Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Beni ancak insan yargılayabilir, Tanrı değil...
Bir kafede oturup bir şeyler içiyordum. Çaprazımdaki masada İki kız arkadaş oturmuş dedikodu yapıyor, onu bunu çekiştiriyorlardı. Duymamanın imkansız olduğu bir sohbetti, madem dinlemek zorundayım bu sohbeti bari daha dikkatli dinleyeyim dedim ve dikkat kesildim konuşulanlara. Önce birlikte gittikleri yoga kursundaki olaylardan bahsettiler ve sonra çalıştıkları yerde kendilerine asılan erkeklerden bahsetmeye başladılar. Birinin diğerine, onunla işi olmayacağını, ondan korktuğunu, çünkü sürekli madde kullandığını, serserinin teki olduğunu, diğerininde öbürüne onunda çalıştığı yerde bir çocuk olduğunu, çok çapkın, her önüne gelene asılan biri olduğunu, arkadaşlarının ona ...salak dediğini, şimdide ona asıldığını ve kendini ne sandığını, bu kadar basit miyim ben dediği bir sohbetti. Öyle kibirleniyorlardıki anlatırken ikiside, çocukları hem gömüyorlar, hemde gömerlerken kendilerini övüp ne kadar üstün insan olduklarını birbirine anlatarak nispet yapıyorlar ve birbirine nispet kısmını bitirdikten sonra ardından müttefik oluyorlar, adeta kendileriyle onlar arasında giderilmesi imkansız farklar olduğunu anlatarak kibirlenmelerini gerekçelendiroyorlar ve bunuda kibirlenmenin her hallini sergileyerek birbirlerine ispatlıyorlardı. İçimden bir şeylerin kabardığını, sinirlerimin gerildiğini hissettim ve gıyabında konuşulan çocukları savunma ihtiyacı duydum. Bir tarafı tuttuğum için duymadım bu savunma ihtiyacını, hakikati ortaya koymanın gerekliliği beni böyle bir şey yapmaya itiyordu. Çünkü kibirlenmenin bütün gerekçelerini bertaraf edecek bir hakikatin olduğunu düşünüyordum ve bunu onlarada anlatmak istiyordum. Ama yapmadım bunu. Nasıl yapabilirdimki zaten, ne hakla. Yapacağım şey özel hayata, insanların özel alanına, özgürlüğüne müdahale sayılırdı, kabalık olarak algılanırdı. Yapmaya çalıştığım şeyi yapamadığım gibi bambaşka meseleler, problemler çıkarırdı bu girişimim. Bir çatışmaya yol açardı ve amacımın bu olmadığı, başka amaç taşıdığımı düşünürlerdi muhtemelen. Hakikatlerin kaderi bu mu diye düşündüm, kendinden daha önemsiz konular ve çeşitli hassasiyetler tarafından engellenmek. Engellenmese bile hakikatin ortaya koyduğu gerçekle onların söyleminin karşılaşması, karşı tarafın kullandığı söylemin o kişi tarafından egosunun bir parçası haline getirilmesi ve buna bağlı olarak bu söylemin o kişiye kendi kimliğini belirleyen bir unsur olarak görünmesi yüzünden hakikatle söyleminin çelişmesi kimliğine veya varlığına yapılmış bir hakaret olarak algılanacak, hakikatin aleyhine bir tepki vermesine ve uzlaşmaz bir tutum takınmasına yol açacaktı. Bu durumda iki kişi oldukları için problem iki katına çıkacaktı. Peki neydi benim hakikat dediğim şey ve onu hangi gerekçeyle hakikatin mertebesinde görüyordum? Herkese inandığı şeyler doğru gelmez mi, herkesin inandığı şey aynı zamanda inandığı hakikatide değil mi? Nasıl bir ayrım vardı hakikatlerimiz arasında, hangi ayrım benim hakikatimi gerçek hakikat yapıyordu? Birde hakikatler bu kadar esnetilebilir ve herkes tarafından farklı olarak, kendisine göre türetilebilir miydi? Bence böyle bir çeşitlilik hakikatin yapısına tersti. Hakikati göremememizin nedeni; ortaya çıkan farklı sonuçların nedenlerinden bağımsız olarak ele alınması ve nedensellik bağından kopuk ele alınan sonucun o an ihtiyacımız olan bir duruma göre anlamlandırılmasıdır. Yani hakikatimizi, hakikati belirlemenin tek kaynağı olan nedensellik ilkesiyle değil, kendimizi daha iyi hissetme ihtiyacımıza göre taraflı ve çıkarımıza uygun olarak belirliyoruz. Bizim için iyi olan neyse veya bu iyi olma halini hangi hakikat sağlıyorsa o oluyor hakikatimiz. Hakikat,her kişiliğin kendine göre biçimlendirmesi yüzünden içinden çıkılması bir çeşitlilikte ortaya çıkıyordu. Böyle bir çeşitliliğe madem kişilikler sebep oluyordu, o zaman gerçek hakikat kişiliklerin genel, geçer, çarptılmış ve yanlı tutumlarının ötesinde değerlendirilmeli ve aranmalı. Bence burdaki hakikat, kişisel çılarlardan arınmış bir bakış açısıyla, aslında kızların kendilerini ayrıştırmaya çalıştıkları erkeklerle ayrışmadıklarını, aynı nedenin farklı sonuçlar doğuran tezahürleri olduğunu, aralarında dedikleri gibi keskin bir ayrımın olmadığıdır ve bununda farklı olan ve yoruma açık olan bütün sonuçların bir nedenselliğe dayandırılarak ve sonuçların faklı görüntüsünün, nedenselliğin çatısı altında farklılıklarını yitirdiği bir duruma,aralarındaki benzerliklerin kurulduğu bir duruma indirgenerek ispat edileceğini düşünüyorum. Yazımın bundan sonrasını kızların söylemlerini ve hakikatlerini kendi söylemlerimle ve hakikatimle bertaraf etmeye çalışacağım. Bir nedensellik bağı kuracağım kızlarla çocuklar arasında ve benzerliklerin altını çizeceğim. Kibirleriyle aslında; kendilerini insanlığın en tepesinde gördüklerini ve kendilerinin benzerlerinin içinde en üst mertebede bulunduklarını ispatlamaya çalışıyorlardı. Ya da kibirlerini, hakkında konuştukları çocukları insan olmanın gerekliliklerini sağlayamadıkları gerekçesiyle insanlık dışı bir konuma indirgemek için sergiliyorlardı. Hangi gerekçeyle kibirlenilirse kibirlensiler, ikiside yanlış ve saçmaydı. Bunun neden saçma olduğunu kanıtlamak için, mevzunun temeli olan konuya, konun köküne inmek gerekiyor. Peki konunun kökü ne? Kök, İnsan... Madem kibirleriyle ya kendilerini insan olmanın üstüne çıkarmak ya da hakkında konuştukları kişileri insanlık konumunun dışına itmeye çalışıyorlar, o zaman insanın ne olduğunu bilmek zorundayız, gerçekten onlar ve bu kızlar arasında bu kadar büyük, birini insanlık kapsamı içinde tutarken diğerini bu kapsamın dışına itecek kadar büyük farklar var mı? İnsan nedir, neyin ifadesidir, insanın amacı nedir gibi sorularla neyin insanlık kapsamının dışında, neyin insanlık kapsamının içinde olduğunu belirlemek gerekiyor. Nedir insan? Biyolojik temelleri olan bir organizmadan meydana gelen, bu biyolojik temeller üzerine inşaa olmuş ve bu biyolijik temellerin ona dayattığı sınırlar içerisinde ve biyolojik temellerin gerekliliğine uygun davranmak zorunda kalan varlıklarız. Bu tanımlamanın konumuza hiçbir katkısı olmadı gibi :) O zaman başka bir açıdan ele almak, başka bir çatı altında tanımlamak gerekiyor konuyu. İnsan olmak, ancak duygular üzerinden, duyguların uyarıcı etkisiyle ve baskısıyla hissedilen bir varoluş biçimi. Peki duygu nedir? Duygu; var oluşumuzun ortaya çıkmasıyla var olmaya başlayan, biyolojimizin ayakta kalmasını ve psikolojik dengesini ayakta tutmak ya da var olmak için gereken her türlü ihtiyacın duyumsandığı, belirtildiği ve bunların karşılanması için organizmayı harekete geçirmeye yönlendiren ve gerekeni yapmak için organizmayı tetikleyen, tatmin düzeylerine göre değişkenlik gösteren ihtiyaç göstergeleridir. Organizmanın ihtiyacı olan, eksikliğini hissettiği her şey duygular yoluyla belirtilir. Birçok duyguya sahip olmamız birçok ihtiyaca,eksikliğe tabi olmamız anlamına gelir. Yani birçok eksikliğe tabi olduğumuz ve bu eksikler yoluyla var oluşumuzu kavrayabildiğimiz anlamına. Benlik dediğimiz, yani bilincimizle kendimizi kavradığımız şey, bütün duyguların iletildiği, duyguların baskıladığı, duyguların yorumlandığı, bu duyguların nasıl işlevsel hale getireleceğine karar verildiği ve tüm duyumların duyumlandığı bir duyumsama şeklidir. Madem insan kendini duygular üzerinden var ediyor, madem duygu eksikliğin bir ifadesi, madem benlik dediğimiz birçok duygunun yani birçok eksikliğin duyumsandığı bir yer, o zaman insan dediğimiz şeyinde; eksikliğin bir ifadesi, eksikliklere duyarlı ve bu eksiklikleri karşılamak amacıyla yaşayan bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Eksik ve eksikliğe yazgılı olmak ve eksiklik duyduğumuz müddetçe var olduğumuza, eksikliğe duyarlılık varoluşsal nedenimiz olduğuna göre; insanın yaptığı her eylemi, bir eksikliği gidermek için yaptığı bilgisiyle, varoluşsal nedenine uygun olarak davrandığını kabul ederek değerlendirmeliyiz. Eylemselliğine bir eksikliğin giderilmesi amacının neden olduğunu bilmeliyiz. İnsan, öyle karmaşık ve sofistike ihtiyaçları olan bir varlıkki konuyu bu basitlikte görmekte zorlanabiliriz. İnsanın en karmaşıklaşmaya başladığı yer; kendi benliğini ve kimliğini hissetme ihtiyacı. Bu o kadar bulanık ve kavranması zor bir duygudurki insanı huzursuz eder. Benlik dediğimiz şeyi daha iyi hissetmek için, bir takım özellikler kazanmak, bu özelliklerle diğer insanlardan farklılaşmak ve ayrışmak ihtiyacı doğar. İşte ego dediğimiz şey budur, kendini kavrama ihtiyacından doğan ve farklılaşma ihtiyacını doğuran şey. Bu öyle etkili bir şeyki bütün hayatımız bununla şekillenir, bütün başarılarımız, bütün acılarımız vb. egodan doğar. Bütün insanlardan farklı olma, her insandan üstün olma ve onlardan üstün olmakla ayrışma ihtiyacı yaşam motivasyonumuz ve yaşamımızın hedefi olur. Bu bir var olma nedenine döner. Bu durum, asla tamam olmayacak, eksik olduğu sürece var olabilen bir varlık olan insan için inanılmaz acı veren ve nafile bir çabadır. Çünkü ego hiç durmuyacak, neye sahip olursa olsun hep daha fazlasına sahip olmak isteyecek. İnsanın öyle bir varoluşsal yapısı varki, giderilen her eksikliğin bir başka şeyin eksikliğine sebep olması gibi bir kısırdöngüye hapsolmuş durumda. Bu varoluşsal baskı ve insanın bu varoluşsal yapısı insana acımama sebep oluyor. Her insan eylemlerini bu varoluşsal gerekçeyle, kendini var etmek için yapıyor, bunun doğru veya yanlış olması sonucu değiştirmiyor. Üzerinde baskısını hissettiği ihtiyaçlarını karşılayarak tamamlanacağını ve mutlu olacağı yanılsaması kapılan insan. Bir kitapta bir cümle okumuştum, birebir hatırlamıyorum ama şöyle bir meali vardı cümlenin: İnsanı ancak insan yargılayabilir, çünkü tanrı bilir insanın üzerindeki baskıyı, bilir her şeyin içyüzünü ve bu sebepten yargılayamaz hiçbir insanı. İnsanın kendi boyutlarına kör ve kendi dinamiklerini anlamaktan uzak yapısı içine düştüğü bu çıkmazdan çıkmasını zorlaştırıyor ve kendi haline, kendi durumuna bakmadan kendi gibi olanı hiç acımadan yargılayabiliyor ve kibirlenebiliyor, bunuda sırf kendini daha iyi hissetme ihiyacıyla yapıyor üstelik. Kibirlenemeyecek kadar zayıf bir yaradılışdayız ve aynı döngülere göre yaşıyoruz. Seviyemiz ne olursa olsun, ihtiyaçlarımızın çeşitliliği ne olursa olsun aynı mekanizmalara maruz kalıyoruz. Halbuki hepimiz insan olmanın, benliğin ve bilincin inanılmaz ağırlığını hissederiz, hepimiz bunun yorgunluğunu taşırız ve bu yorgunluktan kurtulmak, bu yüklerden sıyrılmak isteriz. Bunun için bir takım zevklerin peşinden gideriz, o zevkleri tatmak, o hazları duymaya çalışırız. İnsanlar eşit olmadığı, aynı donanımlara, aynı imkanlara sahip olmadığı ve dürtülerden farklı derecelerde etkilendikleri için ihtiyaçlarıda ve eksiklikleride farklı olabiliyor, tedarik şekilleri ve bunlara ulaşma biçimleride haliyle. Her birimiz farklı ihtiyaçların, farklı eksikliklerin baskısını hissederiz ve bunların ızdırabını duyarız. İnsan olmak gerçekten çok zor ve bu zorluk hiçbir zaman bitmeyecek. Bir insanı yaptıklarıyla yargılamak ancak nedensellik bağı kurulmadan, onu anlamadan mümkündür ancak. Mesela şu iki kız, arkasından konuştukları çocuklardan üstün bir varlık olduklarını ve çocukların onlardan aşağı olduğunu iddia ediyorlar ve bunuda birinin madde bağımlısı olmasına, birinin sekskolik (...salak) olmasına dayandırırak yapıyorlar. Gerçekten kızların; huzurlu olmak, ancak bilincinden ve egondan sıyrılarak sağlıklı bir ruh haline geçebilirsin disiplinini ve meditasyon halinde yaşamayı öğretmesinin dışında başka bir anlamı olmayan yoga kursuna gitmelerindeki amaç, bu çocukların yaptıkları şeylerle elde etmeyi amaçladıkları bir amaçtan farklı mı? Ben diyorumki, yaptıkları şeyler her ne kadar farklı görünürse görünsün, ister etik olsun ister olmasın, doğru bulunsun bulunmasın, aynı nedenin, aynı amacın doğurduğu farklı tezahürler. İnsan olmak çok yorucu ve bu zorluğu her birimiz farklı farklı yoğunluklarda yaşıyoruz, hepimizin insan olmanın yükünü sırtımızdan atmak, bilincin ağırlığından sıyrılmak istediği anları oluyor. Bunu yapmak için farklı yöntemleri benimsiyoruz ve uyguluyoruz. Benimsediğimiz şeylerin etik olup olmamasına, başkaları tarafından doğru bulunup bulunmamasına göre yargılanabiliyor yaptığımız şeyler, aynı bu kızların yaptığı gibi. Ben yargılanmamalı demiyorum, sadece anlamadan yargılamamalı diyorum. Herkes ne yaparsa yapsın insan olmanın ölçüsü içinde kalıyor, kimseyi insan olmanın dışına atacak bir ölçü yok. Bu kızlar çocuklardan birinin madde bağımlısı olduğunu söylüyor. Peki insanı madde bağımlısı olmaya iten neden ne olabilir? Madde, insanın kendi bilincinden uzaklaşmasını, kullandığımız anda daha az kendimiz olmamızı sağlaması bakımından keyif verdiği söylenen bir şey. İnsan olmanın yükünü hafifletme çabasının, çare olarak olarak gördüğü bir tercihte diyebiliriz. Diğer çocuğunda, sekskolik (...salak) olduğunu söylüyorlardı. Sekskolik birini anlamam için onun neden böyle bir şeyin peşinde koştuğunu anlamak gerekir. Seksle hedeflenen, elde edilmek istenen şey nedir? Seksle elde edilmek istenen şey orgazmdır. Orgazmın, insanın bilincinden sıyrıldığı bir anda aldığı zevk olduğu söylenir. O yoğun zevk arayışıyla aynı zamanda bilincin ağırlığından kurtulma ihtiyacının çakışması birisi için seksi hayatın en önemli konusu haline getirebilir. Hem insan olmanın ağırlığından, bilincinden kurtulduğun andır seks, hemde bundan deli gibi zevk aldığın an. İnsanın seksi hayatının amacı olarak benimsemesinin çok çirkin olduğunu biliyorum ama amacını anlayabiliyorum. Peki kızlar neden yogaya gidiyorlar ve neden ideal bir meditasyon halindeki ruh halinin ideal olduğu anlayışıyla hedeflenen bu ruh haline kavuşmaya çabalıyorlar? Bu sorunun cevabı, ancak meditasyonun ne olduğunu, niçin yapıldığı bilirsek verilebilir. Meditasyon; bitmek bilmez, nafile çabalara insanı sevk eden, doymak bilmez, tatminsiz egonun, bizle özdeşleşen yapısının, kimliğimiz olduğu sanısının, egonun bir makine gibi olduğunu, bir kimliğimiz olamayacağını, olsa olsa sahte bir kimlik olabileceğini anladığımız, bütün yapısının ifşa olduğu bir tespitle "ben" anlayışının değiştiği bir içe bakış, sahte benlikten kurtulmak için şimdiki zamana odaklanma, bilincini tüm varlıkların bilinci olduğu söylenen bir bilincin içinde eriterek bilincinden kurtulma uğraşlarından oluşan bir odaklanma biçimidir. Yani bilincin etkilerinden onun yapısını anlayarak etkisiz hale getirmek, tüm varlıkların bilinci içinde bilincini eriterek bilincinden kurtulmak için yapılır. Gördüğünüz gibi burdada insan olmanın yükünden, bilincin ağırlığından kurtulma çabası var. O zaman madde kullanmanın, seks peşinde koşmanın ve yogaya gitmenin aynı nedenlerden doğan farklı uğraşlar olduğunu söyleyebiliriz. Kimse insan olmanın gerekliliğinden doğan nedenselliğin dışında hareket etmiyor. Hiç kimsenin, bu nedenselliklerin dışına çıkmadan, bu nedenselliğin neden olduğu edilgenlikten kurtulmadan gerçek manada bir kibre kapılmaya gücünün yetmeyeceğini düşünüyorum. Bunları yazdığım süre içinde kızlar hala kafede oturmaya, konuşmaya devam ediyorlar. Onlara diyemediğimi birilerine demek ihtiyacıyla satırlara döktüğüm bu yazıyı, neden kızlara bir şekilde ulaştırmatayayım diye bir düşünce geçti içimden birdenbire. Ve garsonu çağırdım, bir zarf bulmasını istedim. Birkaç dakika sonra getirdi garson zarfı ve yazdıklarımı koydum içine. Hesabı ödedikten sonra kafeden çıkarken çaktırmadan kızların yanından geçerken, yere düşürdüm. Kızlar bana bir şey düşürdüğümü söylediler ve bana zarfı verdiler. Bende zarfı elime aldım ve üstünde yazan yazıyı onlara göstererek, zarfın benim değil onların olduğunu söyleyerek zarfı onlara tekrar iade ederek kafeden çıktım... NOT: Zarfın üstünde, alıcı kısmında İNSAN OLDUĞUNU UNUTANLARA... Gönderen kısmındaysa, SADECE İNSAN... Yazıyordu...
·
226 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.