Gönderi

Söylediklerine gülmekten, hoşuma gitmesinden kaçınmanın yolu yoktu. Ona zaafım vardı; Londra'da geçirdiğim süre de bunu değiştirmemişti. Bütün bunları zaten bilmiyor değildim -muhtemelen zaafım ömür boyu da geçmeyecekti- ama onu yine karşımda bulmak bunu doğrulamış ya da netleştirmişti; o ortalıkta koşuşturup bana aldırmazken istemeden hayran hayran onu seyretmemeye dikkat etmeliydim. Evliliğimiz ve unutulmamış aşkımız bir yana, benim için Luisa birlikte olmayı istediğimiz, birliktelikten hoşlandığımız, varlığı neredeyse bütün tatsızlıkları telafi eden ve fazla bir çaba göstermeden bir ödül misali akşama göreceğimizi bildiğimiz, bütün gün onunla görüşmeyi beklediğimiz -bizi kurtaran da budur- kişilerdendi; kötü anlarda bile yanında olmaktan memnun olduğumuz, onlar neredeyse eğlencenin orada olduğunu hissettiğimiz insanlardandı; onlardan vazgeçmek ya da onlar tarafından dışlanmak bu yüzden bu kadar zordur, çünkü sürekli olarak bir şeyleri kaçırdığımız ya da -nasıl desem- hayatın kenarında yaşadığımız hissini taşırız. Bu kişilerin ölebileceğini düşünmek bizim için dayanılmaz bir şeydir; onlardan uzakta olsak da, onları hiç görmesek de, onların son bulmadığını, dünyalarının, sırf yaydıkları dalgalarla veya soluyarak yarattıkları dünyanın var olduğunu biliriz; yeryüzünün onları barındırdığını, dolayısıyla uzam ve zamanlarının korunduğunu biliriz, uzaktan hayal kurabiliriz: "Evi orada duruyor," diye düşünürüz, "onun adımlarıyla, temposuyla, seslerin ezgisiyle, onun baktığı bitkilerin kokusuyla ve gecesinin durgunluğuyla dolu o atmosfer orada duruyor; ben artık onun bir parçası değilim, ama Cervantes'in ölürken 'pek yakında, sonraki hayatta sizleri memnun mesut görmeyi diliyorum,' diyerek vedalaştığı gülüşler, hoşluklar, zarafet ve şen dostlar orada duruyor." Her şeyin orada durduğunu, bizim için bir anı olduğunu, ama herkes için öyle olmadığını, bizim için artık geçmişte kaldığını, ama gerçekte ya da mutlak anlamıyla geçmişte kalmadığını -bizim onu hep geçmiş gibi algılamamız sadece bir tesadüftür ya da şanssızlık veya bizim kabahatimiz- başkalarının o atmosfere girip çıktıklarını, ve tıpkı bizim o atmosferin, o temponun, hoşlukların, zarafetin, evin ezgisinin, hatta sessiz gecesinin durgunluğunun bir parçasıyken önemsemediğimiz gibi pek de önemsemeden tadını çıkardıklarını bilmek bize yardımcı olur. Her şeyin hoş bir rüya olmadığını, hayal ürünü bir başka hayata ait olmadığını bilmek bizi ayakta tutar. Ben de şimdi o evdeydim, sürekliliğini doğruluyordum, gitmek istemiyordum. Karşımda eğlenceyi temsil eden kişiyi görüyordum, esprisiyle, kararlılığıyla, sık sık dudaklarında beliren gülümsemesiyle, hatta yüksek topuklarıyla. Bir dereceye kadar bu yeterliydi, onun son bulmadığını bilmek, hâlâ yeryüzüne ayak bastığını, hâlâ dünyayı dolaştığını, henüz tek gözü kör, kararsız unutuşa gömülerek yarı yarıya kurtulmuş olmadığını ya da zamanın öte yanında, ölülerin konuştuğu yanında yer almadığını bilmek yetiyordu.
Sayfa 240 - VI GölgeKitabı okudu
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.