Gönderi

Demişti...
Mustafa Kemal Paşa'nın Ünlü Uyarı Raporu (20 Eylül 1917) Mustafa Kemal Paşa, içinde bulunulan ve gittikçe kötüleşen idari, mali, askeri durum nedeniyle ve kötü yönetim yüzünden Enver Paşa'ya ve hükümete kızıyor, özellikle Almanların her dediklerine ve istediklerine kayıtsız teslim olunmasını içine sindiremiyordu. Bu ne denle oturdu 20 Eylül 1917 tarihinde bir rapor yazıp Sadrazam Talat Paşa'ya, Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya, 4. Ordu Komutanı [artık Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanlığı adını almıştı] Cemal Paşa'ya bu raporu gönderdi. Ne garip tecellidir ki raporu gönderdiği üç paşa, İttihat Terakki'nin ünlü üç paşasıdır, Osmanis Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında girme sorumluluğunu en üst düzeyde taşıyan üç paşadır, bir yıl kadar sonra yapılacak olan ateşkes üzerine 1 Kasım 1918'de Türkiye'den kaçmak zorunda kalacak olan üç paşadır. Mustafa Kemal Paşa onlara bu raporuyla adeta yaklaşan felaketi haber vermiştir ama ne yazık ki onu iyi değerlendirememişlerdir. Mustafa Kemal Paşa'nın bu raporu yazmasında etkin olan noktalardan biri de Enver Paşa'nın bu bölgeye yönelik aldığı son kararlar dir. Bu kararlara göre: 1. Sina Cephesi Komutanlığı 8. Ordu adını alacaktır. İki Gazze vu- ruşmasını yönetmiş olan Alman von Kress Paşa bu ordunun komu tanı olacaktır. "Umumi vaziyet hakkındaki acizane mütalaalarımı aşağıda arz Memleketin mukadderatını idarede sorumlu ve ilgili olan zatı devletlerinin ifadelerimi hiçbir bedbinliğe ve telaşa hamletme- ediyorum. yerek kemali itidal ve ciddiyetle telakki edeceklerine olan itimadım, mülahazalarımı ihata edebildiğim e olmuştur. en geniş mikyasta, tasvire saik 1) Memleketin umumi hali her şeyden önce dikkati çekmektedir, halk ile idare arasındaki bağlar sarsılmıştır. Evlerinde kalanlar -ki kadınlardan, âcizlerden ve firarilerden ibarettir- her bakımdan hü kümetten uzak kalmakta menfaat görüyorlar; çünkü mülki ve askeri idareler bunların emekleriyle elde ettikleri, kendilerinin hayatlarını idameye bile yeter miktarda olmayan mahsullerini inat ve israrla is temek ve almak mecburiyetindedirler. Hükümet anarşiye sürüklenen umumi hayatı idareden tamamen âciz bir hale düşmüştür; bu yüz den adalet ve hakkaniyete aykırı hareketlerde bulunmak zaruretini duymakta, böylece ahalinin nefretini artırmaktadır. Zabıta kuvveti yoktur; memurlar ihtiyaç derdiyle irtikaba [rüşvete] alışmışlardır. İhtikâr [vurgunculuk] ve suistimaller almış, yürümüştür. Adalet cihazı işleyememektedir. İaşe, ticaret ve iktisat işleri müthiş bir süratle çökmeye başlamıştır. Bir para meselesi, yani kâğıt paraya olan itibar ve itimatsızlık ortaya çıkmış bulunuyor; bu dert ahalide ve memur- da geleceğe karşı emniyet duygusunu yok etmektedir. Kısaca, harp devam ettiği takdirde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her yüzden çürüyen büyük saltanat binasının bir gün, birdenbire, içinden ve toptan çökmesi ihtimalidir. 2) Umumi askeri durumda harbin yakında biteceğine dair bir işaret mevcut değildir. Müttefiklerimizin askeri darbelerle düşman- larımızı sulha zorlamaları artık bahis konusu olamaz. Almanlar sevkülceys [strateji] idaresini 'geliniz bizi mağlup ediniz' esasına bağlamışlardır. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklar ve kendilerine göre emin bir sonuç alıncaya kadar harbi devam ettire bilecekleri görülüyor. Bütün bunlardan, 'harp daha devam edecektir ve onu sona erdirmek bizim partinin elinde değildir' neticesini çıkar mak lazım gelir. 3) Ordumuz harbin ilk devirlerine nispetle fevkalade zayıftır. Birçok orduların mevcutları, lazım olan miktarın beşte biri gibidir. Memleketin insan menabii, noksanı ikmale muktedir değildir. a) Garpta düşmanla doğrudan doğruya temasımız yoktur. Ancak payitahtımızın cihanla olan deniz muvasalası (ulaşımı) yüzünden ve çevresinin memleketin en zengin mintıkası olması bakımından bu 2. Dördüncü Ordu Kumutanlığı "Suriye ve Batı Arabistan Genel Komutanlığı" adını almış olup onun başında yine Cemal Paşa kal mıştır. Yemen ile Asir'deki birlikler de ona bağlanmıştır. Ancak Fi listin savaş bölgesi ondan ayrılmıştır. Böylece merkezi Şam'da olan Cemal Paşa'nın elinden başlıca savaşan ordu alınmış, ona Hicaz'la haberleşilmesi bile son derece güç veya imkânsız olan Yemen gibi uzak bölgeler bırakılmıştır. 3. Sekizinci Ordu (von Kress) ile Kudüs Sancağı'nın kuzey sınırla rına kadar genişletilen Kudüs Menzil Müfettişliği bölgesi savaş böl- gesi sayılarak Falkenhayn'ın komutanlığı altına verilmiştir. Aynı za manda Halep bölgesinde toplanan 7. Ordu [başında Mustafa Kemal Paşa) ve Irak'taki 6. Ordu [başında Halil Paşa] Falkenhayn'ın buyru ğu altındadır ve Falkenhayn bu iki ordunun birliklerini de istediği gibi kullanabilecektir. Özet olarak Suriye ve Filistin'de iyice karışık bir durum ortaya çıkmıştı. Suriye, Beyrut ve Halep valileri resmen Cemal Paşa'yla bağ lantılı kalmakla birlikte Falkenhayn'a bağlı birliklerin de bölgesi içi- ne giriyorlardı. Bundan başka, savaşı yönetmek bakımından Cemal Paşa'ya gerçekten bir iş kalmamıştı ve bütün yetkiler Falkenhayn'a geçmişti. İşte Mustafa Kemal Paşa gönderdiği raporun 5. maddesiyle bu durumu önlemeye çalışmakta, her ne olursa olsun ille de Falken- hayn'ın Sina Cephesi vuruşmalarını yönetmesi isteniyorsa, bunu bir Müslüman Osmanlı Komutanı'nın genel yönetimi altında yapması, yani savaşın genel yönetiminden, keza mülkiye makamları ve Arap oymaklarıyla temastan bir Müslüman Osmanlı'nın sorumlu olması gerektiğini ileri sürüyordu. Aslında Mustafa Kemal Paşa böyle yazmakla, üzerinde iki amirin (Falkenhayn ve Cemal Paşa) olmasına kendiliğinden razı oluyor de mekti. Enver Paşa'nın kararına göre Mustafa Kemal'in bir tek amiri olacaktı: Falkenhayn. Fakat Mustafa Kemal Paşa yurdun selameti bakımından buna razı olacağını söylemektedir. Ancak eğer kendi ordusu Sina Cephe si'ne taşınmaktayken Ingiliz saldırısı başlar ve birlikleri perakende olarak 8. Ordu Komutanı von Kres'in emrinde ateşe sürülecek olursa böyle bir durumu kabul edemeyeceğini ve o vakit von Kress'in yerine komutayı alacağını söylemektedir. Rapor, sadeleştirilmiş ve özet olarak şöyledir: "Umumi vaziyet hakkındaki acizane mütalaalarımı aşağıda arz Memleketin mukadderatını idarede sorumlu ve ilgili olan zatı devletlerinin ifadelerimi hiçbir bedbinliğe ve telaşa hamletme- ediyorum. yerek kemali itidal ve ciddiyetle telakki edeceklerine olan itimadım, mülahazalarımı ihata edebildiğim e olmuştur. en geniş mikyasta, tasvire saik 1) Memleketin umumi hali her şeyden önce dikkati çekmektedir, halk ile idare arasındaki bağlar sarsılmıştır. Evlerinde kalanlar -ki kadınlardan, âcizlerden ve firarilerden ibarettir- her bakımdan hü kümetten uzak kalmakta menfaat görüyorlar; çünkü mülki ve askeri idareler bunların emekleriyle elde ettikleri, kendilerinin hayatlarını idameye bile yeter miktarda olmayan mahsullerini inat ve israrla is temek ve almak mecburiyetindedirler. Hükümet anarşiye sürüklenen umumi hayatı idareden tamamen âciz bir hale düşmüştür; bu yüz den adalet ve hakkaniyete aykırı hareketlerde bulunmak zaruretini duymakta, böylece ahalinin nefretini artırmaktadır. Zabıta kuvveti yoktur; memurlar ihtiyaç derdiyle irtikaba [rüşvete] alışmışlardır. İhtikâr [vurgunculuk] ve suistimaller almış, yürümüştür. Adalet ci- hazı işleyememektedir. İaşe, ticaret ve iktisat işleri müthiş bir süratle çökmeye başlamıştır. Bir para meselesi, yani kâğıt paraya olan itibar ve itimatsızlık ortaya çıkmış bulunuyor; bu dert ahalide ve memur- da geleceğe karşı emniyet duygusunu yok etmektedir. Kısaca, harp devam ettiği takdirde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her yüzden çürüyen büyük saltanat binasının bir gün, birdenbire, içinden ve toptan çökmesi ihtimalidir. 2) Umumi askeri durumda harbin yakında biteceğine dair bir işaret mevcut değildir. Müttefiklerimizin askeri darbelerle düşman- larımızı sulha zorlamaları artık bahis konusu olamaz. Almanlar sevkülceys [strateji] idaresini 'geliniz bizi mağlup ediniz' esasına bağlamışlardır. Düşmanlarımızın birbirinden ayrılmayacaklar ve kendilerine göre emin bir sonuç alıncaya kadar harbi devam ettire bilecekleri görülüyor. Bütün bunlardan, 'harp daha devam edecektir ve onu sona erdirmek bizim partinin elinde değildir' neticesini çıkar mak lazım gelir. 3) Ordumuz harbin ilk devirlerine nispetle fevkalade zayıftır. Birçok orduların mevcutları, lazım olan miktarın beşte biri gibidir. Memleketin insan menabii, noksanı ikmale muktedir değildir. a) Garpta düşmanla doğrudan doğruya temasımız yoktur. Ancak payitahtımızın cihanla olan deniz muvasalası (ulaşımı) yüzünden ve çevresinin memleketin en zengin mintıkası olması bakımından bu cephede düşman tarafından hayati darbelere teşebbüs edilmesi h timal dahilindedir. b) Kafkasya'daki askeri vaziyet tevakkuf [bekleme] halindedi herhangi bir sebeple Ruslar burada tekrar faaliyete geçerlerse bunu men veya tahdit etmek [sınırlamak], bizim kuvvetimize tabi olmayan bir meseledir; Ruslar kendi hazırlıkları ve vasıtaları nispetinde is g rürler ve bunların müsait olmadığı yerde dururlar. c) Irak'ta İngilizler hedeflerini elde etmişlerdir; daha ileriye meleri için siyasi, iktisadi ve askeri sebepler yoktur. Mamalih tekra harekete geçer ve muvaffak olurlarsa, kayıplarımıza mesela Musul da katılmış olur; bu da umumi hayata kati bir darbe mahiyetinde olamaz; denilebilir ki umumi vaziyet adeta değişmemiş olur. O halde bu cephede beklemekten başka bir şey yapamayız. d) Sina ve Hicaz cephelerine gelince; düşman burada henüz as keri ve siyasi hedeflerini istihsal [elde] etmemiştir ve anlaşıldığına göre, bunları elde etmek için hararetle hazırlanmaktadır. Hulasa; bu vaziyette yapılacak şey, düşmanın cenup cephesinden gelecek as taarruzuna başarı imkânı vermemek, bu arada garpta da ciddi taar ruz ihtimalini gözden uzak tutmamak olmalıdır. Durum bu haldey ken mesela son kuvvetlerle Bağdat'ın istirdadını [geri alınmasını düşünmeye imkân yoktur. Çünkü en kuvvetli düşman Sina'dadır ve bunun cazibesine kapılmamak kabil değildir; kaldı ki Bağdat teşeb büsü için kuvvet de yoktur. Bu işe girişecek orduların mevcutlan pek zayıf ve kıymetsiz olup daha iki ay yürüdükten sonra -çünkü ordu bütün ağırlıklarıyla ancak karadan yürüyerek toplanma mintikas: na gidebilir- biraz mübalağasıyla hadameden ibaret bir kitle haline gelir; düşmanın Bağdat'a demiryolu ve gemilerle yetiştireceklerine şahturla [bir donanma gemisi] ve deveyle mukabele edilemez. 4) Umumi duruma bu kısa göz atıştan çıkardığım netice; artık he şey bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır zemininde değildi Böyle kötümser bir kanaatin düşmanların ve tehlikelerin en vahim olduğunu izaha hacet görmem. Kurtulma imkânı mevcuttur. Ancak isabetli tedbirleri bulmak lazımdır. Bence bugün takip olunacak ka rarlar şunlar olmalıdır: a) Jandarmayı kuvvetlendirmek, memurları ve mümkün olduğ kadar adliyeyi ve herhalde iaşe işleri ile ticari ve iktisadi işleri yoluna koymak, suistimalleri, hiç olmazsa asgari hadde indirmek (...) Ost retle ki, memleketi sağlam bir üs halinde bulundurmalıdır ve harbin devamı yeni külfetlere ve kayıplara sebep olursa, elimizde kalacak mintikalan ve halkı dayanıksız, çürümüş bir durumda bulmamalıyız. b) Askeri siyasetimiz bir müdafaa siyaseti yani elimizde bulunan kuvvetleri hatta bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olma- Sina ve Hicaz Cephesi bir Osmanlı komutanının emrine verilmeli, bütün askeri ve dahili kuvvetler yani sevk ve idarenin asli hatlarıyla beraber geri hizmetleri ve vilayetlerle aşiretlerin idaresi bu komuta- min elinde bulunmalıdır; General Falkenhayn yalnız askeri komutan vaziyetinde kalmalıdır." Mustafa Kemal Paşa dört gün sonra 24 Eylül 1917'de Halep'ten bir de "ek rapor" gönderir. Bu raporun son paragrafinda kesin tavrını koymaktadır: "1- Falkenhayn asla Sina Cephesi'nde vazife alamaz, Arabistan Başkomutanlığı emrinde olarak Sina'nın müdafaası 7. Ordu Komu- tanı'na ait olur. 2- Yahut ben 7. Ordu Komutanlığı'ndan affolunurum. İstirhamı ma acilen cevap verilmesini, cevap vermediğiniz takdirde yakında Falkenhayn'a onun emrinde görev yapmayacağımı tebliğ edeceğimi arz ederim." Mustafa Kemal Paşa bu tavrıyla "ya ben ya o" demektedir. Bu raporun da 3 ve 4. maddeleri son derecede önemlidir ve Mus tafa Kemal Paşa Falkenhayn planının uygulanmasının neden bir ci- nayet olacağını çok açık ifade etmekte, uyarılar dikkate alınmazsa da çekileceğini, yine de O'nun emirlerini yerine getirmeyeceğini ifa- de etmektedir. Enver Paşa bu iki rapora 2 Ekim 1917'de kısa bir yanıt verir: "100 kilometreden ziyade imtidadı olan [uzayan] Sina Cep- hesi'nin iki mintıkaya taksimini pek tabii bulurum. Binaenaleyh 7. Ordu karargâhının bu cepheye sığmayacağı hakkındaki düşünce- nize iştirak edemem. Bundan başka Sina Cephesi'nde bulunacak kı- talanın harekâtını sevk ve idare etmeye memur edilmiş olan Mareşal Falkenhayn Paşa'nın söz konusu harekâtın başarıyla neticelenmesi için en doğru karar ve tedbirleri alacağına eminim. Bu husustaki gü venime sizin de iştirak etmenizi bilhassa rica ederim." Bu, Mustafa Kemal Paşa'ya "haddini bil demekti. Haddini bil ve çizmeden yukarı çıkma (...)" Gerçekten de Mustafa Kemal Paşa'nın söz konusu ettiği ve karşı çıktığı savaş planını yapan kişi koskoca Alman ordularının başko- mutanlığını yapmış olan, mareşal rütbesine yükselmiş, deneyimli bir Alman generaliydi. O anlamda bakarsak, Mustafa Kemal de henüz generalliğin ilk basamağı olan Tuğgeneralliğe yükseleli bir yılı dolmamış olan bir Türk subayıydı. Ama tarih, henüz 36 yaşındaki o genç Türk generalinin haklı çik tığını kaydedecektir. Çünkü o Türk generali kendi öz vatanını savun ma kaygısı içinde yırtınmakta, Falkenhayn ise ülkesinden binlerce kilometre uzaklıktaki bir coğrafyada başka bir ulusun askeri üzerin den kumar oynamaktadır. İşte çarpışan iki görüşün birbirinden ayrıldığı en temel nokta bu rasıdır ve ilk raporun 4. maddesinin (b) bendinde en açık şekilde ifadesini bulmaktadır. Buna göre Mustafa Kemal, "Askeri siyasetimiz bir savunma siyaseti yani elimizde bulunan kuvvetleri hatta bir tek neferi son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır" demektedir. Bu uyanda, yüreği vatan sevgisiyle dolu bir komutanın yurdu- nu savunma kaygıları bir yana, hatta kalp atışlarını bile duyarsı nız. O nedenle, elde mevcut toplam 40 bin dolayında yan aç yan tok olup gücünün son katresini harcamakta olan Mehmetçik ile sayılanı 100 bin dolayında olduğu tahmin edilen [ki sonunda takvi. yelerle bu rakam 170 binlere ulaşmıştır] ve bir yıldan beri hazırlık yapan, dinlendirilmiş ve silah gücü çok yüksek İngiliz'e saldırma nın bir cinayetten farkı olmayacağını söyleyip Falkenhayn'ı Enver Paşa'ya şikâyet ediyordu. Kimi kime şikâyet ediyordu ki? Enver Paşa daha savaşın başlarında aynı hesapsız kitapsızlık sonucu 90 bin Mehmetçik'i Sarıkamış'ta toprağa gömmemiş miydi? Falkenhayn ise Verdun'da Alman ordularının başkomutanıyken Fransızlara karşı binlerce Alman'ın eriyip gitmesine sebep olmamış mıydı? O yüzden görevden alınmamış mıydı? Buna rağmen Mustafa Kemal Paşa son uyarısını yapıyor ve ekliyordu: "(...) Sina ve Hicaz Cephesi bir Osmanlı komutanının emrine ve- rilmeli, bütün askeri ve dahili kuvvetler yani sevk ve idarenin asli hatlarıyla beraber geri hizmetlerini ve vilayetlerle aşiretlerin idaresi bu komutanın elinde bulunmalıdır; General Falkenhayn yalnız aske ri komutan vaziyetinde kalmalıdır." Sonuç olarak Mustafa Kemal Paşa'nın istediği, bölgede en üst rüt beli ve sorumlu komutanın Müslüman bir Türk komutan olmasıdır. Burada kastettiği Cemal Paşa'dır ve onun ordusunun elinden alınıp kendisinin savaş alanı dışında kalan önemsiz bazı birliklerin komu- tanı durumuna düşürülmesini içine sindiremez. Sina Cephesi'nin komutanlığıysa Mustafa Kemal'e verilmelidir. Ve Mehmetçik bu iki Türk generaline emanet edilmelidir, iki Alman'a değil. Aksi halde sonu hüsran olur. 88 Mustafa Kemal Paşa İstifa Edip İstanbul'a Dönüyor Sonu gerçekten hüsran olur. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa'nın 2 Ekim 1917 tarihli cevabı üzerine istifa eder, daha doğrusu kendi ifa- desiyle, "(...) kendi kendimi Ordu Komutanlığı'ndan af ve hatta veki- limi de bizzat tayin ederek vazifeme son verdim" der. Acı gerçek sadece üç hafta sonra ortaya çıkar. Mustafa Kemal Paşa atlarını satması için Cemal Paşa'ya bırakıp elde ettiği 2 bin altınla İstanbul'a gelir. Halep'ten hareket tarihi 11 Ekim, İstan- bul'a varışıysa 15 Ekim 1917'dir. 7. Ordu'dan istifa ettiği için Diyar- bakır'daki 2. Ordu Komutanlığı'na atanmış, bu atanmayı da kabul etmediğinden, "2. Ordu Komutanlığı'ndan izinli olarak" gösteril- mek suretiyle, İstanbul'a gelişi idare edilmeye çalışılmıştır. 31 Ekim 1917'de henüz 7. Ordu'nun Halep'ten Sina'ya taşınmasına bile fir- sat kalmadan İngilizler taarruza kalkarlar. Diğer bir deyişle sa- vunma daha yerini doğru dürüst alamadan İngilizler bastırmış ve gafil avlanan Falkenhayn Kudüs'e ancak 5 Kasım'da gelebilmiştir. 6 Kasım'da İngilizler Osmanlı cephesini yararlar [bu cephe Mustafa Kemal Paşa'nın sorumluluğunu istediği cephedir], 8 Kasım'da ge- nel geri çekilme başlar ve 9 Aralık'ta da İngilizler Kudüs'e girerler. İsa'nın türbesinin bulunduğu, bu nedenle tüm Hıristiyan âleminin heyecanla izlediği bu olayda, dinsel açıdan pek çok tarihi kalıntı ve tapınak bulunan bu kenti, tahrip olmasın diye Alman komutanlığı kasten savunmaz.
·
263 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.