Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Güneşi Görmek
Bölüm I- Arayış Hava fazlasıyla nemli ve sıcak. Bir yandan bunaltıcı bir yağmur yağıyor. Etrafımdaki ağaçların da etkisiyle hafiften zehirli bir sisin içerisindeyim. Güneşi katiyen göremiyorum. Bazen ağaçların yaprakları seyrekleşiyor. Şöyle bir kafamı kaldırıp bakıyorum. Yine de göremiyorum. Güneşin varlığını, etrafın aydınlanmış olmasından hissedebiliyorum. Ama bu kasvetin ortasında onu görmek mümkün değil. Öyle ki; fani ellerimle kasvetli havayı yok edemiyorsam, yürümekten başka çarem de kalmıyor. Mecbur yürümeye devam ediyorum. Her açıklıkta bir umutla gözlerimi semaya çeviriyorum. Güneşi görmek, sıcaklığını hissetmek istiyorum. Sanki bin yıldır kasvetli bir öğle üstünde hapsedilmiş gibiyim… Ormanın içerisinde bir patikaya giriyorum. Yukarı doğru çıkan bir patika. İçimden bir ses “çıkma bu patikayı” diyor. Kim diyor? Neden böyle söylüyor, bilmiyorum. Başka yol kalmadı ki. Buradan çıkmak zorundayım. “Dön” diyor. Dönemem, diyorum. Dönemem, bu kadar yolu dönmek için yürümedim. Bari güneşi göreyim… Patikadan çıktım. Bir tepeyi aştım. Şimdi yüksek ve açıklık bir noktadan kasvetli gökyüzünün altında ezilmiş, çoraklaşmış bir vadiye doğru bakıyorum. Vadinin ortasında kurumamak için bir gayret akan dereyi görüyorum. Mavi suları uzaktan son derece ürkütücü görünüyor. Varmak istediğim noktanın önünde doğal bir set; “Nasıl geçeceğim?” Aşağı doğru ayaklarımın altından kayan toprağa rağmen düşmeden inmeyi başarabiliyorum. Akan suyun derinliği belki yarım metre bile değil. Zaten yer yer suyun üstüne çıkmış kayalar da işimi kolaylaştıracak gibi duruyor. Islanmadan karşıya geçmek; ne büyük başarı… İlerisi için yapacağım hamleleri düşünmek ve biraz da olsun soluklanmak için; ha bir de belki bu süre de kasvetli hava açılır ümidiyle yassı bir taşın üzerine oturuyorum. Nasıl buradan çıkacağımdan ziyade; nasıl buraya geldiğimi düşünüyorum. Oysa ki güllük gülistanlık bir hayatım vardı. Ne derdim vardı, ne tasam. Yaşayıp gidiyordum işte. Ne diye çıktım ki bu yola. Ha doğru ya; güneşi bulacaktım. -“Bak buldun güneşi. Sen yola çıktığından beri kasvetli hava.” Konuşsun dursun. Hep konuşuyor. Bugüne kadar dinledik de ne oldu? -“Ne mi oldu? Ne güzel hayatın vardı? Zevk-ü sefa içerisinde yaşayıp gidiyorduk işte. Ah senin şu sevdaların. Mahvetmedi mi? Bütün suçu bana atıyorsun. Yazık sana.” Benim değil senin istediğin hayat güzeldi. Benim istediğim hayat demek ki güzel değildi. Belki de hayat güzel geçirilmek için yaratılmamıştır. Belki de bu hayatın güzel olması aslında içinde ki çirkinliği görüp ondan kaçmakta gizlidir. Hem sen ne bilirsin ki. Sürekli konuşur durursun. Kendinden başkasını ne zaman düşündün. Şimdi de diyorsun ki; ben seni düşündüm. Yalan söyleme. Sen beni düşünmedin. Kafayı yemek için uygun bir taşın üstünde oturduğumu sanmıyorum. Henüz doğrulmadan önce paçalarımı kıvırdım. Ayağa kalktım. Ah unuttuk yine. Hep bir şeyler unutuyorum zaten. Acaba nedir bu unutkanlığımın sebebi… Biliyorum, bir gün bütün bilmediğim soruların cevaplarını öğreneceğim. Çıkartmayı unuttuğum ayakkabılarımı, bağcıklarından kemerime bağladım. Çıplak ayaklarımla, yarım metre önümde duran taşa doğru yöneldim. Hemen sağ çaprazında, aynı boyutta başka bir taş ve sonra ıslanmadan karşıya geçmiş olacaktım. -“Bas ona” Bastım. Basmamla taşın kayması bir oldu. Kasvetli, sıcak havanın altında usulca akan derenin buz gibi soğuk sularıyla sanırım önce topuklarım temas etti. Sonra bacaklarım ve geri kalanım. Hepsini toplasan bir saniye sürmüştür. Suya düşen kedi misali bir anda fırlayıp karşı kıyıya geçiverdim. Islanmadan geçmek ne büyük başarıymış. Nemli havanın altında suyun etkisiyle titreyen bedenim çabucak ısınıvermişti. Islaktım ama artık üşümüyordum. Belli ki; sadece su soğuktu. Onun dışında ki her şeyi güneş ısıtıyordu. Görmüyordum ama ısıtan oydu. Kıyının karşısında, vadinin aşağılarında; ihtiyarın biri kütüğün üstüne oturmuş tütün sarıyordu. Uzaktan bu kadarını seçebiliyordum. Yaklaştıkça, ustalıkla yerleştirdiği tütün dolu kağıdı ince bir sigara haline getirdiğini görebiliyordum. Henüz geldiğimi fark edememişti. Son birkaç hareketle elindeki tütün içilebilir hale gelmişti. Yerden kısa bir çalı alıp önünde yanan cılız ateşin içine daldırıverdi. Çalıyı bir çakmak gibi kullanarak sigarasını yakmıştı. İyice yaklaştım. Birazdan selam verecektim. İhtiyar sigarasını acayip bir keyifle içiyordu. Sanki hayatın sırrı bu sigaranın dumanında gizliymiş gibi her nefesten sonra dumanın gittiği istikamete dalgın gözlerle içli içli bakıyordu. İyice yaklaşmışken selam verdim. Yaşlı gözlerinin üstünü kapatan eskimiş şapkasını eliyle yukarı doğru kaldırdı ve bana doğru bakıp selamımı aldı. Beni buyur etmesini bekliyordum. Fakat ihtiyar gelmemden hiç memnun değildi sanki. Sabırsızlanıp karşısındaki kütüğü oturmak için izin istedim. Yüzüme bakmadan, hafif bir baş eğmesiyle müsaadeyi verdi. İhtiyar sessizliğini koruyor, zerre bana muhabbet göstermiyordu. Bütün keyfini bozduğumu düşünüyordu sanırım. Oysaki yoldan gelen bir meczuptum ben. Kim olsa bana muhabbet göstermeli, karnımı doyurup beni misafir etmeli. Oysaki ihtiyar bana alacaklı gözüyle bakıyordu. Alacaktı sanki. Ama bende verecek ne kaldı? İhtiyar kalın beyaz kaşlarının altında ezilmiş orantısız gözlerini bana doğru kaldırıp; -“Niye geldin? Bir de seninle uğraşıcaz şimdi. Neymiş, güneşi göreceklermiş. Sen görsen nolur, çocuk.” dedi. İhtiyar beni şaşırtmıştı. Nerden bildi, güneşi görmek istediğimi. Aklımı okudu sanırım. -“Evet, güneşi görmek istiyorum. Onca yolu bunun için teptim. Nerden anladın?” dedim. -“Nerden anladım? Peh, kaç yaşındayım ben biliyor musun? Senin gibi çocuklar sürekli buradan geçer. Güya güneşi göreceklermiş. Göremezler çocuk. Çocuklar güneşi göremez. Onlar bu yolculuğu kutlu bir macera sanırlar. Oysa ki içlerindeki şeytanın macera aşkından başka bir şey değil. Gelirler, giderler. Göremezler. Sen de geldin. Sen de gideceksin. Göremeyeceksin. Çocuksun sen, çocuk.” İhtiyar, bunları söylerken hiddetlenmişti. -“Haklısın belki göremem. Görmek ne demek ihtiyar? Belki de yollarından geçmek görmek demektir.” -“Bilgece konuştun çocuk. Şu bohçamda bayatca bir ekmek vardı. Açsındır al bunu. Sonra yolu gösteririm sana. Hadi bakalım.” I. BÖLÜM SON
Ümit Türkmen
Ümit Türkmen
Ümit Türkmen
··
134 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.