Gönderi

Şiir'den
YÜZÜNE YAZDIKLARIM/28 Mart Alya'ma Yüzlerimiz ölüm ilanı vaktin İnkar etme, "yoruldum" deyişinden belli bu Tesettüre girişinden bana her gelişinde Akşam saat dokuzda Kalkıp uyumaya gidişinden. Sen bütün amcaların ecnebi kızı Dizinden yukarısı evde oturmalıydı Türban takmalıydı hatta Birer tay alıp hediye etmeliydi Çocuklara ve onların üvey analarına Bak burası çok önemli Kimisi bakarken Birden bire çöküyor Ağaçlar yaprağını döküyor O an sinirli ve kara bir yağmur Aniden sokaklara iniyor İsmail Annen dul kalıyor bir kez daha Baban gittiği kutsal şehirde Sabaha karşı extaziden ölüyor. Böylece baban En kahraman devrimcimiz oluyor İsmail Hiç deniz görmeyenler Bir kızın yüzünü bölüşüyor Tapu ve kadastro müdürlüğünde Gözlerin yine bana düşmüyor. Oysa her seferinde Süt liman bir geceydi kız Deniz fenerinin özgürlğü için Slogan atmasaydı bazı çevreler Kalbimiz bu suçu işlemeye bilirdi. Ben başa dönüp Havva'yı Bir daha everirdim Adem'le Hem Hilton'da yapardım düğünlerini Habil öldürmezdi belki kardeşini Bu kardeş kavgası biterdi Biz birer seferiyiz Alya Tam bin yıldır doğuyla batı arasında Böyle gidip geliyoruz Atlar ve kılıçlarla. Ölüleri tepelere gömüyoruz Senin mayolu fotoğrafınla Mesaj veriyoruz bir taraftan batıya Diğer taraftan Ortadoğu'ya Extazi satıyor Hüdaverdiler Çok para götürdüler inan Çok kadın öldürdüler bir tel saç için Ve sonra da dönüp Tekmil verdiler Tanrıya Bak bunu ilk defa sana söylüyorum Habil'in kanını Kabil'e içirdi bunlar Son Ankara Savaşı'nda Yıldırımın karısını Timura yedirdiler canlı canlı Çıkıp, aşiret kavgası dediler buna Dökülen kanı Yüzüne sürdüler çarşıdaki hamalın Alın damarlarının Ve de dudak kenarlarının Simsiyah kabardığını gördüler. Şiirden şaire istediğiniz kadar yürüyün o yol hiç bitmeyecektir. Şaire bir türlü varamazsınız. Sisifos efsanesi misâlidir şaire giden yol. O yüzden ben ne yazsam eksik kalır. Hem de çok eksik. Yeraltı dünyası kadar karmaşık ve karanlık olan şaire doğru şiirinden bir adım da ben atmak istedim naçizane. Dünyanın dörtte üçü suysa, müziğin ses, resmin renk, tiyatronun hareket ve edebiyatın da sözcüktür. Sözcük avcısı olan üstaddan beni derin etkileyecek bir söz aramaya çalışacağım bu şiirde.  YÜZÜNE YAZDIKLARIM derken ne diyor bana diye zihnimi kontrol ediyorum. İlk aklıma gelen; el öperken elini vermeyip "yüzüne vursun" diyen bir büyüğüm aklıma geliyor. Sonra şiirin ilk cümlesini okuyorum. "Yüzlerimiz ölüm ilanı vaktin" diyor. Elini vermeyen kişinin "yüzüne vursun" derken acaba şair gibi mi düşündü diyorum. Gönlünün güzelliği yüzüne vursun demek istiyor, diyorum. Şair de şu anki gönlümüzün ölüm ilanını verdiğini yüzümüzde görüldüğünü söylüyor. İlk mısraıda genel konuşurken ikincide hemen özele dönüp, "Yoruldum deyişinden belli bu/ Tesettüre girişinden bana her gelişinde/ Akşam saat dokuzda/Kalkıp uyumaya gidişinden, diyor. Ve bu deyişi ikinci mısraın daha ilk iki sözcüğüyle üstüne ve üstüme basarak "İnkar etme" diyerek kocaman bir suçlayışa dönüştürüyor. İşte beni derin etkileyecek sözcüğ daha ilk satırlarda boynuma atıyor bir kenmet gibi sözcük avcısı olan üstadım. Ya da yaftayı mı demeliydim. "Dizinden yukarısı evde oturmalıydı/Türban takmalıydı hatta." Şimdi de Nesrin Topkapı'nın dans dersi verirkenki sözleri geliyor aklıma. Kalça hareketini öğretirken "Bedeninizin üst kısmı TRT haber spikeri gibi olmalı" diyordu. Dizden yukarısının tutucu olması gereklliğini vurgularken, dizden aşağısının ilerici olduğunu bildiğini sezinletmiştir. Çünkü bir çift çıplak ayaktır tüm şiirleri ona yazdıran. Şair kendi şiiriyle, şiirine gidilen yolda çarpışmıştır. Bu çarpışmayı yolda gördükleri ve yaşadıklarına bağlar. Ecnebi bir kızdır çarpışmaya sebep olan. Yoldaki tüm amcalar, yani yabancılar, sadece o ecnebi kıza odaklıdır. Ve sanki çarpışmadan ecnebi kız suçludur da "Birer tay alıp hediye etmeliydi/Çocuklara ve onların üvey analarına" der  günah çıkartsın anlamında. "İnkâr etme" deyişi işte tam da burada yine aklıma geliyor şiirden şaire yürürken. Yine üstüne basıyor ve en önemli yeri belirtiyor "Kimisi bakarken/Birden bire çöküyor/ Ağaçlar yaprağını döküyor /O an sinirli ve kara bir yağmur/Aniden sokaklara iniyor" Kızın o yolda sadece bir yolcu olmadığını anlıyorsunuz. Ya da en önemli yolcu olduğunu. Çünkü diğerleri kıza bakarken sendeliyor. Şaire  doğru yürüdüğünü hissettikleri için, için için öfkeleniyorlar. Bu öfke "İsmail Annen dul kalıyor bir kez daha/Baban gittiği kutsal şehirde/Sabaha karşı extaziden ölüyor" dizeleriyle annesine ve babasına uzanıyor. Annesi o kadar güzel olmasaydı,  onu ilahileştirmeseydi uyuşturmak zorunda kalmazdı kendini babası. Ve o yolda parçalanan yine kız oluyor. Şair bunu normal görüyor da kendine pay çıkmamasını nasıl anormal  buluyor bilemedim. Bir de İsmail bu şiirin neresinde onu. O bizi baştan çıkaran kız oysa "Süt liman bir geceydi" diyor. Gece hiç süt liman olur mu diyorum. Gece şerdir, canlıdır ve ketum. "Kalbimiz bu suçu işlemeye bilirdi" derken, kalbimizin sadece Allah'a ait olduğunu ama her an kayabileceğini söylüyor. Kalp mihenk taşıdır insanın. Aklın ve gönlün, bedenimizi yönetmesini tertip eder. Ve kalpler Allah'ın ellindeyse ölçü nedir? Ölçü aşktır. Adem'le Havva'nın sevgisidir. İlişkisidir kadın ve erkeğin. Sen ilk erkeği ve kadını nerde evlendirirsen evlendir, sevgi akmazsa kalpten kalbe Kabil katili oluverir Habil'in. Bunu kimse engelleyemez. Engellememelidir de. O kavga olmalıdır. İyi ve kötü varsa eğer ayrılmalıdır birbirinden. "Biz" diyor şair Alya'ya. Yani senle ben. "Seferiyiz" diyor. Yani yolcuyuz. Yani misafiriz. Yani farz namazları iki rekat kılabiliriz ve oruç tutmayabiliriz. "Tam bin yıldır doğuyla batı arasında" Yani biz Leyla ile Mecnun'uz, Hüsrev ile Şirin, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber ve Yusuf ile Züleyha'yız. Yani biz Romeo ve Juliet'iz, Aragon ve Elsa, Dali ve Gala, Lasido ve Dosila'yız. "Atlar ve kılıçlarla. Ölüleri tepelere gömüyoruz." Öldürüyoruz aşka inanmayanları ve ibret olsun diye insanlığa anıt mezar yapıyoruz onlara. Senin mayolu fotoğrafınla/Mesaj veriyoruz bir taraftan batıya/Diğer taraftan Ortadoğu'ya/Extazi satıyor Hüdaverdiler Afrika'daki AIDS'den ölenlerin kemiklerinden yapılan tepeler aklıma geliyor şimdi de. Kendini Şeyh kılığına sokmuş giyinik şeytanlarla kendi mezarımızı kazıyor bir yanımız, bir yanımız giyinik çıplaklığıyla göz kırpıyor batıya. Bir kandırmacadır gidiyor kendimizi. "Çok kadın öldürdüler bir tel saç için/Ve sonra da dönüp /Tekmil verdiler Tanrıya" Bu dizelerle de ay parçası güzellerin zülüflerine dolanıp bunu ilahi aşk adına yaptıklarını ve bundan ekmek yediklerini anlıyorum. Acınılacak bu durumuna bakmayıp bir de Tanrının huzurunda oynuyor son oyununu. Son bölüme "Bak" diye başlıyor dikkat çerek ve bunu ikinci kez yapıyor şair.  Bak diyor üstüne basa basa. "Bak bunu ilk defa sana söylüyorum" diyor. Kardeşi kardeşe düşürdü bu samimiyetsizlik diyor. "Kan içirdi" derken de kardeş görününen  caniler oluverdiler diyor. "Yıldırımın karısını/Timura yedirdiler canlı canlı/Çıkıp, aşiret kavgası dediler buna"  Timur ve Beyazıt, iki Türk, savaştılar, tamam.  Tamam, Despina kırk dördüncü eşi oldu Timur'un. Ama bak yerde kalmadı kardeş kavgasının kanı. "Dökülen kanı/Yüzüne sürdüler çarşıdaki hamalın/Alın damarlarının/Ve de dudak kenarlarının/Simsiyah kabardığını gördüler." Timur öldü ölmesine kulunçtan fakat gel gör ki hamal olan şair daha vermedi son nefesini.
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.