Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Evrim Mekanizmaları
Evrim Mekanizmaları, temel olarak, evrimin gerçekleşmesini tetikleyen ve/veya sağlayan doğal olgular ve süreçler olarak tanımlanabilir. Tıpkı cisimlerin yere doğru hareket etmesi olayını sağlayan/tetikleyen olgunun cisimler arası kütleçekimi (veya daha isabetli tabiriyle, uzay-zamanın bükülmesi) olması gibi, canlı popülasyonlarının nesiller içinde değişmesini sağlayan bazı mekanizmalar bulunmaktadır. Evrim Mekanizmaları, genel olarak, canlılar üzerinde sürekli veya aralıklarla etkiyen doğa yasalarıdır. Bu olgu ve süreçlerin etkisi altında, canlı popülasyonları zaman içerisinde değişir ve hatta birden fazla yeni türe ayrılabilir. Bu mekanizmalar iki başlık altında toplanabilir: Seçilim Mekanizmaları ile Çeşitlilik Mekanizmaları. Bu mekanizmalardan bir kısmı canlıları "seçer" (Richard Dawkins'in deyimiyle "kayırır") ya da "eler"ken bir takım mekanizmanın etkisi altında seçilim gerçekleşmez, ancak popülasyon içerisindeki çeşitlilik miktarında değişim (artış veya azalış) olur. Örneğin mutasyonlar Çeşitlilik Mekanizmalarına girer, mutasyonlar gibi çeşitlilik mekanizmaları, dolayısıyla evrimin kendisi değillerdir ve asla olamazlar. Çeşitlilik ve seçilim mekanizmaları bir arada çalışarak evrimi yaratırlar. Bu yazıda gireceğimiz Seçilim Mekanizmaları şunlardır: Doğal Seçilim, Yapay Seçilim, Cinsel Seçilim, Akraba Seçilimi. Çeşitlilik Mekanizmaları ise şunlardır: Gen Akışı (Göç), Genetik Sürüklenme, Mutasyonlar, Crossing-Over, Transpozonlar, Plazmidler, Yatay Gen Transferi ve Virüsler Bu arada ikincil (minör) mekanizmaları dediğimiz mekanizmalar var bunlar ikincil mekanizmalar dememizin nedeni, türlerin genel evrimsel değişimi sürecinde Seçilim ve Çeşitlilik mekanizmalarına göre kısmen daha kesintili veya zayıf etkiye sahip olmalarıdır. Bu mekanizmalarının en yaygın olanları Gen Düzenlemeleri, Alternatif Birleşme (Alternative Splicing), Epigenetik, Endosimbiyotik Gen Transferi ve Rekombinasyon'dur. -Doğal Seçilim: Doğada, yaşadıkları ortama en uyum sağlamışların hayatta kalmaları ve üremeleri sonucu kendilerindeki avantajlı genleri yavrularına aktarabilmelerine Doğal Seçilim denir. Doğal Seçilimden bahsederken kullanılan yanlış cümleler: "Çevre canlıları belli özelliklere göre seçer." ya da "Doğal Seçilim sonucunda bir canlı seçilir veya elenir." Çevre, Doğal Seçilim, Cinsel Seçilim veya diğer evrim mekanizmalarının bilinci, öngörüsü, istekleri, arzuları, talepleri, planları, programı, fikirleri yoktur. Canlılar her an, her ortamda, durmaksızın yaşam ve üreme mücadelesi verirler. Bunun sonucunda bazıları başarılı olur, bazıları başarısız olur. Biz insanlar, başarılı olanlara bakıp "Doğal Seçilim tarafından seçildi." deriz. Veya başarısız olanlara bakıp "Çevre bu bireyi eledi." deriz. Halbuki her iki durumda da olan, çevrenin ya da seçilimin aktif bir şekilde seçmesi veya elemesi değildir. Bu, sadece semantik (dilden kaynaklı) bir anlatım biçimidir. Daha doğru bir anlatım, "Canlının hayatta kalması sonucunda Doğal Seçilim yaşandı." demektir. Türler, öncelikle kendi içerisinde evrimleşirler; sonrasında bu değişimler izolasyon altında birikerek yepyeni türlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilir. -Yapay Seçilim: Yapay Seçilim, temel olarak bir canlının, bir başka canlıyı, belirli ve çıkarları/istekleri dahilindeki bir özelliğinden ötürü sürekli "kayırarak" ve aynı popülasyon dahilindeki bazı bireylerin zayıf özelliklerinden dolayı üremesine engel olarak, doğada meydana gelen seçilimi, yapay yollarla tekrar etmesidir. İnsanoğlu, kendi istekleri ve emelleri doğrultusunda, belirli özellikteki vahşi kurtların (uysallık, güçlülük, sevimlilik, vs.) kendi aralarında çiftleşmelerine izin vermiş ve istediği özellikleri taşımayanların üremesine engel olmuştur. Bu sayede insan türü, kurtlar üzerinde yönlü bir seçilim uygulamıştır. Günümüzdeki tüm köpekler, kurtların bu şekilde yapay seçilim aracılığıyla türleştirilmesi sonucu oluşmuştur. -Cinsel Seçilim: Canlılar, sadece hayatta kalmak için değil, üremek (genlerini geleceğe aktarmak) için de mücadele ediyorlardı. Bazı genlerden kaynaklanan dış özellikler ve davranışlar, karşı cinsiyeti daha fazla çekerken, bazıları daha başarısız olabiliyordu. Dolayısıyla hayatta kalmayı başarabilenler, bir de üreme konusunda başarılı olmak durumundaydılar. İşte üreme konusunda doğanın seçme ve eleme mekanizmasına, Cinsel Seçilim yasası diyoruz. Doğada hangi canlıya bakarsak bakalım, neredeyse her zaman cinsel seçilim görürüz; az veya çok olarak. Buna, bir tür üzerindeki cinsel baskı denir. Gezegendeki insanların istisnasız tamamı, hayatta kalma mücadelesinden ya da üremekten vazgeçerlerse, insan türünün soyu 80-100 sene içinde tükenir. Çünkü şu anda doğan bir bebek bile, eğer hiç kimse üremezse, 80-100 yıl içerisinde ölecektir ve o da üremeyeceği için insan soyu devam edemez. İşte bu sebeple, tüm türlerin 2 biyolojik/evrimsel amacı vardır demekteyiz. Cinsel Seçilim'in Alt Türleri Cinsel Seçilim 3'e ayrılır: 1)Intersexual Selection (Eşey Katkısı Sonucu Seçilim - Cinsiyetler Arası Mücadele) 2)Intrasexual Selection (Cinsiyet İçi Mücadele) 3)Sexual Conflict (Eşeysel Çatışma) "Büyük botanikçi Bichat'nın da dediği gibi, eğer ki herkes birebir aynı kalıptan çıkmış olsaydı, 'güzellik' diye bir şey var olmazdı. Eğer bütün kadınlarımız Venus de' Medici kadar güzel olsaydı, belki bir süre etkilenirdik; ancak kısa bir süre sonra gözlerimiz çeşit arardı. Ve çeşitliliği bulduğumuz anda, belirli özelliklerin, o anda var olan standartların ötesinde, birazcık daha abartılmasını görmek isterdik." - Charles Darwin -Akraba Seçilimi: Akraba Seçilimi, temel olarak birçok hayvan türünde görülmekte olan ve bireylerin özellikle kendilerine yakın akrabalığı bulunan bireylere ayrıcalık tanımaları sonucu oluşan seçilim tipidir. Bir diğer deyişle akraba seçilimi, türlerin kendi akrabalarını ve ileri düzeye gidildiğinde kendi türlerini, diğer akrabalara ve türlere karşı "kayırmaları" ve bunu yaparken fedakar/özgeci davranışlar sergilemeleridir. Bu davranışların sonucunda, kayırılan bireyler seçilmiş, kayırılmayan bireyler elenmiş olur. Akraba Seçilimi ve Grup Seçilimi, doğrudan Darwin tarafından keşfedilmeyen iki mekanizmadır (her ne kadar bazı yerlerde bu konulara değinmiş olsa da). Özellikle Bencil Gen Kuramı olarak anılan ve ünlü evrimsel biyolog Prof. Dr. Richard Dawkins tarafından sıklıkla desteklenen teorinin kökeninde bu iki mekanizma yer almaktadır. Bu mekanizmalar birbirlerine oldukça benzerdir ve daha çok sadece Akraba Seçilimi olarak anılırlar. Fakat aralarında bazı teknik farklar olduğunu da bilmekte fayda vardır. Bu mekanizmalar, popülasyon içerisindeki akrabaların birbirleriyle olan ilişkilerinden doğmaktadırlar. Her ne kadar bizler, toplumumuz ve akrabalarımız içerisindeki bireyleri fiziksel özelliklerine göre ayırt etsek de, doğada ve evrimsel süreçlerde asıl olan genetik kökendir. Genetik yapıdaki farklılıklar ve benzerlikler, türlerin evrimsel gelişimlerindeki en büyük pay sahipleridir. Genler, evrim açısından öylesine önemlidirler ki, birçok evrimsel ilişkinin tespitinde sadece bu moleküler yapılara başvurmak yeterli olabilmektedir. Akraba Seçilimi ile doğrudan ilişkili olarak doğan kavram, kuşkusuz ki fedakarlık (altruism) davranışıdır. Fedakarlık, ortak çalışma sonucunda doğar ve kimi zaman "aşırı"ya kaçarak türün kendi hayatı pahasına karşı tarafı koruması/kollamasıdır. Tanımından da görülebileceği gibi, Akraba Seçilimi ile doğrudan ilişkilidir. "akraba seçilimi" kalıbı ilk olarak 1964 senesinde John Maynard Smith tarafından ortaya atılmıştır. "Bu süreçlere [türler içerisinde ve türler arasında meydana gelen seçilim süreçlerine] ben sırasıyla akraba seçilimi ve grup seçilimi diyorum. Akraba Seçilimi zaten Haldane ve Hamilton tarafından tartışılmıştır. (...) Akraba Seçilimi diyerek bahsettiğim, söz konusu bir bireyin yakın akrabalarını da etkileyen ve popülasyonun yetişme biçiminde herhangi bir kesintiye sebep olmayacak karakterlerin evrimidir." davranış kalıplarının ve kültürel birimlerin evrimsel bir biçimde aktarılabileceği ve evrimleşebileceğini tartışmaktadır. Günümüzde bu çalışma sahasına memetik adı verilmektedir. -Gen Akışı: Gen Akışı, temel olarak bir popülasyondan diğerine genlerin (alellerin) göç yoluyla aktarılmasıdır. Bildiğiniz üzere doğada pek çok canlı türü farklı popülasyonlar halinde, farklı habitatlarda yaşayabilmektedir. İşte bunlar arasında meydana gelen çiftleşmeler sonucunda gen akışı sağlanmış olur. Bu transfler sonucunda popülasyonların gen havuzlarındaki gen frekanslarında değişimler meydana gelir. Çünkü daha önceden popülasyonda bulunmayan bir gen, göç yoluyla popülasyona dahil olabilir. Diğer taraftan, popülasyon dahilinde belli genetik özelliklere sahip olan bireyler göç ederek o popülasyonda, kendilerinde bulunan genlerin kalmamasına sebep olabilirler. Veya, göçler sebebiyle halihazırda var olan gen frekanslarında artış veya azalışlar meydana gelebilir. -Yatay Gen Transferi: Gen akışı türler arasında sadece bireysel yer değiştirme ve çiftleşme yoluyla olmaz: bir bakteri veya virüs de bir türden diğerine genetik materyal taşıyabilir. Bu noktada çok önemli bir tanım olan Yatay Gen Transferi'ni tanımlamakta fayda vardır: Yatay Gen Transferi, bazı bakterilerdeki üreme yöntemi olan gen transferi yoluyla veya bir virüs veya bakterinin bir türden diğerine gen taşıması demektir. Virüsler ve bakteriler genlerini konak organizmanınkiyle birleştirebilirler ve bu sayede, daha önceki bir konaktan edindikleri genetik materyali, yeni ve farklı tür konağa aktarabilmektedirler. Gen göçünün bir diğer önemli etkisi, farklı türlerin çiftleşmesi demek olan hibritleşme (melezleşme) olayını sağlamasıdır. -Genetik Sürüklenme: Genetik Sürüklenme, bir popülasyon dahilindeki gen veya alel frekansının rastlantısal olarak değişmesi demektir. Mutasyondan farkı; mutasyonlar doğrudan nükleotitlerin veya genlerin yapısını etkilerken, Genetik Sürüklenme'nin genel olarak frekansı (görülme sıklığını) etkileyip, yapıya dokunmamasıdır. Yani mutasyonlar genlerdeki rastgele değişimlerken, Genetik Sürüklenme popülasyondaki rastgele değişimlerdir. Genetik Sürüklenme, bazı genlerin popülasyon içerisinde yok olmasına sebep olabilecekken, bazı genlerin oldukça sık görülmesini de sağlayabilir. Bu, oldukça rastlantısal ve önceden tahmin edilemez doğa koşullarına bağlıdır (bir takım türleşme tipleri gibi). Genetik Sürüklenme, büyük popülasyonlarda göreceli olarak daha az etkiliyken, küçük popülasyonlarda en önemli Evrim Mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu mekanizmanın önemi, popülasyon içerisindeki belli genler bazen şans eseri öyle hızlı kırılır veya öyle hızlı baskın hale geçebilir ki, evrimsel süreç hiç beklenmedik yönlere sapabilir. İşte istatistiki yöntemlerle bu rastgeleliği hesaplayabilir ve türlerin küçük popülasyonlarının ne yöne evrimleşeceğini, en azından sadece Genetik Sürüklenme etkisi altında tahmin edebiliriz. Genetik Sürüklenme'nin büyük popülasyonlarda etkisiz kalmasının sebebi, rastlantısallığın etkilerinin birbirini etkisiz kılmasıdır. Örneğin, bir A özelliğinin bir anadan yavruya geçmesi, geniş çeşitlilikten ötürü birkaç nesil sonra baskılanabilir ve sürüklenmenin yönü tersine dönebilir. Böylece Genetik Sürüklenme'nin etkisi ortadan kalkar. Ancak eğer ki popülasyon küçükse, bu etki kolaylıkla bastırılamaz ve A özelliği (geni) sürekli olarak saçılarak ebeveynlerden yavrulara geçer. Genetik Sürüklenme, ilk olarak 1929'da Sewall Wright tarafından ileri sürülmüştür. Hatta bu sebeple, bu mekanizmanın adı uzun süreler Sewall Wright Etkisi olarak anılmıştır. Bu görüşe en sert karşı çıkan isim, Ronald Fisher olmuştur. Fisher, Genetik Sürüklenme'nin etkili olabileceğini; ancak bu etkinin önemsenmeyecek kadar küçük olduğunu iddia etmiştir. 1968'de ise Motoo Kimura'nın az önce bahsettiğimiz kuramını ileri sürmesiyle, Genetik Sürüklenme'nin önemi yeniden kavranmıştır. Bir doğal felaket sırasında, evrimsel açıdan en uyumlu olan bireyler de tamamen şans eseri ölebilirler ve o başarılı genler popülasyondan silinebilirler. Benzer şekilde, bazen bireylerin şanslarının yaver gitmesinden ötürü, daha düşük evrimsel uyum başarısına sahip bireyler çoğalabilirler ve genlerini popülasyon içerisinde arttırabilirler. İşte doğal olayların etkisi altında türler üzerindeki şansa bağlı genetik "sürüklenme" sürecini izah eden mekanizma, Genetik Sürüklenme'dir. küçük bir grubun, kendi sınırlı sayı ve çeşitteki özelliğini taşıyan büyük bir popülasyon yaratmasına kaşif etkisi (founder effect), genlerin bu şekilde rastgele saçılmasına ise Genetik Sürüklenme denir. •Genetik Sürüklenmeye örnek: 18. yüzyılda oldukça ciddi bir fok avı başlatılmıştı. Bu avdan birinci derecede etkilenen tür ise Mirounga angustirostris olarak bilinen Kuzey Fil Foku idi. 1890'lı yıllara gelindiğinde, bu fok türünden sadece 20 adet kalmıştı. Daha sonra, ülkeler el birliğiyle fokları koruma altına aldılar ve günümüzde bu fokların sayısı 30.000'e ulaştı. Ancak tahmin edilebileceği üzere, Genetik Sürüklenme, darboğaz etkisi (bottleneck effect) (popülasyonun ciddi bir sayı azalmasına gitmesi) ve kaşif etkisi sebebiyle tür içi çeşitlilik halen çok azdır. Yani günümüzdeki bu çok sayıda fok arasındaki genetik çeşitlilik oldukça sınırlıdır, çünkü her biri, avlanma sırasında 20'ye kadar düşen fok popülasyonunun genetik havuzunun bir devamına sahiptir ve bu gen havuzu oldukça sınırlıdır. Tabii ki süreç içerisinde, Çeşitlilik Mekanizmaları sayesinde yeni genler de oluşmakta ve çeşitlilik artmaktadır. Ancak bu, genellikle yavaş olan bir süreçtir. -Mutasyon: Mutasyon, kelime anlamıyla genetik materyalde meydana gelen rastlantısal değişim demektir. Bu değişim, genetik dizideki bir nükleotidin bir başkasına dönüşmesi kadar basit olabileceği gibi, bir kromozomun baştan sona fazladan kopyalanarak sayısının artması kadar devasa da olabilir. Birçok mutasyon ise genellikle spesifik bir geni veya birkaç geni etkileyen boyuttadır. Evrimin yaşanabilmesi için, popülasyon içinde belirli özelliklerde çeşitlilik (varyasyon) görülmesi gerekmektedir. Eğer bir popülasyon içindeki bütün canlılar birbirlerinin birebir kopyası ise, değişen çevre şartlarında avantajlı ve dezavantajlı bireyler oluşamazdı. Ya hepsi eşit derecede avantajlı, ya hepsi eşit derecede dezavantajlı olurdu. Ancak doğanın hiçbir köşesinde, hatta kendilerini kopyalayarak çoğalan bakterilerde bile böyle bir tektiplik görmüyoruz. İşte bunu sağlayan ana mekanizma mutasyonlardır. -Plazmidler ve Yatay Gen Transferi: Plazmidler, normal olarak hücre içerisinde bulunan ve hücresel faaliyetleri kontrol eden kromozomal DNA'dan bağımsız olan ve ondan bağımsız olarak kendisini kopyalayabilen DNA parçalarına verilen isimdir. Tıpkı bizim hücrelerimizde bulunan heliks DNA'lar gibi çift şeritlidir; ancak heliks şeklinde değil, çoğunlukla daire şeklindedirler. Genellikle bakterilerde bulunurlar; ancak çok nadir olarak Saccharomyces cerevisae gibi ökaryotik hücrelerde de bulunabilirler. 1.000 ila 1.000.000 baz çifti uzunluğu arasında olabilirler. Plazmidler, 1952 yılında Joshua Lederberg tarafından keşfedilmiştir. Plazmidleri evrim açısından önemli kılan özellik, uygun bir konak buldukları zaman kendilerini kopyalayabilmeleri ve konaktan konağa geçebilmeleridir. Üstelik Bakteriler'de, Arkeler'de ve Ökaryotlar'da görülebildikleri ve birinden diğerine sıçrayıp gen taşıyabildikleri için çok önemli bir olaya sebep olurlar: yatay gen transferi (lateral gene transfer). Normalde genler, dikey olarak aktarılırlar: ebeveynlerden yavrulara geçerler, yavrulardan onların yavrularına ve bu şekilde devam eder. Buna "dikey" denmesinin nedeni, Evrim Ağacı'nın dallarından biri üzerinde, atadan toruna, dikine bir şekilde geçiyor olması, dallar arasında geçişin olmamasıdır. Basitçe, "üreme" faaliyetini başlı başına bir dikey gen transferi olarak düşünebilirsiniz. Ancak mikrobik canlıların etkisi sebebiyle, Evrim Ağacı'nın bir dalından bir diğerine gen aktarımı yapılabilir. Bu mikrobik canlı, bir diğer canlıdan aldığı plazmidleri, bulaştığı bir diğer türe ait canlının hücreleri içerisinde çoğalırken, yanlışlıkla ona aktarabilir. Göreceli olarak nadiren gerçekleşen bu olay, Evrim Ağacı'nın bir dalından tamamen alakasız bir diğer dalına genlerin dolaylı yoldan aktarılmasını sağlar. İşte bu şekilde, türler arasında yatay olarak yapılan gen transferine, Yatay Gen Transferi adı verilir. Bunun önemi çok açıktır: normalde evrimsel süreçte birbirlerinden tamamen uzaklaşmış canlıların aslında genlerinin artık birbirine karışması mümkün değildir, çünkü neredeyse hiçbir zaman çiftleşemezler. Plazmidler, normal olarak hücre içerisinde bulunan ve hücresel faaliyetleri kontrol eden kromozomal DNA'dan bağımsız olan ve ondan bağımsız olarak kendisini kopyalayabilen DNA parçalarına verilen isimdir. Tıpkı bizim hücrelerimizde bulunan heliks DNA'lar gibi çift şeritlidir; ancak heliks şeklinde değil, çoğunlukla daire şeklindedirler. Genellikle bakterilerde bulunurlar; ancak çok nadir olarak Saccharomyces cerevisae gibi ökaryotik hücrelerde de bulunabilirler. 1.000 ila 1.000.000 baz çifti uzunluğu arasında olabilirler. Plazmidler, 1952 yılında Joshua Lederberg tarafından keşfedilmiştir. Plazmidleri evrim açısından önemli kılan özellik, uygun bir konak buldukları zaman kendilerini kopyalayabilmeleri ve konaktan konağa geçebilmeleridir. Üstelik Bakteriler'de, Arkeler'de ve Ökaryotlar'da görülebildikleri ve birinden diğerine sıçrayıp gen taşıyabildikleri için çok önemli bir olaya sebep olurlar: yatay gen transferi (lateral gene transfer). plazmidlerin evrime doğrudan etkisi genelde prokaryotlarda görülür. Ayrıca plazmidlerin işlevlerini fark eden bilim insanları için de, çok önemli bir malzeme görevi görürler. Moleküler biyologlar, genleri istedikleri gibi manipüle edebilmek için plazmidleri kullanırlar. Diledikleri özelliklere sahip plazmidleri, hücreler arasında aktararak gen transferini sağlarlar. Genetik biliminde kullanılan bu plazmidlere vektör adı verilir. Plazmidler kullanılarak antibiyotikler üretilebilir ve büyük miktarda protein üretimi yapılabilir. Örneğin insülin üretimi için kullanılan şey basitçe plazmidler, daha doğrusu vektörlerdir. Plazmidlerin bilim dünyasındaki sorunu, sadece 1.000.000 baz çiftine kadar taşıyabilmeleridir, daha sonra kararsız hale gelirler ve işlevlerini göremezler. Ancak bu bile, oldukça büyük bir sayıdır. •Plazmidlerin Evrime Katkısı: Süper-Hızlı Bakteri Evrimi bakteriler, kendi soy hatlarına -genellikle rastgele mutasyonlar yoluyla- yeni bir varyasyonun girip de sonrasında seçilmesini beklemek zorunda değillerdir. Eğer ki dirençli bir soy hattı bir noktada evrimleştiyse, bu bakterilerin birbirlerine yatay gen transferi yoluyla bu dirençli genleri aktarması çok muhtemeldir. Bu sayede, dirençsiz soy hatları da çok kısa sürede direnç kazanabilecektir. Bu da, evrimin adeta bir "kısa yol" yöntemidir. -Virüsler (Bakteriyofaj): Virüs, en temel tanımıyla "canlı" organizmalar içerisinde yaşayarak varlığını sürdüren ve hemen hemen her zaman enfekte edici özelliği olan biyokimyasal maddeler bütünüdür. İlk olarak, bilimsel olarak hiçbir şey, esasında, ne "canlı"dır, ne de "cansız". Bu sadece, literatür açısından işleri kolaylaştırmak, Biyoloji'nin sahasını belirlemek ve anlaşma kolaylığı sağlamak amacıyla uydurulmuş ve pek bir dayanağı olmayan bir olgudur. İnsanoğlu, etrafına bakıp varlıkları sınıflandırmak istemiş ve belli başlı özellikler taşıdığı için bazı varlıklara "canlı" demiş, bu özellikleri taşımayan varlıklara ise "cansız" demiştir. Bu belli başlı özellikler şöyle sıralanabilir: 1(Uyarana tepki gösterme 2)Üreme 3)Büyüme ve Gelişme 4)İç Dengeyi Koruma 5)Belli bir organizasyona sahip olma 6)Metabolik faaliyetleri gerçekleştirme ve enerji üretme 7)Adapte olabilme •Canlı veya cansızlık sınıflandırması: Bir demir, oksijenin bulunduğu ortamda sürekli tepkimeye girerek paslanmaktadır. Aynı oksijen, hücrelerimiz içerisinde bulunan bir diğer kimyasal olan şekerler ile tepkimeye girerek hücrenin "canlılığını" sürdürmektedir. Peki, demiri "cansız", hücreyi "canlı" yapan nedir öyleyse? Hiçbir şey. İkisi de, sıradan atomlar ve moleküller yığınıdır. Tek fark, bu kimyasal tepkimelerin ("canlılar" içerisinde gerçekleşiyorsa "biyokimyasal" tepkimelerin) toplamı, eğer içerisinde bulunduğu ya da totalde oluşturduğu varlığa yukarıda sayılan belli başlı özellikleri veriyorsa, o varlık "canlı" olmaktadır. Bu, insanın kendince uydurduğu asılsız bir sınıflandırmadır. Virüsler, her türlü canlıyı enfekte edebilirler: hayvanları, bitkileri, bakterileri, arkeleri ve protistaları. Virüslerin genetik materyali bulunmaktadır: kiminde DNA, kiminde ise RNA yönetici molekül olarak görev yapar. Virüslerin evrimi tam olarak aydınlatılamamış olsa da, her bir virüslerin kökeninin cansızlıktan canlılığa geçiş (abiyogenez) örneği olduğu düşünülmektedir. "Çeşitlilik, evrim değildir." "Çeşitlilik, evrimin kanıtıdır." Canlılar, kendilerinden önceki atalardan, yavaş bir süreç içerisinden geçerek evrimleşmişlerdir. Tüm canlılar, ortak ataları paylaşmaktadır. Bu ataların farklı yönlere doğru evrimleşmesi, farklı canlıları ortaya çıkarmıştır. Tıpkı günümüzdeki 7 modern kıtanın da, 300 milyon yıl önceki Pangaea süperkıtasından yavaş yavaş ayrışması, ancak örneğin Antarktika ile Avusturalya'nın daha yakın bir zamanda birbirinden ayrışması, Afrika ile Amerika'nın diğerlerine göre birbirine daha yakın "kıtasal akrabalar" olması gibi... Benzer şekilde, Neandertaller ile bizler çok yakın akrabayızdır. Şempanzelere, gorillere olduğundan daha yakın akrabayızdır. Su samurlarına ise, çam ağacına olduğundan daha yakın akrabayızdır. Fakat var olan bütün canlılarla ortak ataları paylaşırız. Evrim, çok yavaş bir şekilde canlıları birbirinden farklılaştırır. Ortak atalardan yeni canlı türleri yaratır.
··1 alıntı·
634 görüntüleme
Marie okurunun profil resmi
Kusura bakmayınız çok uzun oldu (okuduğum metin çoooooooook daha uzundu) anca bu kadar özet çıkarabilirdim 🥲🥲
♡ λiβerellα δe λucens ✰ツ okurunun profil resmi
Kitap olarak bastırsaydın meri :)) Kaydettim bi ara okurum 😇
Marie okurunun profil resmi
😂😂😂😂😂😂😂😅😅😅😅😅 Keyifli okumalar fıstık 💝 Bir de okuduğumu görseydin 🥺🥺
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Marie okurunun profil resmi
Kaynaklar Evrim Ağacı
Bu yorum görüntülenemiyor
Marie okurunun profil resmi
https://1000kitap.com/barcoPolo araştırma ödevimi yaptım 👩‍🔬🧬🧬🧬😌
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.