Gönderi

276 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 35 hours
Dikkat spoiler içerebilir!
Ryuunosuke Akutagawa, profesyonel bir yazar olmasam da, yaratıcı yazarlık dersinde yazdığım öyküleri yazarken düşüncelerini örnek aldığım bir yazardır. Çocuk veya yetişkin herkes Akutagawa'nın öykülerinden dersler çıkarabilir! Animeye yansıtılan karakterini de ayrıca beğendim! Şimdi kitabımızı incelemeye geçelim! Uzun bir inceleme olacağı için hemen başlamak istiyorum! İlk olarak kitabın arka kapağında yazılan yazıdan başlayalım! Sizi bilmiyorum ama benim için kitabın arka kapağında yazılanlar etkileyici bir başlıktan çok daha önemli! Ölülerin saçlarını yolan bir kadın, cehennemden kurtulmaya çalışan bir haydut, sanatı uğruna feda edebileceklerinin sınırı olmayan bir ressam, cinayetini anlatan bir ölü, burnundan başka şey düşünemeyen bir rahip, hayatını erdemlerin yoluna adamaya kararlı genç bir adam… Raşōmon ve Diğer Öyküler’de derlenen eserleriyle Ryūnosuke Akutagawa okurunu, hayat verdiği incelikle işlenmiş karakterlerin dünyalarına davet ediyor. Arka kitapta yazılanlar hemen ilgi çekiyor! Kitabımıza adını veren ilk öykümüz olan "Raşomon" öyküsünden başlayalım. Bu öykü Akutagawa'yı edebiyat dünyasına tanıtan ilk öyküdür. 10. yüzyılın Kyoto'su deprem, kasırga, yangın, açlık, salgın hastalıklarla kasıp kavrulan bir hayalet şehirdir. İşine son verilen soylu bir ailenin uşağı, Kyoto'nun güneyindeki Raşomon adlı anıtsal yapının altına dikilmiş yağmurun dinmesini beklemekte,o geceyi nerede geçireceğini, hayatta kalabilmek için neler yapması gerektiğini düşünmektedir. Birden olaylar gelişir ve uşak kendini yüzlerce cesedin atıldığı bir odada bulur. İçeride yaşlı bir kadın ölülerin saçlarını yolmaktadır... Bu öykü çaresizliğin, hayatta kalma iç güdüsünün bir insana neler yaptırabileceğini oldukça etkileyici bir şekilde bize gösteriyor... İkinci öykümüz "Burun" da kraliyet başrahibi Naygu'nun üst dudağından çenesinin altına sarkan 15-20 santimetre uzunluğunda bir burnu vardır. Kalınlığıysa iri bir sucuk gibidir. Etrafına hiç belli etmez ama burnundan çektiği kadar hiçbir şeyden çekmemiştir. Görünüşünün verdiği rahatsızlık bir tarafa, yediği içtiği her kabın içine de girmektedir burnu. Müritleri burnunu küçültmek için Naygu'ya çeşitli tedaviler uygularlar. Hatta bir ara burnu düzelir bile. Ancak... Öykünün devamını yazarın kaleminden okumanızı öneririm! Ancak şu kadarını söyleyeyim, bir insan sizinle alay etmek istiyorsa her şekilde alay eder. O yüzden kendinizle barışık olun! Üçüncü öykümüz "Mendil"de Profesör Hasegava'yı okulda yakınlık duyduğu öğrencilerden birinin annesi ziyaret eder. Anneden, bu öğrencisinin öldüğünü öğrenir ve çok üzülür. Anne, olayları anlatırken sanki oğlundan değil de başkasından söz ediyormuş gibi çok sakin ve kayıtsızdır. Ancak profesör kadının oynarken yere düşürdüğü mendili görünce çok şaşırır. Çünkü mendil paramparçadır. Bu olay, profesöre Batı'nın değerleri ile Japonya'nın Buşido felsefesi arasındaki farkı düşündürür. Başkalarının önemsemeyeceği bu küçük şey aslında bir insanın içinde, ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, ne denli büyük fırtınalar kopabileceğini oldukça iyi bir şekilde gösteriyor... Dördüncü öykümüz "Örümcek Ağı" bu kitapta beni en çok etkileyen öykülerden birisi oldu. Buddha bir gün cennetteki nilüferli havuzun etrafında gezinirken havuzun altından cehennem gözüne ilişir. Cehennemdeki kan gölünde hırsız Kandata, öteki günahkârlarla birlikte debelenip durmaktadır. Fakat Kandata'nın hayatında yaptığı tek bir iyilik vardır: ormandaki bir örümceği tam ayağıyla ezeceği sırada aniden fikrini değiştirerek hayvanın hayatını bağışlamıştır. Buddha bu iyiliğine karşılık Kandata'ya bir kurtuluş şansı tanır ve yan tarafındaki örümcek ağından incecik bir tel alarak cehennemin dibine sarkıtır. Bence bu kısa öykü bencilliğin kötülükleri hakkında birçok uzun öyküden ve nasihatten daha iyi bir şekilde gösteriyor... Beşinci öykü "Cehennem Tablosu" öyküsü kişisel olarak benim bu kitap içindeki favori öyküm oldu! Olay 10. yüzyıl Japonya'sında geçer. Yoşihide tek kızından başka kimsesi olmayan çok ünlü ama aksi ve küstah bir ressamdır. Yörenin beyi Horikava, Yoşihide'nin güzel kızını sarayına nedime olarak alır. Fakat ressam kızını geri ister. Horikava buna çok sinirlenir ve kızı vermez. Aradan bir süre geçtikten sonra sanatçıya gerçeğinden ayırt edilemeyecek mükemmellikte bir cehennem tablosu çizmesini buyurur. Ancak biricik evladının elinden zorla alınmasına çok içerleyen sanatçının Horikava'dan karşılanması güç, çok korkunç istekleri vardır. Yoşihide'nin trajedisi bu noktada başlar. Başına korkunç olaylar gelir. Yoşihide tabloyu bitirip teslim ettikten sonra intihar eder. Akutagawa bu öyküsünde insanların ölümlü, sanatınsa ölümsüz olduğu inancını vurgular. Yoşihide ölmüştür, hatta mezar taşı yosun tutmuş, mezarın kime ait olduğu bile bilinmez, ama tablosu ebediyen yaşayacaktır. Yoşihide'nin karakteri beni etkiledi... Nedenini öyküyü okuyunca anlayacaksınız! Altıncı öykü "Mandalinalar" insan sevgisini işleyen en sıcak öykülerden birisidir. Yazar, bir kış mevsimi Tokyo'ya gitmek için trene biner ve hareket saatini beklemeye başlar. Tam tren kalkarken bulunduğu kompartmana 13-14 yaşlarında, suratının her tarafı çatlamış, üstü başı partal bir köylü kızı koşarak girer. Kızın bu kötü haline ve elindeki üçüncü mevki biletiyle ikinci mevkiye girmesine yazar çok sinirlenir. Tren hareket eder, o da gazetesine dalarak gördüklerini unutmaya çalışır. Ancak bu kızı uğurlamak için ıssız bir vadide trenin geçmesini cıvıldayarak bekleyen çocuklar vardı. Ablaları onların bu sevgi gösterisine trenden attığı kucak dolusu mandalinalarla cevap verir. Hikâyedeki yargılayıcılık beni biraz rahatsız etse de Akutagawa'nın bu öyküsü de diğer öyküleri gibi beni etkiledi ve içimi ısıttı. Yedinci öykü "Çinli İsa" beni güldürdüğü kadar düşündürdü de! İnancın gücünü vurgulayan bu egzotik öykü "Cehennem Tablosu" öyküsünün yanında bu öyküde aklımda uzun süre kalan bir öykü olacak! Kinka, fakir ailesine yardım etmek için eskortluk yapmak zorunda kalan on beş yaşında güzel bir kızdır. Bu mesleği yapmasına karşın dini bütün bir Hıristiyandır. Ancak bir sorunu vardır; frengiye yakalanmıştır. Kendi mutluluğu için başkalarına ıstırap çektirmek istemediğinden, açlıktan ölse bile, bu hasta haliyle yatağına müşteri almamaya İsa üzerine yemin eder. Bu yüzden yavaş yavaş bütün müşterilerini kaybeder. Kinka'nın geçim sıkıntısı had safhaya ulaşır. Bir gece kapı hızla açılır ve içeri sallanarak sarhoş bir yabancı girer. Kinka yabancının yüzünü görünce çok şaşırır. Çünkü bu yüz haçın üzerindeki İsa'ya ait yüzün aynısıdır. Olaylar bu andan itibaren ilgin bir boyut kazanır. Hikâyenin sonunu herkes tahmin edemeyebilir ama ben şahsen gülmemek için kendimi zor tuttum! Sekizinci öykü "Toşişun" size birçok açıdan ders verecek bir öykü! Akutagawa bu öyküde ruhsal aydınlanmaya giden yolun güçlüklerle dolu olduğunu, bilgelik yolunun sabırdan geçtiğini, yılmamak, korkmamak gerektiğini vurgulamak ister. Çin'de Loyang şehrinde bir bahar akşamıdır. Aç, susuz ve kalacak bir yeri olmayan bir delikanlı dalgın dalgın gökyüzünü seyretmekte, intiharı düşünmektedir. Bu gencin adı Toşişun'dur. O anda karşısına şehla gözlü bir ihtiyar çıkar. Onu iki kez zengin eder. Fakat Toşişun her seferinde bütün servetini bitirir. İhtiyar üçüncü kez karşısına çıkınca Toşişun ondan zenginlik istemez. Bu ihtiyarın Gabin Dağları'nda oturan, mucize ilmine vakıf evliyadan Tekkanşi olduğunun farkına varmıştır. Toşişun, kendisini mürit olarak dergâhına alması, keramet ilmini öğretmesi için ona yalvarır. Tekkanşi onun samimiyetine inanıp bu dileğini kabul edince de Toşişun'un dramatik sınavları başlar. Dokuzuncu öykü "Sonbahar" öyküsünde Akutagawa, kıskançlığı, özveriyi, şefkati, burukluğu, kardeşler arasındaki mücadeleyi ustalıkla anlatır. Nobuko üniversitede çok başarılı bir genç kadındır. O sırada üniversiteye devam eden kuzeni Şunkiçi ile çok samimidir, herkes onlara yakında evlenecek çift gözüyle bakmaktadır. Fakat beklentilerin tersine Nobuko okuldan mezun olduktan sonra Osaka'da bir ticaret şirketinde iş bulur ve oralı genç bir delikanlıyla evlenir. Çünkü Nobuko sevgilisini kız kardeşi Teruko'ya bırakmıştır. Böylece olaylar gelişir. Onuncu öykü olan "Balo" da başarılı mekan betimlemeleri, kişilik çözümlemeleri ve diyalogların yanı sıra sizi o döneme götürecek, kendinizi kolaylıkla ana karakterin veya ana karakterin dans ettiği adamın yerine koyabileceksiniz! Tokyo'nun kalburüstü ailelerinden birinin kızı olan Akiko tam on yedi yaşındadır. O akşam babasıyla birlikte İmparator Meyci'nin doğum günü şerefine verilen balonun yapılacağı ünlü Rokumeykan binasına gider. Burada Akiko'yu genç bir Fransız deniz subayı dansa kaldırır, "Güzel Mavi Tuna" eşliğinde vals yaparlar. Sonra da herkesle birlikte verandaya çıkıp havai fişekleri seyrederler. Gerçekte bu deniz subayı ünlü Fransız yazar Pierre Loti'den başkası değildir. On birinci öykü olan "Çalılıklar Arasında" sizi kesinlikle kafa karışıklığına uğratacak! Ormanda bir ceset bulunur. Cinayet zanlısı olarak azılı hırsız Tacomaru yakalanır, kurbanın genç karısıysa kayıptır. Olayla ilgili olarak yargıç, Tacomaru'dan başka oduncu, gezgin rahip ve kayıp kızın annesini sorguya çekerek olanları anlamaya çalışır. Cinayet olayını yaşayan aslında üç kişidir: Katil Tacomaru, kurban ve kurbanın karısı. Tacomaru'nun iddiasına göre katil kendisidir ve cinayeti nasıl işlediklerini en ince ayrıntılarına dek yargıca övünerek anlatır. Kurbanın karısı, Şimizu tapınağına gizlice gider ve günah çıkarır. Aranan katilin kendisi olduğunu itiraf eder. Katil odur çünkü Tocamaru, kocasının önünde ona zorla sahip olmuştur ve kocası da bu utanç verici sahneyi gördüğü için onu öldürmek zorunda kalmıştır. Pişmandır; kendisini affetmesi için tanrıya yalvarır. Cinayetin kurbanı Takehiro ise mesajını öbür dünyadan bir medyum aracılığıyla tebliğ eder. Olayın geçtiği gün Takehiro, karısıyla birlikte Tacomaru'nun tuzağına düşmüştür. Gözünün önünde karısına zorla sahip olunur. Olaydan sonra karısı, kendisini teselli eden Tocamaru'nun sevgiden, evlilikten dem vuran sözlerine kanar ve ondan kocasını öldürmesini ister. Olay yerinden önce kadın sonra da Tocamaru kaçarlar. Olaya çok üzülen Takehiro bu arada iplerini çözer; yerde bulduğu hançeri hırsla göğsüne saplayarak intihar eder. Çelişkili ifadelerden ötürü katilin kim olduğunu çözemedim. Ya da Takehiro'nun intihar edip etmediğini... On ikinci öykü "Vagon" sevinç, korku, kurnazlık, yaramazlık ve kaprislerle yüklü çocuk ruhunu başarılı ve ayrıntılı bir şekilde çözümlemiş çok sevimli bir öykü! Gerçekten sanki kendisi de küçük bir çocukmuş gibi anlatmış! Kasabadan geçecek tren hattı için demiryolu inşaatı başladığında Ryohei henüz sekiz yaşındadır. Hemen her gün uzaklara kadar gider, büyük bir zevkle şantiyedeki işçilerin vagonlara binip toprak taşımasını seyreder. Kendisi de bu vagonlardan birine binebilmek için can atmaktadır. Günün birinde iki işçiye yardım ederek onlarla arkadaş olur ve sonunda amacına ulaşır. Vagona binerek eğlenceli bir şekilde işçilerle birlikte uzaklara kadar gider. Ancak bunun bir de dönüşü vardır. Hava kararmaya başlayınca dönme vaktinin geldiğini anlar. İşte o zaman başına bir sürü olay gelir. On üçüncü öykümüz "Çarklar" benim "Cehennem Tablosu" ve "Çinli İsa" öykülerinin yanı sıra en sevdiğim öykülerinden oldu! Öncelikle belirtmek isterim ki bu öykü hassas insanlar için kesinlikle uygun değil! Çünkü Akutagawa ölmeden birkaç ay önce yazdığı bu öyküde kendi ruhsal bunalımlarını, halüsinasyonlarını ve şizofrenik paranoyalarını samimi bir dil ile okuyucuyla buluşturur. Yazarı bu samimiyeti için teşekkür etmek ve bu kadar hassas bir konu olan mental sağlığını böyle cesur bir şekilde dile getirebildiği için kutlamak isterdim! Ryuunosuke Akutagawa ölümünden yıllar yıllar sonra bile bu kadar bilinen bir yazar olmayı sonuna kadar hak etti! İlk bölüm düğününe yetişebilmek için yola çıkan yazarla dolmuştaki müşteri arasında geçen hayalet dedikodularıyla başlar. Düğün yemeğinden sonra oteldeki odasına yerleşir. Odasında duvarda asılı duran pardösüye bakınca sanki içinde kendisi varmış gibi gelir. Hemen onu yerinden alarak köşedeki dolaba tıkar. Sonra da aynanın karşısına geçip dikkatle yüzünü incelemeye başlar. Derisinin altında kafatası kemikleri görünüyor gibidir. O anda az önce yemekte gördüğü kurtçuğu hatırlar. İkinci bölümdeki olaylar da yine rüyalar, önseziler, sanrılar ve kuruntular üzerine temellenmiş duygu ve davranışlarla geçer. Yazar suçluluk duyguları içinde kıvranmaktadır. Her gördüğü ve okuduğu şeyde onu yakın takibe almış intikam tanrısının nefesini hisseder. Üçüncü bölümde yazarın duygularına cehennem ve ölüm korkusu hâkimdir. Sanki kendinden kaçar gibi bir hali vardır. Gözlerinin içinde yarı saydam çarklar dönmeye başlar. Böyle durumlarda teskin edici yüksek dozda uyku hapı alarak uyuyabilmektedir. Dördüncü bölümde önce ablasının kocasını götüren "ölüm," şimdi fellik fellik onu aramaktadır, ama burada yine bir tuhaflık vardır. Epey zamandan beri yapmadığı bir işi yapar; aynanın karşısına geçip suratına bakar. Bu surat ona "ikinci ben"ini hatırlatır. Bir arkadaşının karısı bir defasında onun ikizini Tokyo Kraliyet Tiyatrosunun koridorlarında gördüğünü söylemiştir. Bütün bunlar şizofren bir kişilik parçalanmasının belirtileridir. Beşinci bölümde münzevi bir keşişle Tanrı'nın varlığını tartışır ve Tanrı'ya inanmakta zorlandığını dile getirir. Keşiş ise Tanrı'ya inanmaktadır ama yazara göre keşiş samimi değildir, çünkü hâlâ cinsellikten etkilenmektedir. Şu halde yazar için din bir teselli kaynağı olamaz. Otele döner. Yalnızken çektiği ıstıraplar tahammül edilecek gibi değildir. Fakat ağzına koyacak tek bir uyku hapı bile yoktur. Bir kahve alır ve çılgınca kaleme sarılır. Bir sayfa, iki sayfa, beş sayfa, yedi sayfa, on sayfa... Yazdıkça dertlerinden uzaklaşır. Altıncı bölümde yazar evine döner. Karısı, çocukları, kayınvalidesi ve kayınbiraderiyle görüşür. Fakat kuşkuları, korkuları, çift kişilik duyguları devam etmektedir. Güvensizlik, tedirginlik ve çaresizlik içindedir. Bütün hayatı boyunca yaşadığı en korkunç an gelmiştir. Artık olanları yazacak gücü kendinde bulamaz. Böyle yaşamak bir cehennemden farksızdır. Artık uykudayken boğazını sıkıp canını alacak bir hayırseverden medet ummaya başlar. Bu öyküyü okuyana kadar kendi psikolojik buhranlarımın yansımasını bu kadar iyi bir şekilde görmemiştim. Ryuunosuke Akutagawa olduğumu iddia etmiyorum ama zihin yapımız ve kalemimiz oldukça benzer. Yazarda kendimi gördüm... On dördüncü ve son öykümüz olan "Serap" bir önceki "Çarklar" öyküsünden sonra bana biraz silik geldi. Yazarın ölmeden önce yazdığı son öykü olan ve yazarın ölümünden sonra yayımlanan "Serap" temasız bir öyküdür. Ders vermez. Bir şey öğretmez. Diğer öyküler gibi etki bırakmaz. Sadece yazarın paylaştığı bir anı, ama Akutagawa usta diliyle sizi kesinlikle Kuneguma sahiline götürecek! Kuneguma sahillerinde serap görüldüğünü bilmeyen yoktur. Bir sonbahar günü arkadaşı K., Tokyo'dan Akutagawa'yı ziyarete gelir. Serap görmek için birlikte deniz kıyısına yürürler. Yolda arkadaşları O.'yu da yanlarına alırlar. Sahile varır varmaz yüzükoyun uzanarak kumları seyretmeye başlarlar. Derken aniden beliren bir karga önlerinde sallanan mavi cisme doğru teğet olarak uçar ve o sırada kumdan kalkan sıcaklık dalgalarının üstüne karganın gölgesine yansır. O günkü serap çok güzeldir. Geri dönerken kumların üstünde siyah çerçeveli bir tahta levha bulurlar. Latin harfleriyle yazılı bu levha ölen bir denizcinin künyesidir. K.'yı Tokyo'ya uğurladıktan sonra yazar, karısı ve arkadaşı O. ile birlikte tekrar yürüyüşe çıkar. Karanlık, kumlar, yosun kokusu, dalgaların sesi ilginçtir. Bir, iki kez kibrit çakıp kumsalı seyrederler. Bu sırada, yazarın içi tuhaf duygularla doludur. Eski rüyalarını, eski anılarını korku ve tedirginlikle hatırlar. Duyduğu bir ses, gördüğü bir mimik, kibritin aydınlığında görülen atılmış bir terlik, kısacası her şey sanki ona bir şey anlatmak istemektedir. Çok geçmeden O. ile vedalaşarak karı koca evlerine dönerler. İnceleme yapmayı sevdiğim için bu kadar uzattım ama kısaca söylemem gerekirse yetişkinlere masallar tadında nefis bir öykü kitabı! Her öykü size farklı duygular yaşatacak ve kitaptaki bazı karakterlerin davranışlarını etik olarak yanlış bulsanız bile yazarın başarılı kalemiyle bu karakterleri sevebilirsiniz bile! "Cehennem Tablosu", "Çinli İsa" ve "Çarklar" adlı öyküleri benim favori öykülerim ve içlerinden bir tanesini seçmemi isteseydiniz büyük ihtimalle seçemezdim! Nefis bir kitap herkese tavsiye ederim! Sevip sevmemek ise tamamen size kalmış!
Raşōmon ve Diğer Öyküler
Raşōmon ve Diğer ÖykülerRyunosuke Akutagava · Alfa Yayınları · 2021317 okunma
·
369 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.