biriktirdiği parasını alabilmek için 24 saat nöbet tutup enkazın kaldırılmasını bekleyen dedenin yeri. Burası ayağında terlikle gezerken ona verdiğim botu "ihtiyacı olan birisine verirsin." diyen abimin; kendisine ihtiyaç listesi hazırlayıp listeyi vermeye çekinen, kardeşine vereceğimiz iç çamaşırını "biz onunla paylaşırız gerek yok." diyen 7 yaşındaki Elif'in, depremzede olduğu için utanan Şemsi'nin, çadırda kalıp bize yardıma koşan Muhammed Enes'in, küçük bir yardım ettim diye o yokluğa rağmen çay içmeden beni bırakmayan abimin yeri. Burada sosyal medyanın çirkinlikleri de yok; dayanışma var, birlik var, sabır var ve maalesef acı, keder, arkadaşlarını kaybettiğinden bihaber, cenazesine gidemeyen insanlar var. İlk depremden hasar almayan Afşin ikincisinde eşyalarını kurtarmak için, parasını alabilmek için ve üşüdüğü için evine giren 182 kişiye mezar oldu. Duygu yüklü bir hafta geçirdik. Soğuğa, uykusuzluğa rağmen bizi ayakta tutan güç bizlere olan minnet duygularını çok güzel ifade eden, söylediği sözler ve ettiği dualarla yine Afşinlilerden geldi.
·1 quotes·
1 plus 1
·
281 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.