Ayna kırılmıştı. Parçalar çerçeveye tutunuyordu, fakat bazıları fırlamıştı. Parçaları topluyordu ve uygun görünen boşluklara yerleştiriyordu. Seviyeleri birbirinden farklı ayna parçaları, şeyleri oldukları gibi yansıtır mıydı ? s301
Aile romanlarını okumayı seviyorum. Kalabalık kahramanlar ve hiç bitmeyen olaylar silsilesi beni her zaman mesh etmiştir. Alef yayıncılığın bu kitabı tam olarak doğumdan nihai çöküşe kadar üç kuşak boyunca bir aile destanı.
Kitap boyunca bir balıkçının kızı olan Teresayı okuyoruz aslında. Teresa ve onun çevresinde olup bitenler , hüzünlü bir köşk ve mırıldanan , kıpırdanan bir bahçe . Üç kuşak o kadar hızlı gelişiyor ki bebekler bir anda doğmuş ve ölmez dedikleriniz bir anda ölmüş oluyor. Teresayı kitabın sonuna kadar çevresindeki çoğu aile bireyini mezara vermiş ve kendi başına üst kattaki odasında ölümünü bekliyor olarak görüyoruz. Bu da akıllara Teresanın gençliğinde yaşadığı günahların ve birilerinden sürekli saklamak zorunda kaldığı sırlarının bir lanet olarak üzerine mi bulutlandığı sorusunu getiriyor.
Kitabın sonunda Merce Rodoredanın kendi yazma sürecini yorumlayıp, kitapta geçen bazı metaforları açıklaması ve diğer eseri ‘Güvercinler Gittiğinde’ hakkında açıklayıcı bir yazı eklemesi kitabı özgün kılmış. Bu son kısmı kitabı bitirip üzerine biraz düşündükten sonra sakin bir zamanınızda okumanızı tavsiye ederim çünkü çok değerli bilgiler var.
Kitap üçüncü tekil şahıs tarafından anlatılıyor. Bakın Rodoreda bunu nasıl açıklıyor. ‘Aile romanı daha geniş olmalıydı. Bu romanı tek bir kişiye anlattıramazdım. Monoloğun yerine anlatıcı üslup olmalıydı.’ s297
Kitabın arka kapağına baktığınızda ise Gabriel Garcia Marquez’in yorumuna rastlamak çok güzel bir rastlantı oluyor.
Okuyun , okuyunuz.