Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
“Kendini tanımak” alt mesajlarda en çok karşımıza çıkan unsurlardan biridir. Gerek doğrudan, gerek dolaylı olarak yakalarız bunu. Aslolanı Aramak. mutluluğu; kimi aşkı, sevgiyi, tutkuyu; kimileri benliğini, kimileri de amaçlarının peşinde koşar durur. Ben gerçekten ben miyim? Yoksa olmak istediğim kişi mi, yoksa farkına varmayıp başkalarının dayattığı kişi mi? Gerçek bir ‘ben’ yakalanamadığında başlıyor bütün küskünlük. Fütursuzca bulaşan kişilik karmaşası, o ‘ben’i yok eder, ancak Merdümgiriz bir kişilik bırakır geriye. Ama bu uzaklaşma bilgelikten değil, salt kendine yabancılaşıp içe kapanma durumuna salık verir. Bu, güçlü olmayı gereksindirir. Hayat da böyledir zaten; karmaşadan güçlü çıkabilen kazanır oyunu. Bu oyunun kaderi coğrafyadır. Hayatın herkese eşit şartlar sunmadığını ve yazgının da bazen tercihimiz olmaktan çıktığını düşündürtür kimi zaman. Köy ortamında büyüyüp ve okula gönderilmeyip, çalıştırılmış bir kızın 16 yaşında evlendirilmesi mesela. Katlanmayı seven, kuşaklar boyu oluşan zincire eklenir o artık. Geleceğe yönelik hayalleri, potansiyeli kendi elinde olmaktan çıkmıştır, kendi kaderini tayin eden en yakınıdır, ama çok acı ki, o bunun farkında bile değildir. Özellikle Türkiye’de geçmiş yıllara nazaran bugün daha az görülen vakalardan olsa da sıklıkla rastladığımız bir şey ne yazık ki. Bir insan ki, aynı kişi olarak iki farklı ülkede dünyaya gelmiş olsun. Farklı bir coğrafyada, Din, kültür ve çevreden etkilenip yetişerek belli bir kültür düzeyine ulaşsın. İkisinin de kültür düzeyleri farklı olsun. Biri entelektüel bir aileden gelirken, diğeri orta sınıftan gelsin. Birinin her şey elinin altında olup, yurtdışına seyahat edebilirken, diğerininin hayatı 1 kilometrede geçsin, seyahat edip yeni yerler keşfetmek bir yana, dil eğitimini yeterli görmediğinden, olsa da maddiyatın elvermediğinden, o da olmasa ‘yarın’ düşüncesi nedeniyle her türlü refahsızlığı yaşasın. Bu aynı kişiler bir araya geldiklerinde birbirlerine ne kadar zıt kutupta olduklarını düşünmek zor olmayacaktır. Yaşam standartları, refah ve kültürel konumlarının farklı oluşu, aynı ruhu yabancılaştırır kendilerine. Kader dediğimiz şey budur işte. Bazen elimizde değildir çünkü çok önceden yazılmıştır. Hayatta karşılaşılan bütün sevinç ve hüzünler Allah’ın kaderlerimize, dolayısıyla ruhlarımıza yazdığı bir gizdir. Salome… Nietzsche’nin evlilik teklifini geri çeviren, büyük Alman lirik şairi Rilke’nin ömür boyu unutamadığı aşkı, Freud’un hayranlığını gizleyemediği bir kadın. ‘Sen nasıl bir kralsın’ dedirtti. Lou Salome Feminist bir düşünce yapısına sahip; geleneklerin yolunu kabul etmeyip, entelektüel birlikteliği, ilişki birlikteliğinden üstün tutup, alışılmış şeylerin dışına çıkarak kendi düşünce dünyasını oluşturan bir kadın.
Nietzsche Ağladığında
Nietzsche Ağladığında
‘yı okumadan önce Arayışlar yerinde bir tercih oldu. Salome’nin evlilik, aşk ve sadakate dair ilginç görüşleri var. Ona göre sadakat özgürlüğü engelleyerek aşkın kendisini yok etmesine neden olur. Evlilik sevginin katilidir ona göre. Birine bağımlı olmayı, ayak uydurarak yaşamayı, dolayısıyla sadakati reddeder. Sanatla uğraşmayı seven bir karakteridir Adine. Gündelik işlerde becerikli olmayı önemsemeyen, sanatsal anlamda önem gören ve bu anlamda ilham arayan ve bu yüzden insanları kolayca mutsuz edebilen bir kadın. Tarih boyunca erkeğin kadına açık veya örtük tahakkümü, kadınınsa gönüllü katlanması olarak; Erkeğe kayıtsız şartsız teslim olmakla, ondan bütünüyle bağımsızlaşma arasında gidip gelen bir kadının hikayesini anlatır Salome. Paris’te atölyesini kurmuş, sanatını yaşama mutluluğu, gençlik aşkına üstün gelmesiyle, kendini gerçekleştirme yoluna adayıp, özgürlüğün bundan geçtiğini düşünen bir karakter oluşturur. Salome’nin benzer biçimnde yeni yetmelik döneminde ve hatta yetişkin yaşamında da bitmek tükenmek bilmeyen entelektüel bir merakın olduğu gerçeğidir. Duygusal tatmini entelektüel kaynaklarda bulur. Bu yüzden Filozof Renee ve Nietzsche ile bu entelektüel birliktelik için aynı evi paylaşmayı zevk sayabilmiştir. Adine, ilk gençliğinde tutkulu bir aşkla bağlandığı kuzeni Benno ile nişanlıdır. Adine bu ilişkide ilk kez içine dehşet duygusu çökse de hemen onun arzularına teslim olur. Ancak sanattan ve kendi ideallerinden bu denli uzaklaşınca, Adine’de gittikçe artan bir solgunlaşma ve hastalık baş gösterir. Artık Benno’nun sevgisine çocukça güven duyamaz. Sonunda Benno nişanı bozar. Adine kendisini paramparça hissetmesine rağmen sonradan sanatını yaşayabilme mutluluğu onda ağır basar; sanat aşkının gençlik aşkından daha güçlü olduğu anlaşılır. Adine’i kaybetmiş olmak bu yıllar içinde Benno’yu çok değiştirir. Sadece bir doktor olarak değil, sakat bir hastasını felsefe, edebiyat ve tarih öğreterek ruhen iyileştirecek kadar kendini geliştirmiş, hep Adine’in seviyesine yükselmeye uğraşmıştır. Şimdi de Adine’nin aşkını dilemektedir. Onun istemi karşısında daha önce olduğu gibi yenik düşme tehlikesini hisseden Adine, kendisine sarılmak üzere gelen Benno’yu, Klinger’in gravüründeki gürzüyle onu devirmek için gelen zırhlı adam olarak görür. Adine, içten içe duyumsadığı gibi neredeyse zorla tutulduğu o sevimsiz evde, tutkuyla sevilmeyi beklediği Benno’nun tutuklusu gibidir oysa. Benno’nun gerçekleri kabullenmesini sağlayarak mutlu olmayı öğrettiği on dokuz yaşındaki sakat Barones Daniella, Benno’ya beklentisizce âşıktır. Sadece ders saatleri için yaşamak ona yeter görünmektedir. Aşkı yüceltecek derecede, kendisini alçakgönüllülükle Benno’dan çok aşağıda tutabilen ve hayalindeki durumu hiçbir zaman değiştirmeden bağlanır ona. Adine, bunun mutluluk olduğunu teşhis ettiği, mutluluğun hayata tam da bu gözlerle baktığını kavradığı anda onun resmini kıskançlıkla çizer. Çünkü yüceltme ya da aşağılamaların olmadığı eşit bir sevgi özlemi, geleneksel mutluluk yollarına sırtına çevirmiş, bambaşka mutluluk olanakları aramaktadır. Bulacağının garantisi olmasa da. “Belki en başında birbirimizle başka türlü kaynaşabilirdik, mücadele etmeden, çekinmeden, birbirimizin veya diğerimizin üstün ya da aşağı olması söz konusu olmadan! Sadece gençliğimizin tazeliğiyle, duyduğumuz sevinç ve esrimeyle! Evet, Belki! Belki böyle bir aşk vardır, mümkündür ve güzeldir.” (s. 45) Salome’ye beklentisiz ve saf bir şekilde sevgi duyan R. Maria Rilke’den başkası değil. Rilke’nin en güzel şiirlerini Salome için yazmış. Onunla tanışmadan önce ve tanıştıktan sonra diye ikiye ayırmış hatta. Kafkaokur’un bir sayısında rastlamıştım. Bitirir bitirmez tekrardan göz attım. hizliresim.com/bLqddV hizliresim.com/4G7vN4 hizliresim.com/ByJ5kv Kadın cinselliğini denetim altında tutarak ona et parçasından ibaret gözüyle bakan erkeğin egemen düzeni, kadın nesilleri arasındaki kadınlık aktarımı için de baltalama mesajıyla feminizm rüzgarı esiyordu kitap boyunca. Kısa ama dolu bir kitap. Keyifli okumalar.
Arayışlar
ArayışlarLou Andreas-Salomé · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20218,5bin okunma
·
71 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.