Gönderi

Jon, yüzünü ulu kurdun beyaz tüyleri arasına gömüp tekrar dalıyordu uykuya. “Sen rüyanda Boynuz Tepe’yi görüyor musun hiç?” diye sordu Sam’e. “Hayır,” dedi Samwell Tarly. Dişlerini sıkmış, dudakları gerginlikten bir çizgi halini almıştı. “Oradan nefret ediyorum.” Çocuk, Hayalet’in kulaklarının arkasını okşadı ve Jon sessizliğe müdahale etmedi. Uzun bir zaman sonra Samwell Tarly konuşmaya başladı. Jon sessizce dinledi ve korkaklığını itiraf eden bu şişman çocuğun kendini nasıl Sur’da bulduğunu öğrendi. Tarlyler, Güney Muhafızı ve Yüksek Bahçe Lordu Mace Tyrell’in sancakbeyi olan, eski ve soylu bir aileydi. Lord Randyll Tarly’nin büyük oğlu olan Samwell, zengin toprakların, sağlam bir kalenin ve hikâyelere konu olmuş, Valyria çeliğinden dövülmüş, beş yüz yıldır babadan oğula geçen ve iki elle kullanılan Yürekfelaketi isimli büyükkılıcın vârisiydi. Samwell doğduğunda lord babasının hissettiği tarif edilmez gurur, çocuk büyüyüp şişmanladıkça, yumuşadıkça ve tuhaflaştıkça kaybolmuştu. Sam müzik dinlemeyi, şarkı yazmayı, yumuşak kadifeler giymeyi, kalenin mutfağında aşçılarla oynamayı, limonlu keklerin kokusunu ve böğürtlen tartlarını seviyordu. Onun tutkuyla bağlı olduğu şeyler kitaplar, kediler ve bütün sakarlığına rağmen danstı. Kan görmeye dayanamıyordu. Bir tavuğun kesilmesini bile izleyemiyordu. Boynuz Tepe’ye en az bir düzine silah ustası getirilmiş ve Sam’e, tam babasının istediği gibi bir şövalye olmayı öğretmeye çalışmışlardı. Çocuğa küfürler etmişler, falakaya yatırmışlar, tokatlamışlardı. Aç bırakmışlardı. Bir adam, bir asker gibi hissetsin diye zırhıyla uyumaya zorlamıştı. Bir diğeri annesinin kıyafetlerini giydirmiş, utanç duymasını sağlamak için o kıyafetler içinde dış surlar boyunca yürütmüştü. Bütün bunlar Sam’in daha fazla şişmanlamasına ve daha korkak olmasına yaramıştı sadece. Sonunda lord babasının hayal kırıklığı öfkeye ve tiksintiye dönüşmüştü. “Bir keresinde, Qarth’tan bembeyaz tenli ve mavi dudaklı büyücüler geldi kaleye,” dedi. Sesi iyice Asıltıya dönmüştü. “Bir öküz kestiler ve beni onun sıcak kanında yıkanmaya zorladılar ama söyledikleri gibi daha cesur olmadım. Midem bulandı ve kustum.” Sonunda, üst üste üç kız çocuk doğurduktan sonra, Leydi Tarly ikinci bir erkek bebek getirmişti dünyaya. O günden başlayarak Lord Randyll, Sam’i görmezden gelmişti. Bütün vaktini, tam istediği gibi korkusuz ve dayanıklı olan yeni oğluna adamıştı. Samwell yıllarca müziğiyle ve kitaplarıyla birlikte huzur içinde yaşamıştı. On beşinci isim gününe kadar. Şafak vakti uykusundan sarsılarak uyandırılmış ve eyerlenmiş atına götürülmüştü. Üç silahlı adam, Boynuz Tepe yakınlarındaki ormana kadar ona eşlik etmişlerdi. Babası ormandaydı ve avladığı bir geyiğin derisini yüzüyordu. “Artık yetişkin bir erkeksin ve benim vârisimsin,” demişti Lord Randyll Tarly, büyük oğluna. “Seni evlatlıktan reddetmem için yeterli bir şey yapmadın ama Dickon’ın olması gereken arazileri ve unvanı senin almana izin veremem. Yürekfelaketi, onu kaldıracak kadar kuvvetli bir adama gitmeli; sen o kılıcın kabzasına bile dokunacak değerde değilsin. Bu sebeplerle, senin bugünden itibaren siyahları giymene karar verdim. Bütün mirasını kardeşine devredecek ve akşam çökmeden kuzeye doğru yola çıkacaksın. Eğer gitmezsen, yarın seninle birlikte ava çıkacağız. Bu ormanda bir yerde atın tökezleyecek, sen eyerden düşeceksin ve öleceksin... yani ben annene böyle olduğunu anlatacağım. O bir kadın kalbi taşıyor ve seni bile sevmeyi başarabiliyor. Sakın bana karşı gelmenin kolay olacağını düşünme. Seni bir domuz gibi avlamak bana büyük haz verir. Çünkü gerçekte, sen domuzdan başka bir şey değilsin.” Geyiği yüzdüğü hançeri yere bırakırken kolları dirseklerine kadar kırmızıya boyanmıştı. “İşte, seçim senin. Ya Gece Nöbetçileri,” kolunu yüzdüğü geyiğin içine sokup kalbi elleriyle söktü ve üzerinden kan damlayan yüreği havaya kaldırdı, “ya da bu.” Sam, sanki bütün bunlar bir başkasının başına gelmiş gibi anlatmıştı hikâyesini ve ilginçtir ki anlatırken bir kez bile ağlamamıştı. Hikâyesi bittiğinde yan yana oturmaya devam ettiler ve rüzgârı dinlediler. Bütün dünyada duyulan tek ses rüzgârın sesiydi sanki.
·
91 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.