Felsefe tarihinde “değişmez” teriminin anlamlarından biri diğeriyle birleştirildi: Zamanla ilgisi olmayan şeyler, bağlılıklar ve bunlardan söz eden bütün ilkeler zamandışı varolan, zaman-üstü olan tanrısal ölümsüz varlıkla bir tutuldu. Fakat asıl sorun şudur: Acaba bu iki ayrı şeyi birleştirmek, bir saymak doğru mudur? Bunu yapmaya hakkımız var mıdır?
Burada zamana bağlı olmayan bir şeyin araştırma objesi olarak incelemelerimizden önce var olması, bu objeyi içinde bulunduğu bağlılıklar bakımından doğru kavramak için düşüncelerimizin ona yönelmesi gerekir. Buradaki düşünceler, asla isteğe göre değildirler; eğer düşüncelerin bir bilgi sağlaması gerekiyorsa, o zaman onların ilgili oldukları şeye uygun gelmeleri, onu bize yansıtmaları gerekir. Bunu Orta Çağ felsefesi şöyle dile getirir: Adaeçuatio intellectus ad rem. Aklın nesneye uygunluğu.
İşte manevi bilimler bütün bu şeylerden söz ederler.Bu alanlarda düşünsel başarılar, kuruluşlar ve varlık şekilleri söz konusudur. İnsan hayatının şekil ve düzen kazanması için bu kuruluşların ve varlık şekillerinin hepsinin birbirleri için ve her birisinin kendisi için bir önemi ve anlamı vardır. Bu alanda, hayat için amaç ya da hayatın amaçlarına araç olarak tasarlanması, yaratılması gereken kuruluşlar söz konusudur. Bu nedenle manevi bilimlerin asıl ödevi, neden ve etki ilişkilerinden kalkarak bir şeyi “açıklamak” değil, onu “anlamak”tır. Dil ve hukuk şekilleri, devlet biçimleri ve dinsel kurumlar, anlamlı kuruluşlardır. Bu anlamlı kuruluşlarda hak, güzellik, yararlı olma, kutsallık gibi değerler gerçekleşmiştir. Bu gibi anlamlı kuruluşların “anlaşılması” gerekir. Bu kuruluşların zamanın belli bir noktasında meydana çıkmasını “açıklamak” için bizde büyük bir merak vardır. Belli bir hayatın anlatımı olan bir dilin, bir müziğin, aynı şekilde bir devlet şeklinin ya da bir ekonomi sisteminin yapıları bakımından anlaşılması söz konusudur. Bu şeyleri meydana getiren insanların, onlarla ne yapmak istediklerini, nasıl bir hayatı amaçladıklarını ancak anlayabiliriz. Böylece anlama, açıklamanın yanında özel bir bilgi tarzı olarak ortaya çıkar. Manevi bilimler için anlama, büyük bir önem taşır; çünkü manevi bilimlerin objesi, düşünsel başarılar, insanların kurumlan, planları, eylemleri ve yapıp etmeleridir. Halbuki doğa bilimlerinin araştırma tarzı, açıklayan bir tarzdır. Çünkü doğa bilimlerinin objesi, insana bağlı olmayan nesnelerin varlık alanıdır. Çoğu kez şöyle bir soru sorulur: Acaba matematik, bu iki tür bilim grubundan hangisine girer? Bu konuda matematikçiler arasında bile bir ikilik vardır. Bir kez matematik ile doğa bilimleri arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Fizikçi, astronom, hattâ bugünün kimyacısı, düşünce donanımının önemli bir bölümünü matematik disiplinlerden alır. Matematik ve teorik fizik, bugün birbirlerine dönüşürcesine yaklaşmışlardır. Böyle - ce de matematiğin bir doğa bilimi olduğu savunuldu. Fakat buna gene özellikle matematikçiler karşı çıktılar. Gerçi matematik, doğa bilimlerine “uygulanmaktadır” ve matematikçi her iki bilim arasındaki bu ilişkiyi sürdürebildiği ölçüde başarılı olur; çünkü doğa, matematikçiye problemler veriyor; ve bunlar,onuaraştırmalar yapmaya zorluyor ve özendiriyor. Fakat matematiğin mantık gibi, manevi bir bilim olduğu da söylenebilir; çünkü matematik ve mantıkta insan düşünmesinin kendi isteğine göre sistemler kurduğu savunulabiliyor. İnsan düşünmesinin bir ürünü olan bu sistemler, artık bize verilen doğaya bağlı değildirler. Deniliyor ki, insan düşünmesi bu alanda yalnız kendi kendisiyle, kendisinin yarattığı şeylerle, düşünsel yapılarla uğraşmaktadır. Mekân, evren mekânı olarak bir doğa parçasıdır. Fizik ve astronomi bu mekânı ve ondaki nesneleri inceler. Fakat gerek geometrinin incelediği mekân şekilleri, modern matematiğin mekân türleri, gerekse rational ya da irrational ve kompleks sayılar, bizim düşünmemizin, yaratıcı aklımızın ürünüdürler. Böylece matematiğin de manevi bir bilim olduğu savunuluyor. Bu savın doğru olmadığını, daha önce bilgi problemini ele aldığımızda Platon’un episteme kavramı ile ilişkili olarak söylediklerimiz de açık olarak göstermişti. Matematikçinin uğraştığı kuruluşlar (mekân ya da sayılar), bizim kavramlarımızdan ibaret değildir; tersine bu kavramlar, objelerden kazanılmıştır. Matematikçi, bir araştırıcı olarak bu kavramlarda derinleşirse, bunların türlerini ve gelişme olanaklarını, karşılıklı ilişkilerini incelenen şeyin kendisinde bulur; onları yavaş yavaş açığa çıkararak ortaya koyar. Gerçekten bizim kavramlarımız, gerek elektronların ya da sanat üslûplarının kavramları, gerekse sayıların kavramları, düşünmenin, düşünsel eylemin, bilginin ürünleri, yaratmalarıdır. Fakat kavramların karşısında, onların karşılığı olan objeler bulunmaktadır. Bu objeleri kavramak için daima zamanla düzeltilen, inceleşen bir kavramlar sistemi oluşturmak zahmetine katlanıyoruz. Elips adını verdiğimiz, şu veya bu şekilde tanımladığımız geometrik şekil bir kavramdeğildir;düşünmenin bir ürünü de değildir, tersine mekânla ilgili bir şekildir. Bu mekân şeklini biz yavaş yavaş kavramaya başlıyoruz. Bunu bu geometrik şekil ile çember arasındaki farkın veya yakınlığın gösterilmesiyle ya da onun “konik bir kesit” olarak görülmesi ya da bir cebir denklemi ile (analitik geometride olduğu gibi) gösterilmesi yoluyla sağlayabiliriz. Elips, belli nitelikleri olan, var olan bir şeydir. Bağlılıklarını saptadığımız elipsin bu niteliklerini biz yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz. Bu, doğadaki nesnelerin ve güçlerin tarihteki kişilerin veolaylarındurumundan farklı değildir; çünkü biz nesnelerle güçlerin, kişilerle olayların özel varlığını da, ancak ilerleyen bir kavramayla, kavramları yoklayarak, onları birbirine bağlayarak tanıyabiliriz. Yalnız elips, real var olan bir şey değil, ideal var olan bir şeydir. Bu, bilim teorisinin şimdiki problemleri için şöyle bir anlam taşır: Matematik, ne bir doğa bilimi, ne de bir manevi bilimdir.
Psikoloji, bilgisini deneyimden çıkarır; çünkü, psikolojinin temelini gözlemler, deneyler, ruhsal olaylar oluşturur; psikoloji de deneyden, yardımcı bir araç olarak yararlanır. Psikoloji de bir real bilimdir; psikoloji, kuşkusuz manevi bilimlere girer. Hattâ psikoloji, doğa bilimlerinin kendi alanlarında yaptıkları gibi, nedensel açıklamalara başvurduğu zaman bile manevi bir bilimdir
Matematik ve mantık ideal bilimlerdir ve bu şekilde onlar bütün real bilimlerden, hem manevi bilimlerden, hem de doğa bilimlerinden ayrılmaktadırlar. Bilimlerin ideal ve real bilimler grubuna ayrılması, temelli bir sınıflama olarak kavranılmalıdır. Real bilimlerin birbirinden çok farklı bir karakterde olmaları, ancak ikinci derecede bir önem taşır. Real bilimlerin objeleri, real dünyanın çeşitli alanlarına serpilmişlerdir.Bilgi teorisi bakımından bunun anlamı şudur (biz bunu artık biliyoruz) : Hem doğa bilimleri, hem de manevi bilimler deneyime dayanan bilimlerdir. Biz real olan her şeyi dolaylı veya dolaysız algı ve deneyim yoluyla biliyoruz. Vérités de olgu hakikatleri, deneyimden kaynaklanırlar. Bu, hem siyasal tarih ya da sanat tarihinde hem de fizik ve biyolojide böyledir. Halbuki ideal bilimlerin, hepsi a priori yargılardan meydana gelirler. Bu bilimler ilkelerini kanıtlamak için deneyime başvura- mazlar. İdeal bilimler inceledikleri ve kavramaya çalıştıkları sorunların deneyim dünyasına ne dereceye kadar uygulanacağı ya da bu dünyada onlarla karşılaşılıp karşılaşılmayacağına kayıtsızdırlar -tam olarak söylemek gerekirse: Bu bilimler, ideal olarak tanımlanan şekli tam olarak yansıtan bir şeyin deneyim dünyasında var olup olmamasıyla ilgilenmezler.