Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

276 syf.
·
Puan vermedi
·
73 günde okudu
282 - Öncelikle susamuru değil su samuru ama bunun üzerinde o kadar durmayacağım. Kitabın ismi benim için kitabı okumaya başlamadan önce merak uyandırıcıydı, okumaya başlayıp kitabın sonuna gelinceye kadar anlamsız ve zorlamaydı, kitabın (en sonunda olmasa da anlatılan hikayenin) sonunda yapmak istediği çarpıcı yeri okuduğumda ise birkaç saniyeliğine bu zorlamaya değdiğini düşünsem ve derinlikli gelse de yine de zorlama konmuş bir isim olmaktan öteye geçemedi benim için. Ama ne de olsa sizin de kitapta dediğiniz gibi “Adlar, adlar yalnızca sembollerdir. Ve biz yaşantımız boyunca sembollerin peşinden koşarız.” öyle değil mi Buket hanım? Taa lise zamanlarımda bir hocamın pek beğenerek önerdiği kitaplar listesinden bir kitaptı bu. O zamandan beri, bugün-yarın diye diye şimdiye kadar geldim okumak için. O zamanlar okusaymışım beğeneceğim ve etkileneceğim birçok hikaye detayına ve anlatım biçimine şimdi cüretkarca burun kıvırabiliyorum. Her ne kadar kitaptan epey bir alıntıyı kendime ayırmış olsam da, her ne kadar hikayenin genel akışını, karakterleri ve birbirleriyle olan ilişkilerini beğenmiş olsam da beğendiğim ve beğenmediğim nitelikleri kıyaslayınca kitabı beğenmekle beğenmemek arasında kalıp beğendiğim tarafların burun farkıyla ağır bastığını görüyorum. Lise çağında, bana önerildiği zamanda okumuş olsaydım direkt “çok beğendim” derdim büyük ihtimalle. Hikayenin genel akışını beğendim çünkü yazar ruh çözümlemelerini, duygu ve düşünceleri gayet makul, mantık çerçevesinde ve ayakları yere basan detaylarla vermiş okura. Yaşadıkları olaylar bağlamında olmasa bile olaylar olurken hissettikleri açısından karakterlerle empati kurmak kolaydı diyebilirim. Mesela eğer profesyonel kariyerimi bir doktor olarak yürütüyor olsaydım Nilsu’nun babası gibi bir doktor olup kendimi sürekli çalışmak üzere laboratuvarıma kapatıyor olabilirdim. Kendi kendime soracağım “Böyle bir yaşantım olsaydı neler olurdu?” sorusuna bu tür bir empatik cevap verdirebiliyor olması hoşuma gitti. Bu tabii asıl hikayenin yanında çok fazla kenarda köşede kalan bir detay ama zaten hayatın tadı ve okuduklarımızdan aldığımız haz o detaylarda değil mi? Öte yandan kitap boyunca sürekli Nilsu’ya kızdım, düşünceleri ve davranışları yüzünden. Nilsu büyüyordu, olgunlaşıyordu ama kendinin de yer yer fark ettiği üzere davranışları asla olgunlaşmıyordu. Bir insan tüm hayatını kıskanç ve ilgiyi sürekli üstünde isteyen huysuz bir ergen gibi geçiremez, geçirmemeli. Bu yaşamın dinamiklerine aykırı. Bu huyunu devam ettirerek hem kendisine hem çevresindekilere sürekli zarar vermesine rağmen en yakınındakilerin (ne kadar yakın olurlarsa olsun) sürekli etrafında pervane olmaları da biraz gerçek dışı geldi. Sonra of ne biçim dağıldılar öyle hepsi bir yana… Nilsu, etrafında olmak istemeyeceğim türden bir karakterdi. Bir de şu Teoman meselesi var. Teoman sanki tam olmamış gibiydi. Tam oturmadı benim kafamda. Tutarsızdı desem somut örnekler üretemeyeceğim ama hissettiğim şey tutarsızlık bence. Nedenini tam açıklayamıyorum ama sanırım hikayede genel olarak yaşanan olaylardan ve gündelik yaşantıdan dolayı böyle hissettim. Bu hissiyat sadece Teoman özelinde de değil, çoğu karakter için kitapta bahsedilen genel gündelik yaşantıya dair oluştu. Anlatıma göre hikaye 70’lerde ve 80’lerde geçiyor. Ne kadar seküler olursan ol, ne kadar aydın, demokrat, okumuş, kültürlü, açık görüşlü vb ne kadar çeşitli niteliğe sahip olursan ol, Türkiye’de herhangi bir dönemde böylesine “ne hayatlar yaşanıyormuş” dedirtecek türden yaşantıya sahip olmak bana biraz gerçek dışı geldi. Tüm hikaye kötü değildi elbette. İlişkilere dair çözümlemeler gayet yerli yerindeydi. İlişkiden kastım sevgililik müessesesi değil, baba-kız, cici anne-kız, anne-oğul, abla-kardeş gibi kitapta bahsedilen çoğu ilişkiye dair söylenen en azından birkaç doğru cümle, yapılan yerinde çözümleme vardı. Beğendiğim kısımların ağır basması ile kastettiğim, işte yazarın bu ara ara ağzımıza çaldığı birkaç parmak bal ile vuku buluyor. Kitabın en sonu ise ne bazılarının bayıldığı kadar dahiyane ve ufuk açıcıydı, ne de yerden yere vurdukları kadar vasat ve gereksizdi. Bence yazar kitabın sonunda sadece biraz katman katmak amacı gütmüş ama bunu yaparken de biraz kolaya kaçmış. Bize anlattığına göre ise bu kolaya kaçış, zor yoldan keşfedilen bir kolaya kaçış olma niteliği taşıyor. “Bomba patladı, herkes öldü, sonsuza dek mutlu yaşadılar.” benzeri bir sonun biraz daha edebi dille yazılanı desem abartmış olmam bence. O “malum” son bölümü okurken başta okurun çözmesi için yaratılmış bir puzzle gibi düşündüm, hatta okurken bir yandan kağıt üzerine ilişki ağaçlarını bile renkli renkli çizdim. Sonra bunun bir puzzle değil de bir aldatmaca olduğunu üzülerek keşfettim. Hadi aldatmaca demeyeyim de, saatlerce emek vererek düğümlü yerleri çözülmüş upuzun bir misinayı olduğu gibi çöp poşetine tıkmış gibi hissettirdi diyeyim.
İki Yeşil Susamuru
İki Yeşil SusamuruBuket Uzuner · Remzi Kitabevi · 20015,7bin okunma
·
136 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.