Gönderi

"Şimdi tekrar bana sitem edeceksin, niye öyle yaptığımı filan soracaksın. Sen çağının adamısın Jack, çağına fazlasıyla aitsin, bu da insanın olabileceği en kötü şeydir, çünkü herkesin ıstırabı senin için de ıstırapsa işin zordur; herkes hemfikirse, aynı bakış açısını paylaşıyorsa, aynı şeyleri önemsiyorsa, sen herkesin vahim bulduğunu vahim buluyor, önemsiz bulduğunu önemsiz buluyorsan hareket alanın olmaz. Fikir birliğinde açıklık yoktur, nefes alınamaz, havasızdır, en çok paylaşılan ortak alanda bile. İnsanın daha iyi, daha rahat yaşamak için oradan dışarı çıkması gerekir. Daha gerçek yaşamak için de; doğduğu ve öleceği zaman üstüne yapışmadan; zamanın damgası kadar ezici, karartıcı bir şey olamaz. Günümüzde bireysel ölüme müthiş bir önem veriliyor, her ölen kişi için sahte bir trajedi oluşturuluyor, özellikle de şiddet içeren bir ölümse, hele hele cinayetse; ne var ki sonra matem ve kapanma kısa sürüyor; artık kimse matem kıyafeti giymiyor, bu anlamlı bir şey; ağıt yakmak konusunda vakit kaybedilmiyor, ama unutuş daha hızlı oluyor. Elbette bizim ülkelerimizden söz ediyorum, dünyanın başka yerlerinde böyle bakılmıyor ölüme; ne yapsınlar, onların ölümleri günün akışıyla bütünleşmiş. Ama burada, en azından o anda muazzam bir şey. Bilmem kim ölmüş, ne kadar acı; bilmem kaç kişi parçalanmış, havaya uçmuş, ne büyük felaket ya da ne rezalet. Politikacılar kimseyi es geçmeyip bütün cenazelere, anma törenlerine katılmaya yetişemiyor; keskin acı, belki de gurur, onların varlığını süs olarak gerektiriyor, çünkü politikacılar teselli etmiyor, edemezler de, hepsi teferruat, yaygara, kurum ve mevki meselesi. Kibirli ve abartılı yaşayanların mevkileri. Buna rağmen, düşünecek olursan, her canlı varlığa dokunup onu ölüye dönüştürmüş bir şeyden şikâyet etmeye, dram yaratmaya ne hakkımız var, ne anlamı var bunun. Bu kadar doğal, bu kadar yaygın bir şeyin nesi bu kadar vahim olabilir? Bildiğin gibi en iyi ailelerin de başına geliyor yüzyıllardır; daha kötü olanlarını söylemeye bile gerek yok, onların başına daha da sık aralıklarla geliyor. Üstelik sürekli oluyor ve bizler de şaşırmış, korkmuş gibi yapsak bile bunu gayet iyi biliyoruz; tek bir şehirde, Madrid'de, Londra'da, televizyonda herhangi bir haber programında sözü edilen ölüleri say, herhangi bir gazetedeki ölenler listesini oku, yılın her gününde uzun bir liste çıkar karşına; ölüm ilanlarına bak, ki pek az kişi gazeteye ilan verir; ölülerin ardından yazılan biyografilere bak, bunu hak edenlerin sayısı daha da azdır, sözü edilmeyecek bir azınlıktır, ama her sabah en az biri çıkar gazetelerde. Her hafta sonu yollarda kaç kişi ölür, sayısız savaşta kaç kişi ölmüştür. Tarihte kayıplar her zaman günümüzdeki gibi algılanmamıştır; daha doğrusu hiç böyle algılanmamıştır. Eskiden insanlar ölüme daha aşinaydı ve daha çok boyun eğerdi, tesadüfü, şansı, şanssızlığı kabullenirlerdi, her an ölümle burun buruna olduğumuz inkâr edilmezdi; insanlar dünyaya gelir ve sonra yok olurdu, normali buydu; bazen dünyaya gelmeleriyle ayrılmaları bir olurdu, daha seksen, yetmiş yıl öncesine kadar bebek ölümleri çok yüksekti, aynı şekilde doğum yaparken ölen annelerin sayısı da; bebeklerinin yüzünü gördükleri anda onlarla vedalaşırlardı, tabii vedalaşmaya gönülleri ve zamanları olursa. Veba salgınları sıktı, ayrıca hemen bütün hastalıklardan ölünürdü, bugün haberimiz bile olmayan, adını bilmediğimiz hastalıklar; açlık vardı, sürekli savaşlar vardı, üstelik gerçek savaşlardı, bugünkü gibi aralıklı değil, her gün çarpışmalar olurdu; generaller kayıplara aldırmazdı, askerler ölür, fazla önemsenmezdi; onlar sırf kendilerinin gözünde bireydiler, ailelerinin gözünde bile değil; erken ölümden nasibini almamış tek aile olmazdı, normali buydu; yöneticiler duruma uygun yüz ifadeleri takınır, yeni vergiler koyar, daha fazla insanı silah altına alır ve ölmek üzere cepheye gönderir, neredeyse hiç kimse şikâyet etmezdi. Ölüm beklenen bir şeydi Jack, bu kadar korkulmazdı ölümden; üstesinden gelinemeyecek bir bela da değildi, müthiş bir haksızlık da; insanların başına gelebilecek ve sıklıkla gelen bir şeydi. Biz çok çıtkırıldım olduk, aşırı hassaslaştık, hayatımızı ebedi sanıyoruz. Oysa tam tersine, geçici olmaya alışmalıydık. Alışmamakta inat ediyoruz, bu yüzden de bizi korkutmak çok kolay, gördün işte, bir kılıcın kınından çekilmesi yeterli. Bu yüzden de ölümü, hem kendi ölümünü hem başkalarının ölümünü hâlâ iş güçlüğü gibi, iş kazası gibi görenlerin karşısında hiçbir şansımız yok. Örneğin teröristlerin, büyük çaplı uyuşturucu ticareti yapanların ya da çokuluslu mafyanın karşısında. Kısacası, evet Iago." Bana fitne fücurun adıyla hitap etmesinden hoşlanmazdım; kulağımı tırmalardı, kendime yakıştıramazdım (ben ki onca farklı isimle anılmaya alışığım). "En azından bazılarımızın ölümü pek önemsememesi gerekiyor. Senin dehşet içinde dediğin gibi, insanların ölümünü; düz bir ses tonuyla söylediğin halde dehşetini fark ettim, iyi rol yaptın, ama yeterince iyi değil. Bazılarımızın çağımızın dışına çıkıp daha sağlam ve güçlü dönemlerdeki bakış açısını benimsememiz iyi olur; hem geçmiş dönemlerden söz ediyorum hem de gelecek olanlardan (çünkü senle ben görür müyüz bilmiyorum ama böyle dönemler geri gelecek, emin ol); aksi takdirde Fransız şairin söylediği şey toplu halde başımıza gelecek: 'Par délicatesse j'ai perdu ma vie.'" Ardından cümleyi bana tercüme etme zahmetine katlandı - geçmişteki hödükten bir iz. "Kibarlık yüzünden hayatım elden gitti."
Sayfa 37 - V ZehirKitabı okudu
·
141 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.