Gönderi

Melankoli Bayramı II: Romantizm ve Öze Dönüş
"Biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti." Der Delacroix. Her ‘ben’in ‘bencil’ olduğu ve insanoğlunun yapay gerçekliğinin, hayallerini balyozla ezmeye başladığı zamane dünyasında bu sözün güzelliğini anlamak elbette zordur. Kendi hakikatini unutan insanoğlu gelişim dediği bir mefhumun ardına sığındı. Fakat böylelikle tahrip ettiği dünya üzerinde kendisini salt aidiyetsizlik duygusu ile baş başa bıraktığı kanısındayım. İnsana dair en güzel özelliklerden biri olan duygulanım, akıl ve mantığın gölgesinde kalmaya mecbur bırakıldı. Issızlaşmanın ve hissizleşmenin moda olduğu çağımıza baktığımızda doğanın muhteşem uyumuna tutunan her şeyin yalnızlaştırıldığını, işe yaramaz hissettirildiğini hatta irticacı olarak nitelendirildiğini gözlemleyebiliriz. Peki ne bu telaş? Neden bu makineleşme arzusu? Evren ve biz olduğumuz halimizle yeterince güzel değil miyiz? Zamanın her bir noktasında benim gibi, bizim gibi kendine yabancılaştırılan insanlar böyle soruları sormuş, doğasının peşine düşmüştür. Fakat 18. Yüzyılın sonuna geldiğimizde bu arayış zirve noktasına ulaşmış ve Avrupa’da büyüleyici bir akım zuhur etmiştir: Romantizm. Günümüzdeki ilk akla gelen çağrışımını (örneğin mum ışığında şarap içip sevişmek) bir kenara bıraktığımızda, Romantizm bana göre öze dönüş hasretidir. Diğer bir deyişle insan tabiatına dikkat çekerek, duygulanım ve coşkunun dışavurumunu özgürleştirmektir. Sözüm ona aydınlanmanın temel tasası olan akılcılık, uyum ve hisleri aklın kontrolü altında tutma fikrine karşı tepkilidir. Bundan dolayı öze duyulan bir özlem vardır ve kişi doğaya dönmek ister. Bu dönüşün en güzel vuku bulduğu yol sanattır. Daha önceleri insanları ortak paydada buluşturan din kavramının yerini bu dönemle sanat alır. Diğer sanat türlerinde sınır tanımayan romantik şiir, duygulara dayalı bir yaşama verdiği önem nedeniyle sonunda müziğe dönüşmeyi arzular. Çünkü romantik şaire göre insan kendini ve ruhunu seslerde ve ezgilerde çok daha iyi tanıyabilir ve hissedebilir, romantizm kurtuluşu bu başkalaşımda aramaktadır. Romantizm sanatın her alanına etki etse de bana göre en güzel eserlerini edebiyat alanında vermiştir. Ya da resimde… Ya da müzik… Karar veremedim şimdi. Örneğin, İngiliz edebiyatının erken dönem romantik şair ve ressamı, tecrübe şarkıcısı, anarşist ve cennet ile cehennemi evlendirebilecek kadar karşıtlıkların dostluğuna inanan
William Blake
William Blake
’in tutku yüklü betimlemelerini okuyup coşku hissetmemek mümkün değildir. “If the doors of perception were cleansed everything would appear to man as it is .Infinite." Öylesine söylenmiş bir söz müdür şimdi? Bilincin edilgenliğinin ‘kendinde şey’lerin özündeki sonsuzluğu algılamayı engellediğini ve bu engelin ancak kişinin gerçekliği kendi dünyasında arayarak aşılabildiğini söyler. Mistizm ve metafizik ne kadar ilgi alanınıza girerse girsin Blake’i anlamak ayrı bir meziyet ister. Bir diğer büyüleyici şair, şiirlerinde sıkça sevgisizlik ve karşılıksız aşkından bahseden Lordum Byron’a “Oh! might I kiss those eyes of fire“ diyesim gelir ama gökten İngiliz şair yağsa benim benim başıma Samuel Johnson düşer. Benzer şekilde en güzel örneklerinden biri,
Alfred Tennyson
Alfred Tennyson
'ın şiirinden ilhamla çizilen ve benim de salonumun bir köşesinden bana göz kırpan John William Waterhouse’un “Lady of Shalott” tablosudur. Peki romantizmle ilgili bize ne anlatır bu tablo? Lady of Shalott'un gerçekliğe veya dış dünyaya bakması lanetlenmiştir fakat bu lanetinin sebebini asla öğrenemeyiz. Tanıdık geldi mi? Dış dünyayı görmek için camın önüne yerleştirilmiş lanetli bir "ayna" kullanmak zorundadır. Bu aynadan dışarıyı görebilir ama duygudan ve gerçeklikten yoksun şekilde. Bir gün aynaya bakarken bir Camelot şövalyesi görür ve Elaine of Astolat kuleden kaçıp kendi gerçekliğine doğru yola çıkar fakat gerçeği anladığı için ölecektir. Bir sandalda tek başınadır. Camelot şövalyesi de yoktur artık. John William Waterhouse aslında aşkın romantizmini işlememiştir burada. Yalnızlığı işlemiştir. 21. Yüzyıla dönecek olursak, aynı şeraitin içerisindeyiz demem yerinde olacaktır. İnsan emeği yerini yapay zekaya ve gereksiz teknolojik gelişmelere bırakırken insanlar yeni bir buhrana sürüklenecek. Zaten kapitalizm ve dayattıkları birçoğumuz için bunalımı beraberinde getiriyorken bu durum git gide insanları yeni bir arayışın içerisine sokacaktır. Benzer şekilde Romantizmin ortaya çıktığı Aydınlanma Çağında da sanayi devrimi ve akılcılık boy gösteriyordu. Tıpkı bizlere de teknolojik gelişmelerin ilericilik olarak dayatılması gibi. Önümüze koyulan seçeneklerin o ya da bu tarafına karar verirken kendimizi özgür hissetmemiz gibi. Veya aslında çarkın kendisiyken dönmek için başkalarına ihtiyacımız olduğunu düşünmemiz gibi. Neo-Romantizmin bir gün geleceğine inanıyorum ya da inanmak istiyorum. Kim bilir belki kaçış hakikattedir yada belki de bunlar sadece benim rüyalarımdır.
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.