Gönderi

120 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
27 saatte okudu
"Uyuyabiliyor musunuz, Binbaşım? Geceleri iki bin hayaletle? Uyumayı bırakın, yaşayabiliyor musunuz, haykırmadan bir dakika yaşayabiliyor musunuz?" (s. 62) Kapıların Dışında; yazarın da ifade ettiği gibi "hiçbir tiyatronun oynamak istemeyeceği", savaş konulu bir oyun. Baş karakterimiz Beckmann, 2. Dünya Savaşı'nda Rusya'ya gönderilen ve üç sene sonunda yurduna dönebilen bir adam. Tabii, buna dönmek denebilirse; "Adam, onlardan biri; onlar yurtlarına dönerler, ama evleri barkları kalmamış ki yurtlarına kavuşsunlar. Artık onların yerleri kapıların dışıdır. Onların Almanya'sı dışarısıdır, gece vakti yağmurda sokak. Budur onların Almanya'sı." (s. 26) Borchert'in girişte aktardığı gibi; yıkıcı savaşın ve bitmeyen yılların ardından ne dönen askerlerde, ne de hayatlarını adadıkları yurtlarında geçmişe dair bir iz kalmıyor. Kimisi diz kapağını, kimisi bacağını, kimisi kolunu kaybedip geliyor. Döndüklerinde ise anne babaları kayıp, çocukları bombalara kurban gitmiş, hayatlarında kalan son parça olan eşlerini de cepheden dönmüş başka 'hayalet' adamlarla birlikte olmuş hâlde buluyorlar. Daima kapıların dışındalar. Beckmann kitabın başında Elbe nehrine atlayıp boğulmayı deniyor ama bir an sonra sadece bir rüya olduğunu fark ediyor. Bundan sonra her evde, her kapıda şansını deneyen karakterimiz; insanlardan reddedişler ve alaya almalar dışında bir tepki göremiyor. Tanrı'nın bile yüz çevirdiği dehşet dolu dünyasında, her an insanlardan medet umuyor ama karşılığını bulamıyor. Kendisi nihilist olarak tanımlanıyor, oysa her adımında hayata tutunma çabasını yoğun bir şekilde görebiliyoruz. Her şeye rağmen insanların iyi olabileceğine bile bir an inanıyor, umudunu kaybetmiyor. Okuduğum en etkileyici karakterlerden birisiydi, uzunca bir süre hatırlayıp cümlelerine tekrar tekrar bakacağımı düşünüyorum. Beckmann'a ek olarak Tek Ayaklı Adam karakterinden bahsetmek istiyorum. Beckmann'ın Elbe nehri rüyası sonrasında bir kadın, onun perişan hâlini görüp eve götürüyor. Birkaç saat sonrasında ise yıllardır savaşta olan kocası Tek Ayaklı Adam geri dönüyor. Beckmann tedirginlikle bir şeyler demeye çalışsa da adam ruhsuz tavrını koruyor ve pek bir şey demiyor. İlerleyen bölümlerde ise Beckmann, herkesin onu adım adım öldürdüğünü anlatırken bu adam geliyor ve Beckmann'ın ona aynı şeyleri yaşattığını söylüyor. Halbuki Beckmann da adamın gelişinden bir önceki gece tamı tamına aynı şeyleri yaşamıştı. İşte böyle; sahipsiz onca insan rastgele eşleşip açıklarını kapatmaya çalışıyor. Yazarımız Borchert de Beckmann gibi hayalet adamlardan birisi. "2. Dünya Savaşı sırasında askere alınarak gönderildiği Rusya Cephesi'nde ağır yaralandı. Nasyonel sosyalizme karşı görüşlerinden ötürü tutuklandı, difteri ve sarılığa yakalanmış olmasına karşın sekiz ay cezaevinde tutuldu, daha sonra da yeniden cepheye gönderildi. Çürüğe ayrılacağı sırada bir daha tutuklandı ve bu kez dokuz ay hapis yattı." 1945 yılında, Borchert 24 yaşındayken savaş bitiyor. Fakat hastalıklara ancak iki yıl direnebiliyor. Bu kitap da olmak üzere bütün eserlerini hayatının son iki yılında yazıyor. Ölümü de bu şahane oyununun sergilenmesinden bir gün önce oluyor. Onu şu an yazdıklarıyla hatırlayabilsek bile onun gibi, Beckmann gibi milyonlarca insan bu savaş yüzünden tarihe gömülmüş durumda. Kitapta ilgimi çeken bir unsur da çoğu yerde görülen cümle tekrarları ve "gözlük" kavramı oldu. Cümle tekrarları anlatımı güçlendirmek için bilinçli de yapılmış olabilir, ama savaştan yeni dönmüş bir yazarın harap olmuş psikolojisiyle birleşince istemsizce yapılmış bir şey olabileceği de aklımdan geçiyor. Gözlüğe gelecek olursam; Beckmann'a savaşta normal gözlüğünü takamadığı için gaz maskesiyle birlikte takılabilen bir gözlük veriliyor. Döndüğünde asıl gözlüğünü kaybettiği için ısrarla bu gözlüğü çıkarmıyor, gelen geçen laf söylese de onu son ana kadar saklıyor. Burada gözlük, savaşı unutmayıp anısını yaşamak istediğini temsil ediyor olabilir. Biraz zorlama bir çıkarım olsa da ilerledikçe düşünmeye başladım. Anlamlarından bağımsız olarak hem cümle tekrarları hem de gözlük, kitabı bir üst seviyeye taşımışlar. Bir de kısaca yıkım edebiyatından bahsetmek istiyorum. Kesin bir tanımı olmasa da 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda, savaşın yıkıcı etkilerini anlatarak yazım hayatına başlayan genç Alman kuşağını kapsıyor. Bahsettiğim kuşakta Heinrich Böll ve Wolfgang Borchert gibi yazarlar öne çıksa da Virginia Woolf, Céline, Stefan Zweig gibi birçok yazarın bu türe yakın metinlerini görmek mümkün. Kızıl Kahkaha bu tür kitaplar arasında favorimdi; Kapıların Dışında'yı okurken çoğu bölümde aklıma o kitap geldi ve bunu da bir o kadar sevdim. Tavsiyem; ikisinden birisini okumayanların tez vakitte okuması, ikisini de okumayanların ise peş peşe veya çapraz okuma yapacak şekilde bu iki eseri okuması. Aralarında elli yıl ve yüzlerce kilometre olsa bile okurken birbirlerinden ne kadar farksız olduklarını göreceksiniz, birini okumadan diğerinin de eksik kalacağını düşünüyorum. Son olarak çeviriden bahsetmeliyim. Behçet Necatigil, zamanında çeviriyi yapmış ama kitap savaş karşıtı olarak görüldüğü için çeviri on yıl boyunca basılmamış. İlerleyen yıllarda hem basılmaya, hem de tiyatrosu oynanmaya başlanmış. Beckmann'ın hisleri dilimize neredeyse eksiksiz aktarılmış, ilerledikçe emin oldum. Zaten kitabın başka bir çevirisi yok ama bunu rahatlıkla önerebilirim, kitabın başında Necatigil'in kızının çeviri sürecini anlattığı bölümü de oldukça beğendim. Ne yazık ki Borchert, kısa ömrüne ancak birkaç eser sığdırabilmiş. Zamanla birçok kitabını okumak isterdim, onun yerine şiirleri veya öykülerini okuyarak yavaşça devam edeceğim. Başka kitaplarla görüşmek üzere.
Kapıların Dışında
Kapıların DışındaWolfgang Borchert · Can Yayınları · 20216,4bin okunma
··1 alıntı·
1.039 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.