evimizde miydik? sığınmış mıydık?
güvende miydik?
devlete niye baba diyorduk biz?
çocukluğum, her yıl başkasına taşın-
dığımız kiralık evlerde geçti. babam
müzmin evsizdi. arada oturduğumuz ev-
lerde bizi terk eder, birkaç ay dış dünya-
da, kim bilir nerede nasıl yaşar ama ha-
va soğur soğumaz yeniden yanımıza dö-nerdi. genelde bizi taşıdığı virane evle-
rin ya duvarları yarık ya çatısı delik bir
şekilde tıpkı benim bize yakıştırdığım bir
kusurlulukta olurdu. yağmur, kar ve
rüzgâr üstümüzden geçer, içerde huzur-
suzluğun rüzgârı ayrıca eser, yalnızca ve
yalnızca iyi ısındığımız ve güzel bir şey-
ler yiyebildiğimiz zamanlarda kendimizi
“evde” hissederdik. yine de bilirdim ki
kardeşlerim ve annemle birlikte üstü-
müzde gerilmiş bu çatı bizi bilmediği-
miz çok şeyden de korurdu. bundan
bir şekilde emindim. belki o çatının
altındaki annemin varlığı, bu sabit bile bir güvenlik duygusuyla bizi dünyaya bağlıyordu.
şimdi tüm sabitlerini yitirmiş bu insanlara bakmak, aslında hiçbir zaman
gerçekten kendime ait bir evim olmamasına rağmen her şeyini yitirmiş bir
insan gibi hissettiriyor bana.
ingiliz bir sanatçı Donald rodney,
tedavi gördüğü hastanede, kendi derisinden operasyonlarla çıkarılmış derilerden minyatür derme çatma bir ev yapmış.
ın the house of my father adını verdiği, avucunda tuttuğu ve babasına ithaf et-
tiği bu minyatür deriden ev, oldukça kırıl-
gan. düşürse ya da hasbelkader avucunu
kapasa tuz buz olacak. kendini koruya-
mayan bu hastalıklı deriden ev, yuva mı-dır? buradan bakarsam babamın evinin
içi benim için yuva mıdır? son yaşadıkla-
rımızın hepimize gösterdiği üzere devlet
babamızın bize sunduğu bu ev, bize yuva
mıdır?
her bir taşını düzgün yerleştirmediği-
miz sürece kendimizi içinde güvende his-
sedeceğimiz bir ev inşa edebilir miyiz?
öğretmeniyle, müteahhidiyle, esnafıyla,
çiftçisiyle, işçisiyle, annesiyle, babasıyla,
tüm sıfatlardan münezzeh bir insan olma
haliyle bu yuvanın bir taşını biz koyaca-
ğız. o taş, hepimizi koruyacak sonra.
ve sonra kapının önünde ya da arkasında olmamız değiştirmeyecek saadetimizi.
Sayfa 25 - Filiz Gür