Gönderi

479 syf.
9/10 puan verdi
·
12 günde okudu
27 Nisan 1970’de, henüz “Tutunamayanlar”ın son düzeltileri ve yeniden daktilolanma işlemleri sürerken, günlüğüne bir sonraki romanıyla ilgili ilk düşünce tohumlarını ekmeye başlamıştır Atay: “İkinci kitabımda, herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamlar (…) herkesin hor gördüğü bir kadının macerasını yazacağım.” Roman bu düşüncenin izlerini taşıyan bir bölüm içeriyordur ama daha sonra “Tehlikeli Oyunlar” adını alacak olan ikinci romanın ana motifi bu olmayacaktır. “Tehlikeli Oyunlar” yazarın yaşamındaki en yalnız ve en mutsuz olduğu dönemin ürünüdür diyebiliriz. Yazmak Oğuz Atay’da tümüyle ontolojik bir işleve sahiptir; iç dünyanın soluk alıp vermeye başlaması, yaşamla buluşması anlamına gelir: yazmak yaşamak demektir. Onun metinleri, yalnız sisteme değil, kendisine de başkaldıran, aykırı, muhalif, uyumsuz insanlarla doludur. “Tutunamayanlar” da olumlu insan tiplemesi olarak biçimlendirdiğini söylediği Selim de özde bu aykırı roman kişilerinden biridir; öylesine aykırıdır ki, protesto edercesine yaşadığı burjuva toplumundan kendini öldürerek ayrılır; içinde hem melek-insanı taşır, hem de ona iç dünyasının dehlizlerinde delilik nöbetleri geçirten yadsıyıcı bir karanlık barındırır. Oğuz Atay, roman türü ortaya çıktığından bu yana, insanın kendisiyle ve dışındaki dünyayla yaşadığı kopuşu, içindeki uyumsuz bileşeni, giderek demonik karanlığı dile getiren romancılar zincirinin bir halkasıdır: bir kara anlatı yazarıdır. Oğuz Atay’ı yaşamı boyunca derinden etkileyen yazarların tümü, insanın bu “daha düşük düzeydeki” yanıyla hesaplaşma yürekliliği gösteren, onu metinlerinin odağına yerleştirenler olmuştur. Bunların başında, “İnsan ruhu şeytanın Tanrıyla çarpıştığı bir savaş alanıdır,” diyen ve tüm romanlarında bu savaşı anlatan Dostoyevski ile, “İçimizde bizden daha güçlü, daha büyük, daha güzel, daha karanlık bir şeylerin bulunduğunu” söyleyen ve bu karanlığı yalnızca romanlarında yaşayan Musil gelir. “Tutunamayanlar”ın kalabalık metin dokusunun içinde yer alan çok sayıdaki motiften biri olan “insanın kendisiyle hesaplaşması” bu romanda ana motif olarak metnin odağına oturur. Kimliğine yapışmış tüm sahteliklerden, dış yüzeydeki toplumsal bulaşıklıklardan kendini arındırıp, içindeki arı/katışıksız ‘ben’e ulaşmak istiyordur roman kişisi; objesi kendisi olan bir gözlemcidir o; “ben Hikmet değilim albayım. Bir zamanlar Hikmet olan gözlemcinin birisiydim” diyordur. Bu gözlemci, yukardaki tümcenin yer aldığı metin kesitinde, kendisinden H. diye söz eder; o artık Hikmet değil, bir nesne, bir gözlem objesidir. “Tehlikeli Oyunlar”da “Tutunamayanlar”, insanın iç dünyasında kendi ‘ben’ine doğru yaptığı bir yolculuğu anlatır; bir oluşum romanı: bir Bildungsromandır. Yazar, Hikmetin kimliğini, soyut düzlemde ameliyat masasına yatırır, içindeki çok sayıdaki benlik parçasını numaralayıp kategorize ederek kurmaca düzlemde onlarla yüzleşmeyi dener. Böylesine ayrıntılı, titiz bir kimlik arayış sürecinden geçirtir Atay roman kişisini. Yalnızca bilinç düzleminde tanıdığı Hikmet’le hesaplaşmak istemiyor, bilinçaltının gölgeli mekanlarında gizlenmekte olan Hikmetler’in tümünü gün ışığına çıkarmayı deniyordur. “Korku” başlığı taşıyan 13. Bölümde bir bilinçaltı atmosferi yaratır Atay. Köpek havlamaları ve intihar/ölüm düşünceleri eşliğinde, rüya ve uyanıklık durumunun birbirine karıştığı bir ortamda bilinçaltının çocukları olan Hikmetler’i metnin içine salar. Roman kişisinin gerçek kimliğiyle özdeşleşme yolunda, yüzeydeki ‘Ben’ine karşı verdiği amansız bir savaşımdır bu. “Mış gibi yapmaktan usandım albayım” diyordur Hikmet; yeni baştan kurmak istediği bir öz varlıktan söz ediyordur; ‘kendini tanı’ önermesi metnin dört bir yanına yayılmıştır. Atay, odağına bir varoluş sorunsalı oturttuğu romanında, kendi gerçek ‘Ben’ine ulaşmaya çalışan ana kişisini, diğer metinlerinde de yaptığı gibi simgesel içerikli bir isimle adlandırır; Hikmet’in soyadına varoluşsal bir ton katar: “Benol”. Onun, kendi kişilik parçacıklarıyla hesaplaşması, söz konusu parçacığın oluşumuna bir biçimde etkisi olmuş olan toplumsal değerlerle de hesaplaşması anlamına gelir. Bu hesaplaşma sonucunda kişinin kendini tanıması, varoluşunun bilincine varması ve onu açıkça yaşama geçirmesi, “Tehlikeli Oyunlar”ın da bir örneğini oluşturduğunu yinelediğimiz oluşum romanında ulaşılması amaçlanan son noktadır. Varoluşsal özdeşlik sorunsalının odakta olduğu bu romanına Atay’ın seçtiği mekan bir gecekondudur. Bu aykırı mekanın yarattığı yabancılaştırıcı etkiyi, soyut iç dünya atmosferi oluşturmak için kullanır Atay. Gecekondu, insanın gelişmesini engelleyen burjuva kültürünün dışında bir yaşam biçiminin mekanı olarak yer alır “Tehlikeli Oyunlar”da. Sınıfsal yorumlara açık burjuva ve gecekondu sözcüklerinin Atay’ın kurmaca dünyasında oynadıkları rol hiçbir zaman ideolojik bir ağırlık taşımaz. Hikmet’in burjuvaları sevmediğini söylemesi ve gecekonduda fakir insanlarla birlikte yaşaması, kimi sol eğilimli Atay yorumcuları ve hayranlarının söylediği gibi bilinçli bir ideolojik duruşun göstergesi değildir; romandaki varoluşsal simge ağının içinde değerlendirilmesi gerekir. Atay’ın kurmaca kişilerinin burjuva yaşam biçimini sevmemelerinin birincil nedeni, böyle bir varoluş düzleminin kalıplaşmış/yapay değer ölçütleri içinde bireyin kendini gerçekleştirmesinin mümkün olmamasıdır. Oğuz Atay “Tehlikeli Oyunlar”ın bu varoluşsal renkli ana sorunsalını: ‘insanın kendini gerçekleştirmesi’ni, oyun ögesi aracılığıyla metnine taşır. Romanın en önemli kurgu özelliklerinden biri olan oyun, romanda öylesine önemli bir yere sahiptir ki, Atay onu metnin başlığına taşır. “Tehlikeli Oyunlar”daki oyun olgusunu yönlendiren ana etmen ise, Oğuz Atay’ın, romanı kafasında oluşturmaya başladığı günlerde okuduğu bilimsel bir inceleme kitabı olur: Psikanalist Dr. Eric Berne’ün, “Hayat Denen Oyun” olarak Türkçeye çevrilen “Games people play” adlı kitabıdır. İnsanın karanlık yüzünü ortaya çıkarmayı tasarladığı bu ikinci romanında, Hikmet ile Sevgi’nin ilişkisini biçimlendirmeye çalışırken şöyle yazıyordur günlüğüne: “Son okuduğum ‘Games people play’in deyimiyle ‘bad games’ oynuyorlar birbirlerine.” Eric Berne’e göre, insanlar birbirleriyle olan ilişkilerinde davranış kalıpları kullanmaktadırlar. Bu davranış kalıplarını ‘oyun’ diye tanımlayan Berne, oyunları, oluştukları ortamlara/durumlara göre şablonlara dökerek kategorize eder: Yaşam oyunları, evlilik oyunları, sosyal toplantı oyunları, cinsel oyunlar, yeraltı dünyası oyunları… İnsanın, gerçek benliğinin dışına çıkarak oynadığı bu oyunlar, karşıdakini “aldatmayı öngören bir dizi tavırlardır” ve “her oyunun dürüst olmayan bir yapısı vardır.” Bu nedenle “bad games” yani ‘kötü oyunlar’dır bunlar. ‘İyi oyunlar’ ise Hikmet’in gecekonduda gerçek ‘Ben’ini yaşayarak kurgulamaya çalışacağı, Hikmet’in Benolmasını sağlayacak oyunlardır. Berne’e göre, insanın özerkliğe erişmesi, kalıp davranış oyunlarının dışında bir yaşam biçimini gerçekleştirmesine bağlıdır. Bunun için de, tüm tarihsel geleneklerin yüklediği ağırlığın ortadan kaldırılmasını, ardından da bireysel/anababasal/toplumsal/kültürel birikimin etkilerinin yok edilmesini öngörür Berne. Hikmet’in geçmişiyle bağlarını koparıp gecekonduya çekilmesi de özerk insanın oluşumunu gerçekleştirmek amacıyla Berne’ün önerileri doğrultusunda atılmış uygun bir adımdır. Berne’e göre gerçek özgürlük, kalıp “oyunlar oynamak zorunluluğundan, öğretiden duygularla yaşamak tutsaklığından kurtulmak demektir.” “Özel ilişkiler dışında sergilenen içtenliğe, açık gönüllülüğe toplum çatık kaşlı bir yaklaşım içindedir.” Özerk insanın işinin zor olduğunu söylüyordur Berne. Eric Berne’ün incelemesi, yalnızca Atay’ın oyun kavramının özünde yatan düşünceye ışık tutmakla kalmaz. Atay, onun kalıp davranış oyunlarına verdiği ilginç isimleri olduğu gibi kullanır romanında; kimi kez onlardan esinlenerek oluşturduğu birleşik sözcüklerle yeni oyun kalıpları kurgular. Sözcükleri birleştirerek Berne türü bir “senisevmiyordusevseydi” ya da “hiçöyleşeyolurmucanım” oyunları kurgular. Toplumsal yaşam Oğuz Atay’a göre -Berne’ün terminolojisiyle konuşursak- bir ‘bad game’dir. Toplum içindeki yaşamda “gerçek, başkalarının bize uygulamaya çalıştığı tatsız bir ölçüdür.” “Tutunamayanlar” romanında olduğu gibi, bu ikinci romanında da İsa ve Hristiyanlık mitlerine yer verir Atay. Hikmet’in kendini dış dünyadan soyutlayıp sığındığı sembolik gecekondu ortamında birlikte yaşadığı kişiler: Albay Hüsamettin Tambay ve Nurhayat İyicel, romandaki teslisin yani “kutsal üçlemenin” iki ayağını oluştururlar; üçüncü ayak ise Hikmet’in kendisidir. Hüsamettin Tambay mitik kutsal üçleme simgesinin Tanrısıdır. Onun bir albay oluşu, Tanrının buyurgan kimliğine uygun bir özelliktir. Dul kadın Nurhayat İyicel, ismindeki nur ve iyi sözcükleriyle kutsallık simgeseline uygundur ama Hristiyanlık mitindeki mistik sacayağının bileşenlerinden biri olan kutsal ruhtan çok Meryem Ana’yı çağrıştırır. Atay’ın, metin içi gerçeklik verilerini iyice belirsizleştirip bir mistik masala dönüştürdüğü bu oyunun başrol oyuncusu Hikmet ise İsa-Mesih rolündedir. “Bilgelik, felsefe, gizli neden ve tanrının insanlarca anlaşılamayan amacı” gibi anlamlar içeren Hikmet isminde bu rol pekiştirilir. Hikmet varoluşsal düzlemde bir kurtarıcıdır, öncüdür, insanın ruhunu bir ayrık otu gibi saran ‘kötü oyun’lardan onu arındırmak, ‘iyi oyun’larla ona gerçek kimliğini buldurtmak için gönderilmiştir. Atay’ın romandaki mitik oyunlarının doruğu son yemek parodisidir. Romanının 16. Bölümünün başlığı olan “Son Yemek”i Atay’ın, İsa’nın havarileriyle birlikte yediği son yemeği çağrıştırmak amacıyla seçtiği açıktır. İsa ve havarilerinin bir masa etrafında yemek yiyip söyleşmeleri görünüş olarak titizlikle korunur metinde. Parodinin dış biçimini oluşturan son yemek imajını sözel düzlemde de destekler Atay: “bir din adamının böyle uzun bir masada, birtakım sakallılarla birlikte yemek yediğini görmüştüm” dedirtir bir roman kişisine. İsa konumunda olan Hikmet’in havarileri ise, terk ettiği eski düzeni ile sığındığı gecekondu çevresindeki kişilerden oluşur. Masadaki sohbetin odağında ise, İsa’yı Romalılara ihbar eden Yahuda’nın ihaneti vardır. “Son Yemek” bölümü, klasik anlamda ele alındığında kurgusal bir doruktur, bir klimakstır. Tüm roman kişilerinin- Bilge dışında- yer aldığı ve ana kişi Hikmet’in, havarilerinin yanındaki İsa konumuna yüceltildiği bu bölümün ardından Hikmet’in -belirsiz- ölümünün yer aldığı “Düşüş” bölümü gelir. Tehlikeli Oyunlar romanının kurgusunu belirleyen ana düşünce, karşıt gerçeklik düzlemleri arasındaki geçişimcilik ve bunun yarattığı belirsizlik efektidir. Atay bu efekti; metaforik bir taban üzerinde farklı disiplinlere bağlı gerçeklik katmanlarını yüzdürerek, onlara sınırlarını yitirterek, onları birbirlerinin içinde eriterek elde eder. Geleneksel estetiğin bütünsel yapısını dinamitleyen bu kaygan dokuyu oluşturmak için çeşitli yöntemler kullanır Atay. Önce, “Tutunamayanlar”da yaptığı gibi, ü farklı ontolojiyi üç farklı anlatı düzleminde yaşama geçirdiği bir yapı kurar: 1) Romanın reel gerçeklik düzlemi: Hikmet’in biyografik yaşamı. Aynı zamanda Albay’la birlikte kurmaca metinler yazdığı düzlem. 2) Kurmaca düzlemi: Hikmet’in ve diğer roman kişilerinin kurguladığı metin içi ada öyküler/oyunlar/düşler: Dilsel yaşam düzlemi. 3) Hikmet’in iç dünyası: Anılar, iç konuşmalar.
Tehlikeli Oyunlar
Tehlikeli OyunlarOğuz Atay · İletişim Yayıncılık · 202231,3bin okunma
·
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.