Gönderi

Kezban, babasını kimin vurduğunu anlar. Sonra kazaya gelir, hükümete koşar. «Babamı vuran filandır, tutun!»> der. Aldıran olmaz. Kız yine köye dönmez. O vakit, nereden geldiği, nereli olduğu belli olmayan sarhoş bir zaptiye mülazımı varmış, Eseoğlu'nun ahbabıymış. Kız her gün onu tutar, «Babamı vuranı daha tutmayacak mısın?» diye sorar. Bir gün bu sarhoş, kızcağıza öfkelenir, ağzını bozar, «Bre kahpe, bir daha buraya gelirsen senin kafanı kırarım!» der. Kız korkmaz, zaptiyelerin yanında ona «İşte bunlar da şahit olsun sen bu gün babamı vuranı tutmazsan ben seni öldüreceğim!» der. Zaptiye mülazımı bu lafa bütün bütün gazaplanır, firlar, Yörük'ün kızını iyice döver, zaptiyelere sokağa attırır. Kız bir zamanlar görünmez olur... Bir gün sarhoş mülazım, Eseoğlu'nun verdiği bir ziyafete giderken kafasına bir kurşun yer, hemen orada can verir. Vuranı ararlar bulamazlar. «Yörük'ün kızı vurdu!» diye bir laf olur. Ama buna kimse inanmaz. Herkes onu İzmir'e birinin yanına evlatlık gitti sanır. Fakat bir hafta geçmeden, Yörük'ü öldüren korucu da vurulur. Biraz sonra hükümete Yörük'ün davasını hasıraltı ettiren çiftlik sahibi Eseoğlu'nun boğazlanmış ölüsünü bağdaki yatağında bulurlar. Kasabalı ağaların çiftliklerine koruyucu, hergeleci, çoban gibi gelip silahsız ahali içinde tüfekle gezen ne kadar Arnavut falan yabancı varsa yavaş yavaş hepsi vurulmaya başlar. İş o dereceye varır ki, yabancılar yalnız kıra çıkamaz olur. Nihayet takım takım buralarını bırakırlar, kendi yurtlarına dönerler. Zalim zaptiyeleri, köylüyü soyan memurları, rençberi dolandıran madrabazları hiç görünmeden öldüren bu efenin kim olduğu bir zaman anlaşılmaz.
·
51 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.