Ahh çektim son sayfada… Hiç kapatmak istemedim o son sayfayı. Hiç bilmediğim İstanbul’un semtlerinden, sokaklarından, evlerinden hatta fotoğraflarından geçtik
Mario Levi ile. Sanki kolkola gezdik İstanbul’u.
Her semtin kendine özgü kokusunu anlattı o kokuyu duymaya çabaladım. Hikayelerini anlattı denk geldiğimiz fotoğrafların. Her fotoğraf aldı başka bir yere götürdü. Kimisinde içlendik o fotoğrafların; o derin pişmanlık taşıyanlarının altında yeniden ezildik, özledik bazı zamanları, bazıları hâlâ aslında aynı acıda kalmış bakarken farkettik, sustuk… Plak dinledik cızırtısında kendimizi duyduk çok yorulan ama yoruldukça anlamlı oluşumuzla. O kadar çok yer gezdik ki kolkola; kahveden, sahafa, aktardan, lokantaya, gazinodan, çay bahçesine…
Çok severek ve yer yer ne güzel söylemişsin “ağzına sağlık be Mario kalemine sağlık! ” diyerek okudum. O kadar çok alıntı yapılabilirdi ki. Maalesef pdf okudum. Ama alıp koyacağım kitaplığıma mutlaka. Alıntıladığım yerlerin altını tekrar çizeceğim, tekrar okuyacağım duygulandığım yerleri.
Ben bazı kitapların bazı insanların hayatımıza geç veya erken değil aslında tam zamanında girdiğini düşünürüm. Bu kitap da tam zamanında girdi hayatıma. Bugün okuduğum sayfalarındaysa tam da ihtiyacımı hissetmiş gibi sevgili
Mario Levi . Bir büyüğümün elimi elinin içine almış tüm samimiyetiyle iyi gelme çabasıyla sıralıyordu cümlelerini sanki. Şu cümlelerini bugünüme kazıdım:
“Hiç kimseyi suçlama ama yine de, hiç kimseyi. Suçlayarak bu kaderden kurtulamazsın. Seni büyütenler de başka yaralanmalardan geliyorlardı. Ayrıca suçlu yok biliyorsun. Suçsuz da yok. Yanlış, doğru, haklı haksız da... Sadece insan ilişkileri var...” (sayfa 355)
“…insan en çok kaybettikleriyle kazanıyordu.Gerçek öğrenmeler, gerçek bedelleri gerektiriyordu. Öğrendiklerim benden nasıl bir insan yaptı, söylemem zor. Sorunun cevabını verebilmem için başka, çok daha uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkmam gerekiyor. Çok daha yalnız kalmayı göze almam. Sormam, sormam, sormam... En karanlık yere kadar gitmek istemem. En karanlık yere kadar. Asıl ve en sahici aydınlığı bulmak için. Başarabilir miyim, bilmem. İnsanın denemeden sınırlarını göremeyeceğini biliyorum en azından. Şimdilik, bu satırlara ışık tutmuş, dahası yön vermiş hüznümle yaşamaktan vazgeçmeye gönül indiremeyeceğimi de biliyorum…” (sayfa 375)
“Tarih öğretiyordu ve öğrenmek öncelikle yaşamayı gerektiriyordu. Yaşarken de bedeller ödemeyi bilmeyi, göze almayı...“ (sayfa 24)
Benim severek okuduğum bir kitap oldu. Kendinizi sorgulamayı, hasreti, hüznü ve İstanbul’un özellikle eski halini seviyorsanız mutlaka okuyun derim. Bir fotoğrafta kendinize de rastlayabilirsiniz.
Sevgi ve saygılarımla…
Piraye