Gönderi

144 syf.
·
Puan vermedi
İncelemeden çok bizdeki iz meselesi ile Kambur.
Kalbi atıyor... Daha ilk satırlarda bir gidişin hançer gibi sözleri ile karşılaşıyoruz. Nasıl bir anlatımdır! İçimizde bir şey kanamaya başlıyor, keskin bir vedanın yarası deşiliyor. Daha tanışmadan ayrı düşüyoruz. Evet, Kalbi atıyordu Acibe’nin. Cam kenarında çocukları izlerken, Akide şekeri yerken, En çokta Faruk Nafiz’i görürken... Kalbi atıyordu... Atıyor-DU. Yaşı otuz beşti. Yolun yarısı demişti ölüm şairi buna. Şairleri dinlemek miydi gidişi? Şiir yazmadı ama şifa bilirdi onları hep. Satırlarda kendine dair bir... bir... bir söz arar dururdu. Belki babasında bir izi vardır diye... Sevgisizlikten ölüyoruz... İçim ezildi... Binlerce Acibe’nin varlığına. Sevgi görüntü mü? Bilmiyordum. Evlatları sevmenin koşulları var mı? Bilmiyordum. Aşk sadece görüntü mü? Bilmiyordum. Aşk hak edilir bir şey mi? Bilmiyordum. Aşk karşılık mı? Bilmiyordum. Aşka karşı tepkiler ırsi olabilir mi? Bilmiyordum ama bu soruların cevaplarını bir bir öğrendim. Irs konusuna da ayrıca sayfalar açtım. Kambur nedir? Kambur, görünen haliyle mi görmeyen haliyle mi ağırdır? Şu iki kambur var... ikisi arasındaki bağ ve uçurum... “Sırtımızda çıkıntı yoksa yüreğimizde var.” “Kamburum Kambursun Hepiniz Kambursunuz” İki yakın ama çok uzak ağızdan. ... Çok güçlü bir kız Acibe. Çocuk ruhuna, bedenine bakmayın. Kamburuna mı? Asla! Etiketleri bir yana bırakın. Doğuştan güzelmiş, doğuştan çirkinmiş yok sakatlığı varmış... geçin bunları, geçin lütfen. Nasıl kız çocuklarına prenses olmayı aşılamayın sloganları yer edindiyse ve nasıl engelsiz hayat için projeler başlatıldıysa öyle bir gerçekti Acibe. Halit Ziya’nın Bihteri nasıl kazındıysa öyle kazınıyor Esra Kahya’nın Acibe’si. Kendi dünyasında başkasının çuvaldızlarına maruz kalan ama düşünceleri ile herkesin kamburunu onlara giydiren biri Acibe. İntihar etmiş de zayıfmış. İntikam soğuk yenen bir yemektir, derler. Acibe gideceğini şöyle ifade ediyor. “Yıllardır beni ezen, iyice küçükten tüm ağırlıkları herkese pay ettim de öldüm.” Bir Zamanlar Anadolu'da (2011) / Nuri Bilge Ceylan’ın otopsi sahnesinde intihar üzerine savcı ve doktor konuşmasını hatırlatıyor. - “Yahû doktor bir insan bir başkasını cezalandırmak için hakikaten kendini öldürebilir mi, olabilir mi böyle şey?” -Zaten intiharların çoğu başka birini cezalandirmak için yapılmıyor mu, Savcı Bey?“ 35 yıl yaşanmış. Kolay bir evde de değil. El bebek gül bebek hiç değil. İnsan sevgi dilenerek yaşayabilir mi? En deli çağlarında ki bu ergenlik ve onu izleyen 20’li çağlardır, nasıl dayanır insan; dilenmeye? Ah, Acibe... “Ömrüm boyunca bu kamburun kamburu ile yaşamaya alıştım/çalıştım.” “Bu kepaze yaşamda, en büyük lanetim kamburum falan değildi, sevgisizlikti..” Mücadelenin vücudu olarak kendini görünür yapmak zorunda kalan Acibe. Kendine de yetiyor, etrafındaki tüm yetersizlerede. Babası ölüyor. Taziyesini kuruyor her şeyiyle bir hilal gibi değil de bir dolunay gibi. Hani eski Anadolu’da toy kızlar hilal, yaşını başını almış aklı selim kadınlar dolunaymış ya, Acibe hilalini görmeden ermiş, yaşına da aklına da. Yemekler yapıyor, alışveriş yapıyor,... üstelik herkes onu görüntüsünden dolayı eksik görürken. Dışlanmış bir çocuğun etrafında olan her şeyden anlam bulması, gözlemlemesi, dahil olamadığı her olayı kendini kendi dünyasında dahil etmesini yaşıyor/yaşattırıyorlar. Ah, şu dilin tüm güzelliklerini kullanan Esra Kahya. Duygulara da dil giydirmiş. Ettirgenliğin zulmünü dilbilgisinden hayatın, duyguların bizzat kendisine taşımış. Acibeyi herkesin kaçtığı kendisinden, kendisine tutturarak baş rol vermiş edilgenleştirmiş. Oğuz Atay şöyle yazar; “Bazılarımız şiirlere tutunuyor, Bazılarımız şarkılara, Bazılarımız filmlere tutunuyor, Bazılarımız kitaplara. Sanırım artık insan, tutunamıyor insana” Penceresine tutunuyor Acibe. Karşı penceredeki Faruk Nafiz’in kitap okuyuşuna, sigara içerken yakalanmak istemeyip pencereden sarkanken onunla birlikteymişçesine hızlı hızlı sigarayı yudumlayıp sarkışına, mahallede yürüyüşüne, işten gelişine ve bir daha gitmemesinin duasına... kendini bir hayata tutunduruyor. Yakıştırmadığı bedenleri hayallerde yakıştırıyor. Annesi eşyalara ruh üflüyor, Nazenin anılara, Babası annesine, Babası şiirlere... Eksikliklerini yaşatmanın bir yolunu bu cümlede monoloğa döktükleri şeylerde buluyorlar. İnsan, öcünü monologdan alır. Bir evde ama ayrı. Yaşam alanı ortak ama ruhlar ayrı. Tolstoy ne vurucu cümle kurmuştu: “Bütün mutlu aileler birbirine benzerler; her mutsuz ailenin mutsuzluğu da kendine özgüdür.”diye. Maddi sıkıntı yok ama evi hep loş hayal ediyorsunuz. Mekanı ve eşyayı ruhtaki rengini duygularla konuşturmuş yazar. Muazzam bir anlatım. Okumuyor, yaşıyorsunuz. Hissetmiyor, o oluyorsunuz. Kendinizi sık sık yokluyorsunuz. Banyo sahnesi, taziye sahnesi, iç hesaplaşmalar... görüntüler resmedilmiş hepimizin şahitliğini almış şimdi Esra Kahya onlara ruh üflemişti. Nuri Bilge Ceylan, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz... görüntülere el atmış gibi. Sanki içerideydim…. Evin küçük bir girişi var ve kapıda durduğumda tüm odaları görebiliyorum. Acibe büyük odada cam kenarında, sırtının ağırlığı ile başını camdan uzatıyor. Gözleri sürekli havaya bakarken daha yeni normal göz hizasını görebiliyor. Başını camdan uzatıyor. Bıraksalar mutlu, Bıraksalar kendini kabul eder, Bıraksalar kendi yükünü taşır, kalbine de yük yüklemez. ar/er’lerle geniş zamanlarda -ma/me’ler eklediler. Şimdi her cümle dı/di’lerle geçmiş zamanlara gömdüler. Ah Acibe, Acibe’m, Baban, annesinin adını alan yavrusuna günah gibi bakar mıydı acaba? Dünyalar güzeli kızım demişti… Tanısa seni... Annen de kimsenin diriltemediği sevgi yanlarına dokunduğu gibi sana da dokunur muydu? ... Çok soru var. Babanı ne sevebiliyorum, ne nefret ediyorum. Anneni ise hiç sevmiyorum. Elini uzatsa Meksur, uzatırdı elini Müsemma. Gölgeli kalmış bir kadındı. Ben en çok onu hasta gördüm. O kendini babana hasta bir aşık gördü. Herkes suçluydu bir Müsemma haklıydı. Bir Müsemma alacaklıydı herkesten ve hayattan. Okuyun Acibe’nin hikayesini. Belki sizde Acibe canlanmaz da Nazenin olursunuz, Meksur Bey olursunuz, Belki Müsemma Hanım, belki kendinizi yoklarsınız da bir hikayenin Faruk Nafiz’i olup olmadığınızı ya da sizin bir Faruk Nafiz’inizin olup olmadığını düşünürsünüz. Çevreye bakışınız değişir. Psikolojilere ilgi duyarsınız. Bilinçaltlarını yoklarsınız. Vadideki Zambak seçimi, karakter isimleri, diyaloglar, mekanlar arası geçiş, şimdiki zamandan çok farklı bir zamanın iletişim imkanı ile zaman makinesi gibi bir kapıydı kitap. Keşke Kapı çoğalsa da anahtar okuyucular olsak da içerden heybemize bir şeyler katsak. Bir Vüsat O Bener’in “Havva”sı bu kitap. “Havva“ kitabıyla yolu kesişen herkesin en çok etkilendiği bir öykü kitabıdır. Hatta kitapla ilgili şöyle bir olay vardır. Diyarbakır’da bir Edebiyat öğretmeni akşamüstü tesadüfen uğradığı kitapçıdan kitabı alır. Bir gecede okuduğu bu öykülerden çok etkilenir. Özellikle Havva’nın hikayesi okumanın etkileri dışında hayatına aks eder. Ertesi gün sınıfa girdiğinde kafasında Havva adlı öykü dönüp durmaktadır. Bir beslemenin acıklı öyküsüdür Havva. Tebeşiri eline alıp tahtaya konuyu yazacakken, arka sıralardan bir öğrencinin sesi yükselir: "Hocam, hatırlat demiştiniz, bugün mektup yazacaktık!" Peki der öğretmen, mektup yazacaksınız ama dayınıza, teyzenize değil, bu kez bir öykü kahramanına, Havva’ya. Önce çocuklara öyküyü okur, sonra da mektup yazmaları için onlara zaman verir. Birkaç gün sonra elinde birikir mektuplar. Bazıları Havva’yı hor gören üvey kız kardeşin, birçoğu Havva’nın annesinin, bazıları bizzat Havva’nın, bazıları da en yakın arkadaşının ağzından yazmıştır mektubu. Dahası mektupların arkasına el kalıbını çıkarıp içine mesaj eklerler:"Her ağaç bir kök, her uyku bir rüya, her deniz bir martı bulabilir ama ben senin gibi bir arkadaş asla." Öykü kahramanının ismini tırnaklarına işlerler: H-A-V-V-A. Mektupların saflığından, Havva’nın 13 yaşındaki bu Diyarbakırlı çocuklarda yarattığı yakınlık duygusundan çok etkilenen öğretmen hepsini bir zarfa koyup Vüs’at O. Bener’e gönderir. O zaman 82 yaşında olan yazar mektupları görünce çok sevinir, hemen bir koli kitap gönderir öğrencilere. "Sağlık koşullarım el verirse ziyaretinize geleceğim" der. Bener’in sağlığı bu ziyarete izin vermez ama iki sene sonra mektuplar orijinal halleriyle kitaplaştırılır. Öğretmen mektupların yazarlarına kitabı hediye ettiğinde önce şaşırırlar, sonra sevinirler, en sonunda da kızarlar: "Hocam, söyleseydiniz, daha güzel cümleler yazardık." Mektuplar şu anda Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’ndeki Bir Usta, Bir Dünya: Vüs’at O. Bener sergisinde orijinal halleriyle sergileniyor. Vüs’at O. Bener’in Havva’sı Benim de bu kitapla yolumu çok okuyan, okumaya teşvik eden öğretmenim Nihat Çelik düşürdü. İyi ki düşürmüş. Artık bir Acibe’m var. Kaderi aynı ama adı değişen tüm Acibe’lerin hayatını iyileştirmeye çalışacağım bir bilincim var. Esra Kahya bu kitabı Bursa Büyük Şehir Belediyesi’nin Ahmet Hamdi Tanpınar anısına düzenlenen yarışmada birinci olarak kazandırmış bizlere. Basımının kısıtlı ve hâlâ olmaması çok üzücü. Kitabın ikincisi de olmalı. Faruk Nafiz’i kesik gördük ki yazarın kalemi ve dimağı kimbilir ona nasıl kelimeler üflerdi. Nazeni’ne ne diyecekti? Aşkını itiraf asla olmazdı gibi hissediyorum ama yazarın düşüncelerinden yol almak isterdim. Bana göre bu hikayenin en şanslısı Faruk Nafiz’di. Acğbeyi korudu ve bilmeden yaşamının kapısına ortak oldu. Çok temiz sevildi, çok içten. Temiz duygulara eşlik etti, bilmeden. İnsan kendine benzeyeni kabul etmiyor. Kimi hizmetçi diye, kimi pis diye, kimi çirkin diye, kimi kambur diye,... Ne çok “diye”ler var kendilerini normal görenlerin. Esra Kahya bu bakışlara bir çift söz daha söyler umudu ile... Öğretmenim Nihat Çelik’e ve eserin yazarı Esra Kahya’ya sonsuz teşekkürler. Bir gün herkes Acibe’yi tanıyacak. (Bahar) Keyifli okumalar.
Kambur
KamburEsra Kahya · Osmangazi Belediyesi Yayınları · 2021235 okunma
··
2.025 görüntüleme
Sultannn okurunun profil resmi
Kesinlikle katılıyorum, herkesin okuması ve Acibe'yi tanıması gerek. Kitabı henüz bitirmiş biri olarak söylüyorum, daha güzel bir inceleme yazılamaz.
Esra Kahya
Esra Kahya
nasıl yazarken kelimeleri ince ince işlemişse, siz de düşüncelerinizi yazarken ince ince işlemişsiniz. Bu güzel inceleme için teşekkürler.
Sevgi okurunun profil resmi
Kıymetli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Esra Hanımın gibi bir yazarı tanımak, kelimeleri kullanılına şahit olmak insanı gerçekten etkiliyor. 💐
Cemile okurunun profil resmi
Ahh cânım Bahar yüreğinden öperim! Ne güzel yazmışsın cânım çocuk! Gurur duydum seninle! Tüm edebî birikiminle🌺 Umut yeşerttin! Var olasın...
Sevgi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. Her cümleniz benim için çok kıymetli. Sağ olun. 💐💕
Rîndkeş okurunun profil resmi
Yazanın eline sağlık 🌸
Sevgi okurunun profil resmi
💐
Esra kahya b. okurunun profil resmi
Bahar... Adınca olasın 🙏 Çok teşekkür ederim 🌷🌷
Sevgi okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 💐Kitabı üç kız kardeş okuyup üzerine çok konuştuk. Eline kitabı alan ile bağlarımız koptu :) kitaba başlayan kendini Acibe’ye kaptırdı. Başka insanlara anlatıp çokça merak uyandırdık. Bu satırların hepsi sohbetlerimizin eseri, yani sizin eseriniz. Kaleminize sağlık. Hayata dair her parçada sizin bir farkındalığınızı gördük. Kaleminiz her daim bizimle olsun. Çok teşekkür ederiz bu eser için. 💐♥️
4 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.