Armstrong diyor ki: “Muhammed’in düşmanlarının hiçbirinin, vahiylerin sahte olduğunu iddia etmemesi ilginçtir. Açıklayamadık la bir şeylerin olduğu belliydi.”
Allah Teâlâ sürekli delilini pekiştirmiştir. Nitelikleri felsefe, iktisat, ahlak ve pedagoji içeren ve biçimi şiirsel olan bir kitabı; mede niyet oluşturamamış bir toplumdan çıkan ve toplumunun üzerinde eğitimi olmayan, şiirle işi olmayan Nebi (s.a.v.) ile göndererek mü minlerin kalbinde zerre kadar şüphe bırakmamıştır. Elhamdülillah.
“Giriş” bölümünde yaptığımız tasnifte işaret ettiğimiz gibi ‘Hiçbir insan yapamaz.” cinsinden bir mucize ile Kur’an’ı gönderen alemlerin Rabbi, bunu “Vahiy öncesinde toplumun üzerinde eğiti mi olmayan, şiirle ilgilenmeyen nebisi” ile göndererek katmerlen- dirmiştir. Onun beceri ve birikimleri ile nasıl açıklanabilir bu kitap?
Bu olağan bir durum mudur? Adete uygun mudur? Yoksa harikulade bir durum mudur?
“Kuranın veya on suresinin benzerini getiremediniz; bir sure sinin benzerini de asla getiremeyeceksiniz. O hâlde yakıtı insanlar ile taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten korkun!”
En nihayetinde Kur’an ve biz müminler, muhataplarımızdan, “süslenmiş bahaneler” talep etmiyor, icraat talep ediyoruz. Burada muhatapların;“İstesek, toplanıp yaparız.”sözlcri şuna benzer: Hararetli bir basketbol tartışmasında; “Ben üç atış yapsam, hepsi de bas ket olur."diyen adamın hâli gibidir. Muhatabı ona, “Yap hadi göre lim!" der. Ancak o, “Atarım da zemin şöyle, pota böyle...”derse iddiası çürümüş olur. Zira böyle bir hararetli tartışmada, “Ben de ya- parım.”diyen kişi yapmazsa, yapamayacağını ispat etmiş olur. O bas keti atmadıkça, muhatabınız sizi aciz duruma düşürmüş olacaktır.
Bu yüzden ayet-i celile, sıkça çevrildiği üzere; “yapamıyorsanız, yapamadıysanız" şeklinde gelmemiştir. "Fe in lem tef'alu"ifadesinin doğru çevirisi, “yapmadıysanız” şeklindedir. Zira ilkinde, “denemedim” ba hanesi öne sürülebilirken İkincisinde öne sürülemez. Zira böyle bir hararetli tartışma ortamında “yapmamak”, “yapamamak”anlamına gelir. Eğer bu mucize değilse, dünyada mucize diye bir şey yoktur. Zira ben,gözlerimden çıkan ışıkla bir ağacı yaksam dahi, muhatap bunun mucize olması iddiasına, “Ben de yaparım, ama denemiyorum.”diye itiraz edebilir. Basireti olan, buradaki aciz bırakma olgusunu anlar.
Günümüzde bu iddialaşmaya gösterilen tavır, Kur’an’ın, 1400 yıl öncesindeki tavırları tasvir etmesi açısından da ayrıca ilginçtir.
Kur’an’ın muhataplarının bin yılı aşkın zamandır değişmeyen tavırlarına bu işareti dahi mucizevi sayılabilir.
Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda, ‘Duyduk, duyduk! İstesek elbette bunun benzerini biz de söyleriz, bu eskilerin masallarından başka bir şey değil!’ dediler.” Dediler ancak yapmadılar, yapamadılar.
Annemarie Schimmel diyor ki: “Araplar ne kadar beliğ ve muhteşem, şiirleri de ne kadar mükemmel olursa olsun, onlar için bile Kuranla kıyaslanabilecek bir vahiy getirmek imkânsızdı.”’