Gönderi

Türk Hikayeciliğinin Babası: Ömer Seyfettin
Çocukluğumuzu hatırlayalım. Sokaklarda koşturduğumuz, oyunlar oynadığımız okula gittiğimiz ve hayatın acımasız gerçekleri ile tanışmadığımız zamanlar… İşte bu zamanlarda Ömer Seyfettin’in illaki bir kitabını öğretmenlerimiz bizlere okutmuştur. Falaka, Kaşağı, Yalnız Efe ve nice özgün ve bizlere hitap eden hikayeler… Gelin şimdi Türk hikayeciliğinin Maupassant’ı olarak bilinen Ömer Seyfettin’in hayatını, eserlerini ve dünya görüşünü üstünkörü inceleyelim. Ömer Seyfettin 1884’te Balıkesir-Gönen’de dünyaya geldi. Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, babasının asker olmasından dolayı İnebolu, Ayancık, İstanbul gibi şehirleri ailece dolaştılar. Sırasıyla eğitimine; Mekteb-i Osman-i, Askeri Baytar Rüştiyesi, Edirne Askeri İdadisi, Mekteb-i Harabiye-i Şahane’de devam etti. 1903 yılında Makedonya’da baş gösteren sıkıntılar neticesinde verilen özel hakla imtihansız mezun oldu. 1906’da İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atandı. İzmir’in dönemin şartlarına göre donanımlı bir şehir olması, edebiyat ve kültürel olarak zengin olması Ömer Seyfettin’in kendini yetiştirmesinde önemli bir yer teşkil eder. Burada Baha Tevfik’ten Fransızca, Necip Türkçü’den ise sade Türkçe alanlarında bilgi edindi ve bu alanlarda kendini geliştirmeye başladı. 1909 yılında Selanik Üçüncü Ordu’da görevlendirildi. Balkanlarda ki birçok il ve ilçede görev yaparak bölgeyi tanımaya başladı. Balkanları ve Balkanlardaki çetelerin vahşetlerini anlatan hikayelerini bu dönemde elde ettiği izlenimler vasıtası ile yazdı. Bu dönemlerde birçok yazısını takma isimle çeşitli dergilerde yayımladı. Ziya Gökalp’in arzusu ve Ali Canip Bey’in yol göstermesi ile askerlik görevinden ayrıldı. Eski ismi Hüsün ve Şiir olan derginin ismi Genç Kalemlere çevrildikten sonra tarihe geçen Yeni Lisan makalesini imzasız olarak bu dergide yayımladı-1911/Selanik. Dildeki sadeleşme ve yalınlaşma anlayışının başlamasına vesile olan Genç Kalemler Dergisi yazı heyeti Balkan Savaşının başlaması ile dağıldı. Orduya çağırılan Ömer Seyfettin, askerleri ile birlikte Yanya Kuşatması sırasında esir düştü ve on aylık bir esaret süreci başladı. Bu süre boyunca devamlı olarak okudu ve birçok hikaye yazdı. Bilinen bir gerçektir ki Ömer Seyfettin’in hikayelerinde Balkan Savaşı ve Balkanlar önemli bir yer tutar. Esareti sonrası İstanbul’a döndü ve edebiyat öğretmenliği yapmaya başladı. Bu sürede Bab-ı Ali Baskınının hazırlanışında yer aldı ve akabinde Türk Sözü dergisinin baş yazarlığına getirildi. I. Dünya savaşının yenilgi onu etkiledi ve Anadolu’ya seyahatlere çıktı. Şeker hastalığı nedeni ile 1920 yılında hayata gözlerini yumdu. Hastalığının arttığı zamanlarda bile yazmayı bırakmamış ve birçok dergide yazılarını yayınlatmıştır. Dilin Ömer Seyfettin için önemi son derece büyüktür. Dilde sadeleşmeyi savunmuş ve eserlerinde de bu hususa dikkat etmiştir. Eserlerinde akıcı, yalın ve samimi bir dil kullanmıştır. Olay öykücülüğünü benimsemiş ve yapıtlarını da bu anlayışa bağlı kalarak yazmıştır. Okuyucuyu hiçbir suretle sıkmamış ve gereksiz tahliller, kelimeler, cümlelere yer vermemiştir. Günlük yaşam, Balkanların durumu, kahramanlık, tarih gibi birçok konuda eserler vermiştir. Okuyucuyu bazen güldürmüş ve düşündürmüş; bazense üzmüştür. Özellikle Bomba, Beyaz Lale gibi eserlerinin bir trajediyi anlattığı için çocuklara ağır geldiği ve okutulmaması gerektiğini düşünenlerde hala mevcuttur. Unutulmamalıdır ki
Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin
öncelikle çocuklara ulaşmak istese bile kitlesi yalnızca çocuklar değildir ve keza her yaştan okuyucuya edebi haz vermektedir. Bu sebeple büyüklerin okumayı ihmal etmemesi gereken yazarlarımızdandır. Hikayelerinde genelde çocuk temasını işlemiş ve çocuklara ulaşmayı bir görev olarak üstlenmiş bir yazardır. Her ne kadar sadece Türkçü bir anlayışta yazdığı söylense de bu eksik bir yorumdur. Türkçülük, millilik ve İslam’ın önemini kavramış, bunların birbirinde ayrılamayacağını söylemiş ve eserlerinde buna sıkça yer vermiştir. Özellikle de Türklük Ülküsü, Yarın ki Turan Devleti gibi eserinde dinin ne kadar önemli olduğunun üzerinde durmuştur ve millet kavramını şu şekilde açıklamıştır: Bir lisanla konuşan ve dinleri bir olan bütün insanlar… İmparatorluğun son ve en sıkıntılı dönemlerinde milletimizin uyanmasını ve büyük mefkureleri etrafında toplanıp taarruza geçmesini sıkça istemiştir. Diğer milletlerin mefkurelerinden ve uyanışlarından bahsetmiş, mefkuresi olmaya milleti bir hayvan topluluğuna benzetmiştir. Ona göre yılmak ve geleceği umutsuz görmek yanlıştır. Yazarlığı kendine meslek edinen ilk yazarımız olan Ömer Seyfettin birçok hikaye, makale ve düşünce bırakmıştır bizlere. Mustafa Kemal’in masasından kitaplarını eksik etmediği, yazdığı hikayelerin çocuklara ağır gelip gelmediğinin tartışmasının hala sürdüğü, yerli ve milli bir yazar olan Ömer Seyfettin’i rahmetle anıyorum.
Ömer Seyfettin
Ömer Seyfettin
·
119 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.