Gönderi

Sadece ismimi yazdırdığım, bir kez bile katılmadığım Ölü Yakınları Birliğinin toplantısına ilk gidişim, başkan yardımcısı olan annenin telefon etmesiyle olmuştu. O asker kökenli devlet başkanı buraya geliyor, o katil buraya geliyor dedikleri için... Ama senin kanın henüz kurumamıştı. Zaten o günlerde derin bir uyku çekemiyor, yatakta dönüp duruyordum ama o günden sonra bir daha hiç uyuyamadım. Baban da uyuyamıyordu. Ömür boyu hastalık çeken hassas bir adam olduğundan istemeyerek onu evde bırakıp toplantıya tek başına gittim. İlk kez gördüğüm annelerle selamlaştım. Pirinç satış dükkânı işleten grup başkanı kadının evinde gecenin geç saatine kadar pankart ve afiş hazırladık ve eksik kalanları herkes evine gidip yapsın diyerek ayrıldık. Ayrılacağımız vakit tokalaşırken tuttuğum o soğuk ten... İçi boş bostan korkuluğuna benzeyen o elleri tutup korkuluğa dönmüş sırtlarımızı sıvazlayarak yüzlerimizi inceledik. İfadesiz yüzler ve ifadesiz gözlerle yarın görüşürüz diye vedalaştık. Hiç korkmamıştım. Hem ölsem de fark etmez diye düşünürken korkacak ne olabilirdi ki? Matem kıyafetlerimizi giyip hep birlikte o katilin bindiği aracın gelmesini bekledik. Gerçekten de sabah erkenden o şerefsiz geldi. Ama hep bir ağızdan aynı anda slogan atma planımız alt üst olmuştu. Feryat figan bağrışmalar mı dersin, baygınlık geçirenler mi dersin, saçımız başımız dağılmış, matem kıyafetlerimiz lime lime olmuştu. Pankartları açmamızla polislere kaptırmamız bir oldu. Hepimizi sürükleyerek karakola götürdüler. Bitap hâlde karakolda otururken başka bir yerde gösteri yapmaya hazırlanan Maluller Birliği üyesi gençler yakalanıp getirildi. Asık suratlarla sıraya girmiş içeri girerlerken bizimle göz göze geldiler ve içlerinden bir genç aniden ağlayarak bağırdı. "Anneler neden buradalar? Anneler ne suç işledi ki?" O an kafam sersemledi. Gözüm kararmış, tüm dünya kapkaranlık olmuştu. Yırtılan matem kıyafetimin eteğini toplayıp sehpanın üzerine çıktım. Kekeleyerek kısık sesle mırıldandım. "Doğru, ben ne suç işledim ki?" Sinirden duvarda asılı olan o katilin fotoğrafını indirdiğimde polisler kanatlanmış gibi masaların üzerinden paldır küldür atlayarak beni tutmaya çalıştılar. Çerçeveyi ayağımla kırarken cam parçaları ayağıma battı. Ne gözyaşlarımın aktığının ne de kanımın fışkırdığının farkındaydım. Ayaklarım kanadığı için polisler beni alıp hastaneye götürdü. Baban haberi alınca acil servise geldi. Doktor ve hemşireler ayak tabanlarımı yarıp içindeki cam kırıklarını çıkarıp sargı yaparken babandan bir ricada bulundum. "Eve bir gidip gelsen. Dün gece hazırlayıp getirmediğim bir pankart dolabın içinde kaldı." O gün, gün batımında babanın omzuna tutunarak yalpalaya yalpalaya hastanenin çatı katına çıktım. Pankartı korkuluklara asıp bağırdım. "Oğlumu bana geri verin! Kana susamış kasap Can Duhoan'ı parçalara ayıralım." Öfkeden kan beynime sıçramıştı. Polisler yangın merdiveninden çıkıp gelene kadar, beni omuzlayıp hasta yatağına zorla yatırdıkları âna kadar öyle bağırdım. Sonrasında da, ondan sonrasında da sürekli böyle savaş verdim. Her görüşmenin sonunda anneler ayrılırken birbirlerinin ellerini tutup, omuzlarına dokunup, gözlerinin içine bakarak tekrar görüşelim diye sözleşirdi. Herkes kıt kanaat geçinirken bir de para toplayıp otobüs kiralayarak Seul'deki mitinglere giderdik. Bir keresinde insafsız herifler bizim otobüsün içine göz yaşartıcı bomba attığı için bir anne nefessiz kalarak yere yığılmıştı. Hepimizi yakalayıp penceresi tel örgülü polis aracıyla götürürken, o herifler boş yola içimizden bir kişiyi aşağı atıp bir süre sonra tekrar birini aşağı attılar... Böylece hepimizi dağıttılar. Yol bilmeden iz bilmeden yolun kenarından yürüdüm de yürüdüm. Tekrar diğerleriyle bir araya gelip birbirimizin sırtını sıvazlayana kadar. Soğuktan mosmor kesilmiş dudaklarımıza karşılıklı baktığımız âna kadar. Verdiğimiz bu mücadelede sonuna kadar birlikte olmaya sözleşmiştik ama ertesi sene baban hastalandı ve sözünü tutamadı. Kışın vefat ettiğinde hem kırılmış hem üzülmüştüm. Beni bu cehennemde bir başıma koyup tek başına gitmesine... Fakat ölümün ardındaki dünyayı ben bilmiyorum. Orada insanlar buluşup ayrılıyor mu, bir yüzleri, bir sesleri var mı, mutluluk ya da hüzün hissediyorlar mı bilmiyorum. Babanın bu dünyadan ayrılışı karşısında kendime acımam mı gerekiyordu yoksa babana imrenmem mi gerekiyordu nereden bileyim... İyi kötü kış geçip bahar geldi. Bahar gelince her zamanki gibi ben yeniden deliriyordum. Yaz gelince bitkin düşüp günlerce hastalık çekiyor, nihayet sonbaharda zar zor nefes alıyordum. İşte böyle devam ederken artık kışları tüm vücudum donar oldu. Sonra her ne kadar sıcak ve rutubetli olan yaz tekrar gelse de artık terlemiyordum. Soğuk iliklerime, yüreğime kadar işlemiş.
Sayfa 145 - 6. Bölüm Çiçeklerin Açtığı Tarafa Doğru - Oğlanın Annesi, 2010Kitabı okudu
·
81 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.