Gönderi

168 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
28 saatte okudu
Çalıştığımız vakitlerdi, okuldan eve geldiğimizde Trt’de tesadüfen tarihî bir Kore dizisi seyretmeye başladık, İmparatoriçe Ki, kafamızı dağıtıyor, bütün derslerin yorgunluğunu alıp götürüyordu. Sinemada Koreli yönetmen Kim Ki Duk’un filmlerine önceden bir âşinalık vardı ancak Kore’ye ilgimin çoğalmasının başlangıcı bu diziyle oldu. Filmlerdeki ufak tefek kusurları ciddiye alıp, saçma deyip burun kıvırdığımız yaşları geçtiğimizden ve artık kusursuz bir şey aramadığımızdan olsa gerek, sonraları, bilhassa salgın kapanmalarında internette ya da üzerinden yayın yapan platformlarda bize hitap eden Kore film ve dizileri (dizide My Mister listemde 1. sırada) adeta bir hazineye dönüştü bizim için. Bir şeyler var Kore yapımlarında, tarihî olsun olmasın, en azından bizim kalbimize, ruhumuza dokunan bir sıcaklık; hiç kuşkusuz bir yanıyla öznel olan öte yandan da evrensel bir duygudaşlık hâli yani, kültür farkı ya da benzerliğinin etkisi de bir yere kadar, eninde sonunda bütün yollar insana çıkıyor. Kore dilini öğrenmeye heveslenmenin ardından sıra Kore edebiyatını araştırmaya gelmişti ve karşıma çıkan Han Kang oldu. Bir eserin ödül alması ölçü değil (ödülsüz ama benden ödüllü nice başyapıt var kenarda kıyıda) fakat ilk okuduğum Han Kang kitabı 2016 Uluslararası Man Booker Ödülü almış olan Vejetaryen oldu, beğendim, benden ödüllüler listesine de girdi. İnsanı, Salâh Birsel’den hatırladığım tabirle şallak mallak eden bir eser. Hatta bir Ekşi sözlük yazarının kitabı, kitaplığına ulaşabilen kimse okuyamasın diye paramparça edip geri dönüştürülüp başka bir kitap olması için attığını da okumuş, pek de şaşırmamıştım, öznel bu işler ne de olsa. Sırada yazarın diğer kitabı Çocuk Geliyor vardı ama o epeyce bir zaman okunmayı bekledi. Neden? Çünkü, 18 Mayıs 1980 tarihinde Kore, Gwangju’daki demokrasi talepli protestoların ordu tarafından bastırılmasını anlatıyordu, üstelik aynı yıl bir benzerini de biz yaşamıştık, 12 Eylül’de ordu yönetime el koymuştu. 27 Mayıs 1960’da olan gibi daha sonra kaynaklardan ne olduğunu öğrenmeye çalıştığım bir darbe değildi, öncesi ve sonrası için yaşım tutuyordu ve hakkında bildiklerim en azından yaşı tutan birçok kişinin bilebildiğinden daha az değildi. Beklesin bakalım, dedim, dünyanın dört bir tarafında insanı üzen bunca şey yaşanırken daha da daraltmayayım ruhumu, hem insan acıları, kötülükleri çok hatırlamak istemez unutamasa da… A. Adnan Azar’ın dediği gibi: unutmak, dedi, ayaz gibi, işliyor içe. hatırlamak, dedi ağır hastalık. ... dedi, unutamamak sızıyor yaşananlardan.
Avare Çalı ve UzaKTan
Avare Çalı ve UzaKTan
Kitap bekledi, ta ki Youth of May adlı Kore dizisini izleyene kadar. Gwangju’daki o malûm Mayıs ayında geçiyordu, kendi formatında güzeldi ve dizinin sonunda sıcağı sıcağına Çocuk Geliyor’un okunma vakti gelmişti artık. Kitabı bitirince o dönemde olanlarla ilgili haberlere, yazılan çizilenlere göz attım. Üç de Kore filmine ulaştım: 26 Years, A Taxi Driver ve 1987 When The Day Comes. Artık öncesi sonrası da dahil Gwangju’da olanlarla ilgili bir bilgi birikimim olduğundan hepsini merakla izledim, benim için sadece film değillerdi. 26 Years tamamen kurgu, diğer ikisi gerçek olaylardan yola çıkılarak kurgulanmıştı. Ordu Gwangju’da müdahale ederken tam bir sansür ve tecrit var ve olanların olmamış, başka türlü olmuş gibi yansıtılması yani yalan dolan sözkonusu, yaptıkları zulmü hem Kore hem de dünyaya yayınlayacak halleri yok elbette. Bir taksi ile Seul’den oraya giden Alman gazeteci Jürgen Hinzpeter ona yardımcı olan o taksinin sürücüsünün yardımıyla Gwangju’dan sağ salim çıkarak Mayıs 1980’deki olayların görüntülerini bütün dünyaya ulaştırmayı başarıyor. A Taxi Driver’da bu yaşananlar anlatılıyor. Gazetecinin daha sonra yeniden görmeyi çok istediği o sürücüyü bir daha göremeden 2016’da öldüğünü öğreniyorum hüzünle. 1987 When The Day Comes da ise 87’deki öğrenci protestolarının doruğa çıktığı olayları anlatıyor, sert ve etkileyici. Böyle olması doğal, yaşanmış olanlar öyle çünkü, silkeliyor insanı, sarsıyor… Kitaba gelince… Sadece 18-27 Mayıs arası değil sonraki uzun aralıklı zaman dilimlerindeki etkilenme ve travma da anlatılıyor. Olayları yaşayanlar, yakınlarını kaybedenler, yaralananlar, işkence edilenler, ölenler, kalan yaşayan ölüler… İnsanın insana ettiği zulmün haddi hesabı yok, anlatılan bu ama “nasıl” anlatıldığı önemli, sonuçta bir belgesel değil roman bu. Yazarın “çıplak” ve sahici dili insanı buza kesip olduğu yere mıhlıyor. Han Kang’ın kalemi bir yandan oradakini değil de her yerdekini -buradakini de- anlatıp aynı acıyı, kötülüğü yaşadığınızı ve yalnız olmadığınızı hissettirirken öte yandan da “insanlık” var olduğundan beri "hâlâ" olan ve "hep" olacak olan zulmü yüzümüze vuruyor. Kitapta anlatılan büyük acıların boşuna olmadığını öğrenmek, yüreğime biraz su serpiyor: Bu katliamın baş sorumlusu Chun Doo-hwan’ın diktatörlüğünü kabul etmiyor Kore halkı ve başta öğrenciler olmak üzere yıllarca mücadele ediyorlar. 1987 yılında (sözkonusu filmde anlatılan) şiddetli öğrenci protestoları ile karşı karşıya kalan Chun halkın ülkenin dört bir yanında demokratik bir seçim talep ettiği esnada görevinden istifa ediyor. İstifasının ardından bir müddet sessizliğe bürünen Chun hakkında 1995 yılında dava açılıyor. General Chun sivil yönetim tarafından vatana ihanet ve kitlesel katliam gibi suçlarla yargılanıyor. Mahkemede dik başlı bir tutum sergileyen Chun, darbeyi ülkeyi siyasi bir krizden kurtarmak için yaptığını öne sürüyor (ne kadar tanıdık geliyor). İki yıl süren mahkeme sonunda idamına karar veriliyor. Ancak yaşı sebebiyle hüküm icra edilmiyor ve Chun bir yıl sonra affediliyor. Af kararının ulusal uyumu teşvik etmek amacıyla verildiği ifade edilse de toplum Chun’u hiç affetmiyor. Dava sona erdikten sonra hükümetin Gwangju Ayaklanması mağdurlarına tazminat ödediğini ve itibarlarının iade edildiğini, ayrıca 18 Mayıs anma günü olarak belirlenip, anısına bir anıt inşa edilmiş olduğunu bilmek de gönlüme su serpiyor. Kore’nin gelişmesindeki en önemli unsurlardan biri de demokrasi için ödenen bu korkunç bedel. Hâlâ, zaman zaman yolsuzluk yapan siyasi liderlerinin yargılanıp cezalandırıldıkları haberlerini duyuyorsak, bunun en önemli sebeplerinden biri de bu bedel olsa gerek. 15 yaşındaki Donğho'a kulak vererek bitirelim: Bu aşamada senin anlamadığın olay, tabuta konduktan sonra yapılan kısa anma töreninde ölü yakınlarının milli marşı söylemesiydi. Tabutların üzerine Kore bayrağının serilip sıkıca bağlanması da sana tuhaf geliyordu. Askerlerin öldürdüğü insanlar için neden milli marş okunur ki? Neden tabutları Kore bayrağıyla sarılır ki? Sanki bu insanları öldüren devletin kendisi değilmiş gibi. Çekinerek sorduğunda lnsuk Abla, büyük gözlerini daha da açarak cevapladı. "Otoriteyi sağlamak için generaller isyan çıkarttı. Sen de gördün ya hani. Askerler güpegündüz insanları dövüp bıçakladılar, bu da yetmezmiş gibi üzerlerine ateş ettiler. Öyle yapın diye onlar emir verdi. O insanlara nasıl devlet diyebiliriz?" Tamamen farklı bir sorunun cevabını almış gibi kafan karıştı. Özellikle o gün öğleden sonra epey bir ceset teşhis edildi ve koridorun her bir köşesinde aynı anda cesetler tabuta kondu. Hıçkırıklar arasında, dile pelesenk olmuş gibi milli marş söylenirken, bir dizeyle diğerinin üst üste gelmesiyle oluşan ince ahenksizliğe nefesini tutarak kulak verdin. Sanki böyle yaparsan devlet denilen şeyin ne olduğunu anlayabilecekmişsin gibi. (1. Bölüm Küçük Kuş - Çocuk, 1980 s. 14)
Çocuk Geliyor
Çocuk GeliyorHan Kang · April Yayıncılık · 2019650 okunma
·
85 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.