Gönderi

İşkence, birçok dünya ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de iktidar tarafından bir kontrol yöntemi olarak görülen bir insan hakları suçudur. Üçüncü bir kişinin işlediği veya işlendiğine dair şüphe duyulan bir suç nedeniyle cezalandırma, ayrımcı davranışlar, bilgi alma, itirafta bulundurma gibi amaçlarla kamu görevlisinin kendisi veya başkası adına üçüncü kişiye karşı fiziksel veya ruhsal acı veren fiillerini ifade eder. Türkiye ‘de siyasi, askeri veya ideolojik nedenlerle cezaevlerinde bulunan kişiler için işkence kaçınılmaz ve sistematik bir sorundur. Anayasada yasaklanmış, Türk Ceza Kanunda bir suç olarak tanımlanmasına, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine imzacı olunmasına rağmen bu sorunun önüne geçilememiştir. Özellikle askeri müdahaleler sonrası tutukluluklar ve askeri suçlar nedeniyle askeri cezaevleri bunun en kötü örnekleri olmuştur. Özellikle milliyetçilik duygularının ön planda olduğu, ‘’Türk’’ ulusunu yaratma ve koruma üzerine inşa edilen askerlik görevi sürecinde etnik ve dinsel farklılıkların bir tehdit unsuru görülmesi, ötekileştirme ve etkisizleştirme davranışlarıyla işkenceye başvurulmaktadır. İnsanın maddi ve manevi varlığına zarar veren işkence fiili insanın temel haklarına aykırılık oluşturmasının yanı sıra psikolojisinde de derin ve kalıcı hasarlar bırakmaktadır. İşkence sırasında ve sonrasında oluşan travmalar, dayanıklılık, kırılganlık, kuşaklar arası travma geçişleri gibi psikolojik sonuçları bulunmaktadır. Bu makalede işkencenin yaygın bir biçimde görüldüğü askeri cezaevlerinin gerçekleştirdiği işkenceler, nedenleri, işkence suçunun ihlal ettiği temel haklar ve işkence mağdurlarının psikolojik durumları ele alınmaktadır. İşkence Nedir? İnsanlık tarihi kadar eski geçmişe sahip bir zulüm yöntemi olan işkence, eski çağlarda itiraf ve cezalandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Günümüzde işkencenin yasalara aykırı olduğu ve insan haklarına yönelik ihlal teşkil ettiği kabul edilmiş olması bunun alenen değil gizli ve kapalı kapılar ardında yapılmasını engellememiştir. Uluslararası Af Örgütünün 2014 yılı verilerine göre Türkiye dahil olmak üzere dünyanın dörtte üçü işkenceyi yasaklarken devlet çalışanlarının işkence uygulamaya devam etmesi gibi ciddi bir problem devam etmektedir. 2013 yılında Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliğinin yaptığı araştırma verilerine göre 50 milyonun üzerinde ülkesini savaş, kötü muamele ve siyasi baskı gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalmış olup bunların %5 – 35 arasında değişen oranlarla işkenceye maruz kaldığı bilinmektedir. Fakat resmi verilerin dışında işkenceye maruz kalarak ülkelerinde kalmaya devam eden milyonlarca birey olduğu tahmin edilmektedir. Birleşmiş Milletler işkence nedeniyle iltica eden ya da iadesi halinde işkenceye tabi tutulacağına dair şüphe bulunan mültecilerin geri gönderilmelerini, sınır dışı edilmelerini ve menşe ülkelere iade edilmelerini yasaklamaktadır. Yine sınır dışı, geri gönderme ve iade hallerinde işlemi yapacak olan devlete ilgili ülke hakkında insan hakları ihlallerine dair hususların dikkate alınması yükümlülüğü getirilmiştir. Kanadalı psikoloji profesörü Peter Suedfeld ‘e göre işkencenin beş nedeni vardır. Bunlar; kişiden bilgi temin etmek, itiraf ile bir suçu üslenmesini sağlamak, beyin yıkamak, korkutma ve kişiyi hayattan soyutlayarak davranışlarını bozmaktır. Bunların yanı sıra intikam ve sadizm güdüleriyle gerçekleştirme, cezalandırma, aşağılama ve kişiyi tahrip etmeyi de ek olarak sınıflandırmıştır. İşkencenin hedefleriyle eş zamanlı bulunan bileşenleri ise; maruz bırakılan kişinin bitkin hale gelmesi, zaman – mekan – kişi kontrolünün yapılamaması, dehşet halinin varlığı, işkenceye bağımlı hale getirmedir. İşkence yöntemleri ise altı başlık halinde kategorize edilmiştir; aktif fiziksel acı verme (dayak, elektrik şoku gibi), pasif fiziksel acı verme (rahatsız edici pozisyonda tutma, fiziksel tükenişe zorlama, aşırı sıcak veya soğuk koşullar gibi), aşırı tükenmişlik sağlama (tıbbi bakımdan , yeme, içme gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakma), ölüm korkusu yaratacak davranışlar (su altında bekletme, sahte infaz, uzun süre susuz bırakma gibi), hem fiziksel hem psikolojik etki oluşturacak yöntemler (aşırı karanlık veya aydınlık ortamda uzun süre bekletme, uyku mahrumiyeti, aralıksız sorgu gibi), psikolojik yöntemler (ölüm, iğdiş, tecavüz tehditi, işkence izletme, çıplak bırakılma, tek başına uzun süre gözaltı, göz bağlama gibi). Araştırma ve belgeleme süreçleri için işkence yöntemleri sınıflandırılmış olsa da bir bütün olarak uygulanır ve etki doğurur aynı zamanda bu işkence yöntemler eş zamanlı olarak bir arada uygulanır. İşkencenin Hukuki Boyutu Kişinin bedensel ve ruhsal bütünlüğüne gerçekleştirilen eziyet anlamına gelen işkence, 20. Yüzyılda insan hakları kavramının ortaya çıkması ile gündeme gelmiş olup İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası hukukta kült kabul edilen metinlerinde yer almış ancak genel bir tanımı bulunmamaktadır. İşkence kavramı hukuki boyutta; İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ nde kamu görevlisi tarafından uygulanan fiziki veya manevi ağır acı ve ızdırap veren filler olarak tanımlanırken Türk Ceza Kanunu ‘nda ek olarak insan onuru ile bağdaşmayan, kişinin algı ve irade yeteneğine etki eden aşağılayıcı davranışlar olarak belirtilmiştir. Uluslararası metinlerde yeknesak bir tanım bulunmasada en kapsamlı ifade Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde yer almakta ve teknik olarak işkence kabul edilmeyen kötü muameleyi dahi işkence olarak nitelendirmektedir. Aynı biçimde Türk hukukunda da Yargıtay kararları ile bu tanımlama kabul edilmiştir. İşkence suçu yasa ile korunan birçok hakkı ihlal etmekle beraber hukuki olarak çok boyutlu bir kavramdır. İşkence, devlet idaresi aleyhine işlenen bir suç olmasına rağmen Türk Ceza Kanunu’nda kişilere karşı işlenen suçlar kısmında düzenlenmiş ve yasa koyucu bu suçta bireyi merkez kabul etmiştir. Bu suç bireyin bedensel ve manevi bütünlüğüne zarar vermekte olup yasa koyucu tarafından korunan menfaat, kişinin vücut bütünlüğü ve haysiyeti olarak belirlenmiş olsa da işkence nedeniyle bir gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin gerçekleşmesine engel durumlar da ortaya çıkabilmektedir. Bu olası durumlar nedeniyle işkence suçunun irade özgürlüğü, adaletin sağlanması, kamu idaresinin menfaatlerine yönelik hakları koruduğu kabul edilebilir. Bu yönüyle de işkence suçunun sadece kişilik haklarını korumadığı, toplumsal düzeni sağlaması ve kamu idaresinin işleyişini koruması sayesinde karma nitelikli olduğu söylenebilir. Yapı itibariyle özgü suç olup sadece kamu görevlisi bu suçun faili olabilirken suçun mağduru herkes olabilir. Ancak yasada bazı haller nitelikli hal olarak sayılmış ve bu kişilere karşı suçun işlenmesini cezanın ağırlaştırıcı nedeni kabul etmiştir. Bunlar; mağdurun çocuk olması, kendini savunamayacak olması, gebe olması, avukata veya başka bir kamu görevlisine görevi nedeniyle işlenmesi halleridir. Askeri Cezaevlerinde İşkencenin Nedenleri Türkiye ‘de cezaevlerinde işkence yapılmasının, bu işkencelerin günümüze kadar devam etmesinin sebeplerini bulmak ve Türkiye ‘nin etnik ve dini çatışmalara yol açan atmosferi anlamak için tarihsel geçmişe bakmak gerekir. Özellikle Diyarbakır Askeri Cezaevi akıl almaz vahşetlerin yaşandığı, Kürt – Türk toplulukları arasında sorunların temellendirilerek kalıcı hale gelmesine neden olan olayların yaşandığı yerdir. Muhteşem Osmanlı olarak görülen İmparatorluğun çöküşü ile tarihi başarısızlık resmedilmiş ve takıntılı milliyetçilik travması toplumu etki altına almıştır. 1923 ‘te bağımsızlığın ilanı ile bu travma çözülmemiş olup elitist milliyetçilik anlayışı geliştirilmeye çalışılmıştır. 1960 yıllarında dünya çapında bir milliyetçilik anlayışı ortaya çıkmış ve Türkiye ‘de bu rüzgarın etkisine girmiştir. 1971 ‘de gerçekleşen askeri darbe ile toplumsal gerilim tırmanmış ve rejimi tehdit edecek unsurlar ortaya çıkmıştır. 1980 yıllarında ise siyasi anlaşmazlıklar ve aşırılıklar ortaya çıkarak toplumsal ayrışmaya neden olmuş ve sağ – sol görüş ayrılıkları silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Cezaevlerinde gerçekleşen yasa dışı uygulamaların ortaya çıkarılması, Kürt kimlik imhasına yönelik şiddetlin engellenmesi ve Kürt – Türk halkı arasındaki ayrılıkçı algıların ortadan kaldırılması hedefiyle ‘’Diyarbakır Askeri Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu’’ kurularak toplumsal travmayı onarma süreçleri geliştirilmiştir. Cezaevinin işkence yapılmasında temellendirdiği öğeler; askeri disiplin ve eğitim, kürtlük ve kürtçenin aşağılanması ile kimliksizleştirme, fiziksel ve psikolojik baskı ile sakat bırakma veya öldürme, itirafçılaştırma, Türk milliyetçiliğinin sembolik hale getirilmesi ve bu nedenle saldırganlıkla özdeşleştirilmesidir. Askeri cezaevlerinin mahkûmiyet gerekçelerinden biri de vicdani ret için imkân tanımayan askerlik görevini zorunlu bir görev olarak tanımlayan yasalardır. Vicdani ret, ahlaki, insani, politik, dini veya felsefi nedenlerle hukuki bir zorunluluk olan askerlik görevinin yerine getirilmemesini ifade eder. Temelde ise vicdani ret, sivil itaatsizlik gibi şiddet içermeyen, zorunlu askerliğe, savaşa ve öldürmeye karşı bir tutumu barındırır. Türkiye ‘nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ‘nin düşünce, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 9. Maddesi kapsamında değerlendirmeyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi işkence ve kötü muameleye yasağı ile ayrımcılık yasağı ihlali olarak ile vicdani retçiler lehine karar vermiştir. Ayrıca Avrupa Konseyi bir kararında “zorunlu askerlik hizmeti olduğu halde, vicdani sebeplerle silah kullanmayı reddeden herkes, tavsiye kararında belirlenen şartlar dahilinde hizmetten muaf tutulmalıdır. Bu kişiler, bunun yerine alternatif hizmet yapabilir” şeklinde vicdani ret olgusuna daha hümanistik bir yaklaşım sergilemiştir. Türkiye ise Avrupa Konseyine üye olup vicdani reddi tanıman tek devlettir ve bu konuda herhangi bir yasal düzenleme bulunmamakla beraber vicdani ret açıklaması yapan kişiler hakkında emre itaatsizlik ve/veya halkı askerlikten soğutma suçları işlediği gerekçesiyle de ceza verilmektedir. Vicdani ret kavramının mevzuatta düzenlenmemiş olması nedeniyle bu nitelikteki eylemler yargılama sürecinde ‘’yoklama kaçağı’’, ‘’firar’’, ‘’emre itaatsizlik’’, ‘’halkı askerlikten soğutma’’ gibi farklı suç fiiller olarak değerlendirilmekte ve bu eylemlerin sahipleri çoğu zaman kastı bulunmayan suçlardan yargılanmaktadırlar. Bu durum hukuk düzleminde; suçta kanunilik ve adil yargılanma ilkesi gibi birçok aykırılıkları barındırmakla beraber bu kişilerin manevi bütünlüklerine de zarar verilmektedir. Vicdani ret hususunda uluslararası basında dahi ilgi uyandıran açıklamalarıyla Mehmet Tarhan 2001 yılında ‘’şiddet yanlısı her türlü eylemin karşıtı olduğu, devlet olgusunun gerekliliğine inanmadığı, devletin ordu veya başkaca bir kurumuna hizmet etmeyeceğini, insanlığa hakaret olarak gördüğü askerlik hizmetini reddettiğini ve eşcinsel olduğunu’’ belirtmiştir. Kendisine Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’nin 17/B-3 ve 17/0-3 maddelerinde eşcinselliğin ileri derecede psikoseksüel bozukluk olarak askerliğe elverişsizlik hali kapsamında rapor alması tavsiye edilmiş ancak Tarhan salt askerlik görevine değil militer düzene karşıtlığı savunduğu gerekçesiyle bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine 11 Nisan 2005 tarihinde tutuklanarak Sivas 2. Sınıf Askeri Cezaevine sevk edilmiş ve cezaevine geldiği andan itibaren ayrımcılık, insanlık dışı muamelelerle işkenceye maruz bırakılmıştır. Askeri Cezaevlerinde İşkence Örnekleri Kıbrıs ‘ta zorunlu askerlik görevini yerine getirirken disiplin koğuşunda kaldığı süreçte gördüğü işkenceler nedeniyle 12 Ekim 2011 ‘de hayatını kaybeden Er Uğur Kantar ile dört askere işkence uygulamaktan Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan gardiyan ‘’Neticesi sebebiyle ağırlaştırılmış işkence’’ ve ‘’Kamu görevlisinin sahip olduğu nüfusu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama’’ suçlarından hapis cezası almıştır. Yargılama sürecinde dilenen tanık ve mağdurlar yapılan işkence fiillerinin zevk amaçlı yapıldığı, tıraş olmama, yatak düzeltmeme, kepi düzeltme gibi bahanelerle bedensel bütünlüğe zarar verici şiddet eylemlerinin uygulandığı, temel ihtiyaçların giderilmesine engel olunduğu belirtilmiştir. Fakat davada bu eylemler sanığı koruyacak ve cezayı azaltacak mahiyette işkence suçu olarak değil kasten yaralama suçu olarak kabul edilmiştir. Hukuka aykırı bir biçimde yapılan bu değerlendirmeler ise işkence suçunu sona ermesine engel nedenlerden biri olarak görülebilir. Zorunlu askerlik görevini yerine getirirken hırsızlığa teşebbüs suçlaması ile 27.06.2005 tarihinde tutuklanarak 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Askeri Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne sevk edilen er M.P. cezaevine girdiği gün gördüğü işkence nedeniyle aynı gün hastaneye sevk edilerek 27.07.2005 tarihinde hastanede hayatını kaybetmiştir. Gerçekleşen ceza yargılamasında gardiyanlar, erin saldırgan davranışlarına zor kullanmak zorunda kaldıklarını ifade etmişler ve düzenlenen tutanakta erin bunalıma girdiği, tutuklama esnasında kendisine ve etrafına zarar verdiği belirtilmiştir. Ancak davada tanık olarak dinlenen başka bir er telefon bulundurmaktan aynı Askeri Ceza İnfaz Kurumunda kaldığını ve hayatını kaybeden er ile aynı anda giyinme odasında bulunduğunu, bu sırada kalın sopalarla kendilerine vurulduğu, soğuk suya sokulduklarını, çıplak şekilde çök – kalk komutlarıyla uzun süre bekletildiklerini, tehdit edildiklerini ve dövülme korkusuyla söylenen her şeyi yaptıklarını ifade etmiştir. Yargılama sürecinde Askeri Ceza İnfaz Kurumunda başka tutuklu ve hükümlülerin de işkenceye maruz kaldığı yönünde deliller elde edilerek soruşturmanın kapsamı genişletilmiştir. Bu süreçte delil olarak sunulan tutanaklarda imzaların sahte olduğu, gerçeğe aykırı olarak tutanak düzenlendiği tespit edilmiştir. Buna rağmen Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi sanık hakkında er M.P. ‘ye yönelik işkence suçunda öldürmeye dair kastı bulunmadığı gerekçesiyle iyi hal indirimi uygulamıştır ve ortaya çıkan diğer suçlarla ilgili delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiştir. Bu karara karşı Yargıtay ‘a başvuru yapılmış ve Yargıtay incelemesinin de olumsuz sonuçlanmasından sonra Askeri cezaevinde maruz kaldığı işkence nedeniyle hayatını kaybeden er hakkında gerçekleşen yargılamadaki eksiklikler sonucu Anayasa Mahkemesi ‘ne 2015 yılında yapılan bireysel başvuruda ‘’yaşam hakkı’’ ve ‘’işkence yasağı’’nın ihlaline karar verilerek sistematik olarak işkence suçunun uygulandığı görülmüştür. İşkencenin Psikolojik Etkileri İşkence, kişide bedensel ve zihinsel travma yaratan bir suçtur. Travma ise sadece bireysel bir olgu olmayıp toplumsal olarak da etki yaratan bir psikolojik sonuçtur. Türkiye ‘de askeri darbeler sonucu yaşanan karanlık süreçler, uzun süreli yargılamalar, haksız gözaltılar ve işkencelerle toplumun güven duygusu ve benliğinde oluşan hasar insan haklarına bakış açısını da değiştirmiştir. Bu dönemlerde özellikle Diyarbakır Askeri Cezaevinde Kürtlerin ağırlıklı olması ve burada kimlik imhası, ötekileştirme hedefleriyle Türk ve Kürt haklı arasında ayrışmaya neden olacak bir toplumsal algı oluşturulmuş ve geleceğin inşasında birçok soruna gebe bırakılmıştır. Travma, tanımında belirtildiği üzere ezici ve yıpratıcı özelliktedir. İnsan kaynaklı travma olan işkence ise; duygusal, bilişsel, zihinsel olarak kalıcı zarar verici niteliktedir. Kişide emniyet ve güven duygusuna derin hasar vermekle beraber kişinin sınırlarını ihlal etmesi nedeniyle kişinin benliğine, duygusal varlığına, kimlik duygusuna, adalet inancına zarar verebilir. Pişmanlık, utanç, suçluluk duyguları güçsüzlük, korku, öfkeyi besleyerek ruhsal buhran, anksiyete, sinirlilik, saldırganlık, duygusal kararsızlık, sosyal geri çekilme, depresif durumlar, uykusuzluk, kabuslar ve cinsel sorunlara yol açabilir. Doğrudan psikolojik etki doğurabileceği gibi fiziksel zararla meydana gelen dolaylı psikolojik etkilerde söz konusu olabilir. İşkence kaynaklı uzuv kaybı, engellilik veya çeşitli sağlık sorunlarının sonrasında ortaya çıkan uyum sorunu, statü kaybı, psikolojik sorunlar ikincil sorun olarak nitelendirilebilir. Yapılan araştırmalarda sıklıkla karşılaşılan psikolojik etkiler; travma sonrası stres bozukluğu, benlik algısının değişmesi, kişilerarası ilişki kurma sorunu, hayat felsefesinin kaybedilmesi gibi olumsuz sonuçları belirlenmiştir. Asıl önemli sorun ise travmanın öznel bir yapısının var olmasıdır. Travma bu yapısı gereği farklı bir duyu olarak kişinin psikolojisinde yer edinir ve farklı olaylar karşısında veya farklı kişiler tarafından uyandırılarak olumsuz sonuçları ortaya çıkarılabilir. Ayrıca işkencenin ortaya çıkardığı olumsuz etkileri neyin travmatize edeceği veya neyin tetikleyici olabileceği önceden kestirilmesi mümkün olmayıp deneyim ile sınırları inşa edilen bir olgudur. Bu nedenle bir travmanın olumsuz sonuçlarına ilişkin terapi ve tedavinin bağışıklık kazandırabileceğini ifade etmek oldukça zordur. İşkence travması üzerine bilimsel araştırmalar 1970 ‘li yıllarda yapılmaya başlanmış ve psikotravmatolojinin bir dalı olarak ele alınmıştır. İşkence sonrası psikolojik rahatsızlıkların nedenleri olarak; başkaca travmatik olayların varlığı, işkencenin birey üzerindeki somut etkileri, genel şiddet faktörü, işkence ile zamansal yakınlığı bulunması görülmüştür. Yapılan araştırmanın sonuçları işkence mağdurlarının %30 ‘unda travma sonrası stres bozukluğu, %31 ‘inde depresyon görülmüş olup kaygı bozukluğu, aile ve sosyal ilişkilerde bozukluklar gibi diğer psikolojik etkileri bulunmaktadır. İşkence sadece mağdurunu etkilemekle kalmayıp işkence mağdurlarının çocuklarında da psikomatik belirtiler, gelişim ve öğrenme bozuklukları, depresyona yatkınlık görülmüştür. Bazı araştırmacılar işkence sonrası etkinin klasik travma sonrası stres bozukluğu ile tanımlanmasının yetersiz kalacağını ve karmaşık bir model olup bu modelde ek olarak hafıza bozukluğu, halüsinasyon, kişilik değişimi, uyuşturucu madde kullanımı, intihar düşüncesi, psikosomatik başkaca belirtiler olduğunu belirtmektedir. Psikiyatr Lenore C. Terr kısa süreli ve tekli travmatik olayları Tip 1, uzun süreli ve çoğul olaylara bağlı oluşan travmayı Tip 2 olarak sınıflandırır. Tip 2 ‘ye örnek olarak uzun süreli fiziksel ve cinsel istismar, işkence gibi eylemleri verirken bunların psikolojik etkilerini karmaşık travma sonrası stres bozukluğu ile açıklamaktadır. Yapılan bir takım gözlemler sonucunda işkenceye bağlı Tip 2 travma sonrası tekrar eden sıkıntılı rüyalar, yoğun stres, duyarlılık kaybı, kaçınma davranışları, sosyal kapanma, travmanın önemli yönlerini hatırlamama, yabancılaşma, kısıtlanmış gelecek duygusu, öfke patlamaları, konsantrasyon zorluğu, abartılı irkilme, uykuya dalma sorunları, düzensiz uyku sorunları, işkencenin devam ettiği algısı ile yaşama sorunları görülmüştür. Türkiye ‘de ise işkence mağdurları üzerinde psikoloji araştırmalar 1990 ‘lı yıllarda başlamış olup psikopatoloji boyutlarında travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozukluğu, kişilerarası duyarlılık, öfke ve düşmanlık duyguların yoğunluğu, paranoid düşünce görülmüştür. Bu psikolojik bulguların mağdurun cinsiyetine, işkence süresine, cezaevinde kalma süresine, işkencenin şiddetine ve üzerinden geçen zamana göre değişkenlik gösterdiği tespit edilmiştir. Ayrıca tutsaklık yaşantısının aile, sosyal, eğitim ve iş hayatındaki davranışlarını olumsuz yönde etkileyerek kaygı odaklı ilişki kurulmasına yol açtığı belirlenmiştir. İşkence mağduru kişilerde sosyal ilişkilerin kurulamaması sorunlarının yanı sıra çevrenin ve ailenin desteğini alamama ya da bunlardan verim alınamaması gibi olumsuz etkiler ortaya çıkabilir. Tüm bu sonuçların değerlendirilmesi ve ele alınmasında ise tek yönlü ve sonuç kapsamında değil çoklu modelin ele alınması gerekliliği tespit edilmiştir. İşkencenin psikolojik etkilerini belirleyen birçok faktör bulunmaktadır. Bunlar; işkencenin şiddeti, işkencenin öngörülebilirliği, işkence uygulayıcı kişi ile arasındaki bağ, yaş, karakter, işkence uygulanmasının nedeni ve işkence ile hedeflenen amaç gibi değişkenlerdir. Bu etkenler kişinin işkence sonrası hayata ve kendisine karşı yaklaşımına, duyarlılık durumuna, siyasi görüşüne, inançlarına ve olaylara tutumuna etki edecektir. Kişinin işkence sonrası durumlara verdiği tepkinin değişmesi öngörülebildiği gibi kendisi ile ilgili durumları kabullenme süreci de değişebilir veya herhangi bir olay karşısında sonuçları reddetme tepkileri görülebilir. Çünkü kişi, fiziksel ve ruhsal yıkıcı davranışlara rağmen hayatta kalma politikası ile kendisine yönelik gerçekleşen davranışları bir zorbalık neticesinde maruz kalmaktadır. İşkencenin psikolojik etkileri kadar önemli bir diğer husus bu etkilerin artmasını önleyici ve koruyucu faktörlerdir. İşkencenin psikolojik sonuçlarının tedavisine ilişkin yapılan araştırmalarda uyulması gereken ilkeler belirlenmiş ve bu ilkelerin tersi uygulamalarda işkencenin olumsuz sonuçlarını artırıcı etki doğurduğu tespit edilmiştir. Bunlar; iletişim sürecinde zarar verici davranış ve söylemlerden kaçınılması, mağdurun öncelikli ihtiyaçlarının tespit edilmesi ve buna yönelik uygulama ve davranış geliştirilmesi, mağdurun işkenceye yönelik öykünün, hislerinin kendi istediği anda anlatması ve aktarım için zorlanmaması gerekir. İşkencenin sonuçlarına yönelik onarıcı süreçten tek kişinin sorumlu olması, semptomların durumuna göre ilaç desteği alınması, tedavi sürecinin düzenli bir akışla ilerletilmesi, mağdurun fiziksel, sosyal ve tıbbi ihtiyaçlarının vakit kaybetmeksizin karşılanması, duyarlılık gerektiren farklılıklarına özen gösterilmesi, sosyal entegrasyon için grup terapisi desteği alınması, kutsal sayılan değerlerin dikkate alınması, terapötik ilişkinin gerekliliklerini karşılıklı kabullenmek büyük önem arz etmektedir.
·
419 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.