Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 25 hours
Bir Kitaba Aşık Olmak
Bir kitaba âşık olma deneyimini bu kitapla yaşadım. Hani dünyanın çeşitli yerlerinde yunusla, kediyle, köpekle, keçiyle, yastığıyla, trenle, kendisiyle, Berlin Duvarı’yla, Eyfel Kulesi’yle evlenen insanlar var ya, korkmayın kitapla evlenecek değilim ama onları artık anlıyorum sanırım. İnsan dışında herhangi bir şeyin ne kadar sevilebileceğini anlamam için bu kitap bana harika bir deneyim/fırsat sundu. Kimin tavsiyesiyle aldığımı hatırlamıyorum ama üstünde hâlâ dumanı tüten kitabı çıkar çıkmaz almışım. Muhtemelen bu işte de Cem’in parmağı vardır. Bir süre çantamda, masamda süründükten sonra pazar günü elime aldım ve hemen bitmesin diye ertesi güne bıraktım. Yoksa kelimenin tam anlamıyla bir solukta okunan o şahane kitaplardandı. Yalnız o bir soluk ara ara kesiliyor, ara ara deli gibi atıyor, ara ara hüzünleniyor, ortak düşünceden sebep çokça hayrete düşüyor. Genç bir yazar olan Isıyel, aynı zamanda psikiyatrist. Deneme yazılarından oluşan “Parçalı”, beni de parçaladı geçti gerçekten de. Ama dağılmadan toparlanma şansımız yoktu değil mi? Daha ilk yazıdan bana hayaller kurdurdu, kararlar aldırdı, bazen umut verdi, bazen yasımı layığıyla yaşamam gerektiğine dair direktif… Zaten pamuk ipliğiyle bana bağlı olan yazarlık hayallerimi de suya düşürdüğünü belirtmeden geçemeyeceğim. Yazma ihtimalim olan konu başlıklarının en az yarısını yazmış Isıyel çünkü. Zamanında yazamıyorum belki ama zamanında okuyorum ya o bana yeter. Bıraksanız kitaptaki tüm satırların altını çizebilirdim, o derece bayıldım her yazıya, her cümleye… Başlarken - Kendi kışına tahammül edemeyen adanın kışına nasıl tahammül etsin. Dünyayı kendimizde görmez miyiz, kendimizi de dünyada… - Benim içinse adeta bir ana rahmi, kordonu feribot olan… (Yazar, giriş yazısında adaya yerleştiğinden bahsediyor. Ben de ada deyince İstanbul’daki Prens Adaları’ndan birine gittiğini düşündüm ve çok mutlu oldum nedense. Bu arada diş hekimliğini bırakıp oyuncu olan sonra oyunculuğu da bırakıp Bozcaada’ya yerleşen oyuncumuz geldi aklıma da elimdeki kitabın yazarının Bozcaada’ya taşınmış olma ihtimali gelmedi. Velhasıl daha giriş yazısından bende nasıl bir adada yaşama isteği uyandı anlatamam. Büyükada, Heybeli, belki Burgaz ama illa ada olsun istedim.) - Mutlaka bir cevap arıyor; sezginin değil bilmenin gücüne inanan çömezliğim. (3 yıldır peşine düştüğüm bir konuyu bana bir cümlede anlattı. Saatlerce kendi kendime konuştuğum, sayfalarca sustuğum, canlandırmalar yaptığım, hayallerde sevindiğim, üzüldüğüm, çözüm aradığım, bazen bulduğum, çoğunlukla bulamadığım, belki de bulmaktan korktuğum için artık aramaktan da vazgeçtiğim konuyu 1 cümleyle anlattı evet yazıyla bir.) Bir Adanın Kışını Susmak - İnsan nasıl yürüyorsa, düşüncesi de öyle şekilleniyor diye düşündüm yürürken. Herkes yürüyüşüne benziyor en çok. (Daha ilk satırlardan beni içine aldı derken haksız mıyım? Bu çok doğru bir tespit değil mi? Benim gibi gezerken bile bir yere yetişme hızında yürüyen biri için çok doğru değil mi? Kitaptan aldığım ilhamla önce yürüyüş, sonra düşünce hızımı biraz yavaşlatma zamanı - Yavrusunu ağzında yumuşattığı yemle beslemeye çalışan anne kuşlar geliyor aklıma. Biri benim de kelimelerimi alsa, ağzında yumuşatsa ve sonra tekrar bana geri verse ediyorum. Çünkü diğer türlüsü çok sert, çok ağır, çok can acıtıcı. Böyle anlarda müziğe yaslanmak, hissettiğini başkasının senin yerine seslendirmesi, şansın varsa senin de bununla karşılaşman büyük lütuf. Üzümünü Ye Bağını Bil - Artık herhangi bir şeyin romantizminden de hoşlanmıyorum. Romantizm olmaksızın, idealizasyonlar olmaksızın inşallah yaşar, ölürüm diyorum. Hayat daha pastel, daha sade bir şey olmalı diyorum. Sonra hayatla ilgili ahkâm kesmek canımı sıkıyor. Herkesin hayatı kendine sonuçta diyorum. Herkesin yaşadığı kendine… (İşte ben de aynen böyle diyorum ama önce Tuğçe yazıyor. Kollarını kavuşturmuş, küsmüş emoji) - Çünkü bitişler de en az başlangıçlar kadar kıymetlidir ve değersizleştirmeyi hak etmezler. - İnsanın en temel ihtiyacı öteki ile güvenli bir bağ kurabilmek. Deli Asma - Ölüm, aşk, yas hep daha büyüktür kelimelerden. - Yazı ılık servis edilmelidir. Çok soğuk olursa kelimeler katılaşır bir türlü sindiremezsiniz, çok sıcak olursa da o kor alevin birleştiriciliğinde sözcükler birbirinin içinde erir, hiçbirinin kendine özgülüğü ayırt edilmeksizin geriye yanık bir tat kalır. - İnsanlar kendilerini en çok kendinden geçtikleri anlarda ele veriyorlar. Uyurken, yemek yerken, sevişirken, sarhoşken, bir işe ciddiyetle dalmışken… Titrek Portakal - Bazı yaşantıları hiç yaşanmamış olarak kabul etme eğiliminde olan insanlar tanıdım. Acıları, özlemleri, kayıpları, başarısızlıkları hiç yokmuş gibi davranan insanlar… Önüne bakmayı meziyet sanan, canlarını acıtan her şeyin inkarında yaşayan çünkü bu şekilde anı yaşadığını düşünen, arkasına dönüp bakmayı yenilgi kabul eden insanlar… Hiç pişmanlık duymayan, asla suçluluk hissetmeyen, teflon tava misali iz tutmayan insanlar… Çünkü geçmişi kabullense yas tutması gerekecek, çünkü kabullense canı yanacak, canının yanmasına hiç tahammülü yok. - Geçmişin kayıpları ile temas kurulamazsa geçmişin iyileştiriciliğinden de mahrum kalınıyor ne yazık ki… - İnsanın kendiyle savaşı tüm dünya savaşlarından daha büyük. - Çağımızın dijital fotoğrafçılığında negatif yok, karanlık oda yok. Her şey pozitif. Görüntüler var olan her şeyden daha canlı ve kusursuz. Yaşamın gerçekliğinden uzak. - Japon felsefesi Wabi-sabi, 1500’lü yıllarda ortaya çıkmış Japon estetiğinde geçiş ve kusurun kabulü üzerine odaklanmış bir dünya görüşü. Kusurlu güzelliğin daha estetik olduğunu ve gösterişsizliği savunur. Wabi - sade şıklık, Sabi- kusurlardan keyif almak demektir. Bu bakışa göre hiçbir şey tamamlanmış değildir, her şey hareket halindedir. Bu hareketliliğin tanığı olabilmenin yolu da sadeleşmektir. (Wabi-sabi anlayışının daha duymadan fanı olmuşum demek. Sadeleşmek… Kusurlardan keyif almak, kabul etmek… Ne şahane, öyle değil mi?) Göç Yolları - İnsan ruhsal gelişimin en çok günlüklerden anlıyor ya da gelişmeyişini… Günlükler iç dünyanın en büyük aynası ve adeta cisimleşmiş bir kişisel hafızası. Kişinin olduğu haliyle kendiyle konuşması, yüzleşmesi, kendinden saklanması… Ve belki de en önemlisi her şeyin olup bittiğini, geçtiğini gösteren bir zaman reçetesi orası. Eşya da Konuşur - Hatırlamanın yükü hiçbir şeye benzemez, bu sebeple unutmak istersiniz. Hatırlamanın yükünü veya unutmanın hafifliğini eşyaya yükleyebilir mi insan? Duygusal mesafe koyamadığımız şeylere fiziksel mesafe koymak işe yarar mı? (Cevap veriyorum, yarar sanıyorsunuz ama yaramıyor!) Kutsal Kitap, Kutsal Yaşam - Kitapların dokunulmazlığı yoktur, altını çizerseniz, sayfayı kıvırırsanız, üzerine notlar alırsanız kitap tanrısı sizi cezalandırmaz. Tam aksine memnun olur. Çünkü kitabın canına can katarsınız. - İnsanın kendi ile çelişmesi, o ilişkiyi tamir edebilmesi müthiş bir zenginlik. Dolayısıyla bir teslimiyet işidir yazmak. Dünya Küçük Şehirler Büyük - Bir şeyin içindeyken, o şey hep uzak, hep eksik, hep kusurlu; dışına çıkıldığındaysa insan kendisine şimdinin iktidarından fazla bir bilgiçlik, ham bir olgunluk tahsis ediyor, geçmişine kibirli bakmak insan evladının bir özelliği olsa gerek. “Şimdiki aklım olsa başka türlü olur!” Ne uydurmaca ama! - Unutmak, insanın yakalandığı bir durumdu, yapabildiği bir şey değil. Unutmaya yakalanmak istiyordum. Unutmaya maruz kalmak. Kaybolmayan - İyi olan, yok olmaz biliyorum. Zayıf düştüğünde sana güç verecek başka bir şeye dönüşür. Sarı Bina - Her şey kendi vaktinde oluyor, kendi vaktinde bitiyor. Çiçeğin de, aşkın da, ayrılığın da, yolculuğun da, değişimin de hep kendi zamanı var. Doğayla Onarılmak - “Bir kez kendini bulan birinin bu dünyada artık kaybedecek bir şeyi yoktur.” Stefan Sweig, “Olağanüstü Bir Gece” Pelte Kıvamı - Yeni bir karar arifesinde bir pelte gibi kalıveriyorum durduğum yerde. Öylece. Ne ileri ne geri… Ne şimdide ne gelecekte. Arafta, muallakta… Zamanın içinde yayılmış, pelteleşmiş. Ne saati farkında, ne mevsimi… Tüm vakitleri askıya almış. Aktif bir eylemsizlik içinde ya da hamarat tembellik halinde. (Aynı ben. Aynı kaynım gibi oldu farkındayım ama ben de bir karar öncesi tam olarak böyle hissediyorum. Zamanı durdurmak, her şeyi bırakıp gitmek ama hiç var olmamış gibi, yok olmak, görünmez olmak...) Parçalı Bulutlu - Kışını görmediğimiz bir yeri tam olarak bilebilir miyiz? Peki üzüntüsünü, yarasını görmediğimiz birini tam olarak sevebilir miyiz? Tuğca Isıyel çok tanıdık, çok bildik, çok benden yazmış dedim ya hani; kitabı bitirince insanın hâlâ içinde tanımadığı, bilmediği duyguların olduğunu bir kitap vasıtasıyla keşfetmesi ne tuhaf diye düşündüm. Kitap o kadar güzel ki kitap üzerine ne yorum yazsam yavan, kendime dair ne eklesem eksik kalacak…
Parçalı Bulutlu
Parçalı BulutluTuğçe Isıyel · Okuyan Us Yayınları · 202290 okunma
·
236 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.