Aslında bu kasvetli dizeler kendine özgü şifrelerle melan koli kadar bıkkınlık ve isteksizlik de ifade ediyor olabilir. Milton şairleri simgeleyen defne ve mersin ağaçlarının ol gunlaşmamış yemişlerini koparmak zorunda olmaktan bah settiğinde, büyük bir şair olma yolunda yaptığı ruhani hazır lıkları bu ağıtı yazmak için yarım bırakmak zorunda kalışı nı kastediyor. Yemişleri koparan parmaklar bu yüzden zora ki, bu yüzden serbest değildir. Hoyrat olmalarının, yani ya zı konusunda yeterince becerikli olmamalarının sebebi de bu. Oysa söz konusu dizelerdeki denge ve yetkinlik bu id diayı çürütmeye yeter de artar bile. Hoyrat olmak bir yana, alabildiğine incelikli bir iş çıkartılmış. Milton üzerine yük lenen görevi öyle ağır hissediyor ki "insanı bunaltan bu ha zin olay" onu kalemini eline almaya "zorladıkça" şair şiire iki kat mecbur kalıyor. "Hazin olay" elbette ki King'in ölü mü, ancak insan Milton'ın sırf bir meslektaşını onurlandır mak için kendi ruhani uykusundan uyanmak zorunda ka-
lışına içerlediğini de düşünmeden edemiyor. Sanki Milton homurdanıyor, ama homurtularını övgülere dönüştürmeyi başarıyormuş gibi.
King'in erken ölümüyle şiirin kendi olmamışlığı arasın da "sert ve ham yemişler" ile işaret edilen bir benzerlik var. Milton ağıtını henüz olgunlaşmamış malzemelerle şekil lendirmek zorunda. Bir şair olarak kendi olmamışlık hissi ni defne ve mersinlere yansıtıyor. Belki kendini mecbur his setmese bu başyapıtı yazmaya hiçbir zaman kalkışmayacak tı. Bu bir görev meselesi; kendiliğinden olan bir şey değil. Bu açıdan, "Kim şiir yazmaz ki Lycidas'a?" sorusu, ciddiye tini bozmasa da, samimiyetsiz bir soru. "John Milton" dü rüst bir cevap olabilirdi pekala. Ayrıca Hıristiyan aleminin büyük ozanları arasında sayamayacağımız King'in ölümüyle geride kalan bir dengi yok muydu gerçekten? John Milton'ı sayamıyor muyuz yine? Bu önermeler alışıldık mübalağalar dan ibaret; buram buram samimiyet kokmalarını bekleme meliyiz. "Yüzmemeli öylece sulu tabutunda, ardından / Ağıt yakılmaksızın çıkmamalı karşısına yakıcı rüzgarın" dizeleri nin de kulağa yeterince sevecen geldiği doğru. Ama şair, da ha az sevecen bir yorumla, "mademki illa biri King'in yası nı tutacak, bari Milton tutuversin" demek istiyor da olabilir. Bu arada "sulu tabut" olağanüstü güçlü bir imge. Eleştir menlerin dikkati çektiği gibi, akla denizin ortasında oradan oraya savrulurken susuzluktan ölen ("yakıcı rüzgar") bir adamın korkunç görüntüsünü çağrıştınyor. Gözyaşları ıslık gibi çalınmadığı yahut mırıldanılmadığı için yine cüretkar bir imge olan "ahenkli gözyaşı" Lycidas için dökülürken ona bir şiir bahşetmekle kalmaz, aynı zaman da su da verir. ifa denin bu ikinci anlamının biraz tuhaf bir yanı var tabii; zira susuzluk, boğulan bir adamın en büyük dertlerinden biri de ğildir genelde. "Teselli" ise burada övgü anlamında kullanıl makla birlikte ödül anlamına da gelebilir ki o zaman şiirin,
43
garip bir şekilde, King'e ölümünü telafi etmek için sunuldu ğu düşünülebilir. Şairin aklındakinin kelimenin ilk anlamı olması daha akla yatkın.
Milton'ın şiiri kaleme alırkenki isteksizliğinin hiçbir öne mi yok. Bir şair hiç sızı hissetmeden sahici bir ağıt, aşkı ke narından tatmadan aşka dair bir şiir yazabilir. Dizeleri ne ka dar etkileyici olsa da Milton King'in vakitsiz ölümünden hiç etkilenmemiş olabilir. Belki de canını sıkan şey kendisinin de hayatının baharında, hayalindeki gibi büyük bir şair ola madan önce ölebileceği fikriydi. Hem King'in erken ölümü, hem de Milton'ın bir şair olarak sözüm ona hamlığı aklına bu korkutucu olasılığı getirmiş olabilir. Belki, meslektaşının erken ölümünün yasını tutmak için kopardığı yemişler gibi, nihayetinde o da vaktinden önce "koparılacaktı". Bir bitkiyi koparmak, sanat uğruna, yaşam uğruna yapılsa bile, o bitki ye ölüm getirmektir bir nevi.