Gönderi

HER ZAMANKİ YER
Sabah kaçta buluşuyoruz Mai? Bilmem sen belirle Mia. Ben sana 04.00 diyeceğim, sen yine 03.30’da buluşalım, sabahın köründe güneş doğmadan önceki soğuğu seviyorum diyeceksin. Bilmiyorum farkında mısın ama biz hala şubattayız ve bu şubat ne yazık ki 28 gün sürmeyecek Mai... Yine alarma bir dakika kala uyandım ama yataktan bu saatte kalkmak da çok zor gerçekten. Birazcık daha uyumayı düşündüğün an kalkmalısın, yoksa olmuyor. Yahu ben neden Mia’ya balığa çıkma sözü verdiysem! Gerçekten okullarda mutlu olma sanatı yerine mutlu uyanma sanatını öğretmeliler. Mutlu uyanan bir insan zaten mutludur yani. Aslında ben balık tutmayı da sevmiyorum, ben galiba Mia balığı tutarken o zeytin gözlerindeki ışığı seviyorum. Neyse bu hayal bulutundan bir an önce kurtulup kafamı soğuk suya daldırmalıyım, öyle de yaptım. Her zamanki yere ulaşana dek hayatı sorguladım hep, çocukken çaldığım erikler geldi aklıma, Hasan Hoca’nın peşimizden saydırdığı küfürler, matematikten hep düşük almamız. Biz hep orada kalmalıydık aslında. Büyüdük de ne oldu? Her zamanki yerde üç yol birleşiyordu, biri dağa doğru uzanırken diğeri denize çıkıyordu. Bizim kullandığımız üçüncü yol ise kıvrıla kıvrıla şehre dönüyordu. Üç yolun birleştiği bizim tabirimizle ‘’Her zamanki yer’ ’de; taştan evler rengârenk çiçeklerle, sarmaşıklarla sarılıydı. Küçük bir bakkal dükkânının önünde papatyalar açmış; begonviller, zakkumlar en güzel pembeleriyle gülümsüyordu. Mia’yı her zamanki yerde bekledim, bütün çocukluğumu sorgulayacak bir zaman aralığında. Anlayacağınız üzere Mia’da bütün kadınlar gibi bekletmeyi amaç edinmişti. Tabi ben yerimde bir durak gibi duramadığımdan dağa doğru yürüdüm. Sabahları dağdan esen meltemi çok seviyordum çünkü. Ihlamur çiçeğine sarılan rüzgârın yaramaz bir çocuk gibi gelip genzimi tırmalamasına bayılıyordum. Her zamanki yeri görebileceğim küçük bir tümseğe çıkıp sırtımı ıhlamurlara, yüzümü denize çevirdim. Denizden gelen yosun kokusu da eklenince ıhlamur kokusuna, karşımda çarşaf gibi esneyen denizin ardında, ruhumun esnediğini hissettim ve kokunun bir rengi olsaydı o sabah kesinlikle mavi olurdu diye düşünmeden alamadım kendimi. Mia uzaktan sallana-sallana gelirken ben de doğrulup her zamanki yere doğru yürüdüm. Geç kalmıştık balıkları, ezan sesiyle uyanmadan uyku sersemliğinde tutmalıydık. Tabi Mia ile bu mümkünse. Mia’yı görmeyeli birkaç saat olmuştu ama içimdeki saat aynı değildi. Yelkovanların hızları farklıydı. Mia uykulu gözlerle günaydın dese de çok kabullenemedim, ellerinden tutup gözlerini açması için baskı yapınca gözlerini yine gözlerime kilitledi. O anı kelimelerle açıklayabileceğimi düşünmüyorum ama deneyeceğim; Derin uçurumlardan denize dalmak, denizin altındaki dünyada dönüp dolanıp tekrardan nefes almak gibi denebilir. İlk bakışmamız da tam da burada her zamanki yerde olmuştu. Gözlerini ilk gördüğümde çocukluğuma gidip ona yerler seçmiştim, en yaramaz anlarımda yanımdaydı hep. Beraber sıra dayağındaydık. Sanki çocukluğumdan kalan onlarca anı ona aitti. Nasıl o kadar geç tanışabildik! Bu gözlere her baktığımda neden farklı öykülerde buluyorum kendimi? Saat 04.00’e geliyordu ve biz hala sandalı denize indirememiştik. Sandalı beraber itecektik ki Mia yine kıyıdayken oturdu güverteye -güverte dediğime bakmayın sandalımız küçüktür. Ortasında kürek çekerken oturduğumuz o yatay ahşaptan bahsediyorum.- Sandalın yükü yetmiyormuş gibi... Kürek çekmeyi sevmiyordum ama Mia varken güzeldi. Sonunda masmavi sonsuzluğun ortasındaydık hem de ‘’karıncanın su içtiği’’ çarşaf gibi bir deniz. Kürek çekmenin tadını çıkartıyorken Mia yine gizlice çapayı denize bırakmış, sinsice sırıtıyordu. Bana boşa kürek çekmeyi hep o öğretti zaten... Hava daha sıcak olsaydı Mia’yı da çapanın yanına doğru yolculayabilirdim ama kıyamadım. Çünkü çok güzel gülüyordu. Bunu ona söyleyince büyüsünün bozulmasından da korkuyordum. Kamış oltasıyla gelmiş yine, usta bir balıkçı edasıyla açarken oltasını yine başıma bela olacağı belliydi. Mia ilk defa kamışın ucundaki kurşunu kazasız belasız serin sulara yollamayı başardı. Ben de el oltamı iyice kavrayıp, yavaşça bıraktım çapariyi mavi ama karanlık derinliğe... Koca bir şehir karşımızda uyuyordu ve biz dünyanın en güzel yerinde açık mavi bir gökyüzünün altında balık tutamıyorduk. Hatta arada sırada uğrayan balıkları da denize düşürüyorduk. Mia bunu bilerek mi yapıyordu bilmiyorum ama Mia’nın eğleniyor olması, balık doldurmamız gereken kovadan daha önemliydi. Kızıl bir güneş doğuyordu ufukta, rüzgâr denizin dalgalı tenini okşarken, Mia saçlarını denize doğru bırakmış denizin altındaki balıkları görmeye çalışıyordu. Çapayı yanlış yerde atmış olmasının getirdiği suçluluk hissini savuşturmaya çalışsa da bakışlarımla hatırlatıyordum. O an, yani Mia sandaldan denize doğru eğildiği o an, saçlarının ucu denize değiyor, ağırlaşan saçlarını rüzgâr inatla savurmaya çalışıyordu. Ben bir ömrü bu manzarada tüketebilirdim. Zaten onun gözlerine ne zaman kilitlensem pembe pabuçlarıyla bir kız çocuğu bana doğru koşuyordu... Güneş iyice kırmızıya çalınca yüzünü, 17 Ağustos geldi yine aklıma. Bir gün öncesinde yine kızıl bir güneş vardı ve biz ne zaman böyle bir manzarayla karşılaşırsak o geceyi konuşmak zorunda olduğumuz düşüncesi belirirdi zihinlerimizde. Ama dilimize yansıması o kadar kolay olmaz herkesi bir sessizlik alır götürürdü. Mia’yı da o sessizlik almıştı şimdi... Mia en yakın arkadaşını kaybetmişti o gece. Bir gün daha kalması için çok ısrar etmiş, arkadaşı da kıramamış Mia’yı. Gece yarılarına kadar laflamışlar. Sonra evine geçmiş hemen yandaki siteye. Anlayacağınız üzere, yandaki site yıkılmış. Enkaz altındayken Mia onu şortundan tanımış tam 7 gün sonra. Şortu o gece Mia’dan almış... Mia hep kesik kesik anlatır o 45 saniyeyi! Mia’nın oltasına yakalanan balık oltayı sallayınca, sandalı büyük bir heyecan aldı, çünkü Mia sevinçten yine ayağı kalkmış balığı hırpalamadan almaya çalışıyordu. Ama balığı iğneden alır almaz üzülmüş, yine denize bırakmıştı. Her zamanki gibi suç işlemiş bir çocuk edasıyla bana bakarken, o ışıl ışıl gözleriyle merhamet diliyordu. Yine gözleri gözlerimdeydi ve ben yine teslim olmak zorundaydım, yanına geçip sarılmak istedim ama sandalı büyük bir dalga alınca kıpırdayamadım, önce yukarı sonra aşağıya doğru çekti bizi. Mia’yı kanatlarımın arasına almak istedim çünkü büyük bir gürültü koptu denizin altından ve dalgaların ardı arkası kesilmedi. Mia’ya doğru adım atmama izin vermiyordu. Elimi uzatıp tutamıyordum, dengede kalmak için uğraşsam da Mia’nın hemen arkasında bir şehrin tozlar içinde yok oluşunu gördüm. Su ılıktı ve ben derinliklere doğru gittikçe ışık azalıyordu. Kulaklarımdaki basınç gücünü gittikçe arttırıyor, yukarıya doğru hamleler yapsam da daha derinlere gömülüyordum. Boğazıma kül dolmuş gibiydi! Bir ışık vardı yukarıda, ona doğru yüzmeli, Mia’ya kavuşmalıydım. Ama yapamıyordum. Su ciğerlerime dolmuş bağıramıyordum, ama o an tüm gücümle bağırmak istedim; ‘’Sesimi duyan vaaaaaar mıııııııı?’’ … Uyandığımda odası denize bakan bir hastanedeydim. Kapıda yine Mia’nın sesi vardı, doktor olduğunu düşündüğüm beyaz önlüklü biriyle konuşuyordu. Nefes alıp vermekte zorlanıyor, ciğerlerim çok acıyordu. Mia uyandığımı görünce koşar adım yanıma gelip elimi tuttu. Avuçlarından öpmek istedim ama beceremedim. Kolum kalkmıyor ve gözlerim inatla kapanıyordu. Mia’yı görmek istesem de göz kapaklarımı engelleyemiyordum. En güzel manzaramı kaybetmek istemiyordum. Uyandığımda Mia yanı başımda ellerimi tutarken ağlıyordu. Bir şeylerin yolunda gitmediğini o an anladım. Ölmek korkusu o an sardı tüm vücudumu. Ölmekten korkmuyordum elbet ama Mia’yı bir daha görememek... Bu düşünce dehlizinden sıyrılıp rüyamı anlatmak istiyordum. - Mia, neredeydim biliyor musun? - Lütfen Mai kendini yorma dinlenmen lazım doktor öyle istedi. - Anlatmak istiyorum Mia, lütfen engelleme. Mia bana büyük bir şaşkınlıkla pencereye konan kelebeği gösterirken, gözlerinin buğusunda bütün yaşadığımız o anıları gördüm. - Biliyor musun Mia, Her zamanki yerdeydim. Ama herkes oradaydı, Zehra’yı gördüm, Sami Hoca’nın hemen yanında ayaktaydı, annesi ve babasıyla yan yana. Kocaman gözleriyle bana gülümsüyordu. Kardeşimin arkadaşları da oradaydılar, benimle tanıştılar hepsi. Çok güzel çocuklardı. Hani çocuğunun elini bir saniye bile bırakmayan baba vardı ya, onu da gördüm. Kızının yanında dimdik duruyordu. Pelerini de vardı, zaten babalar hep pelerinlidir biliyorsun. Sonra Hümeyra ve kardeşlerini de gördüm, bütün aile arkalarında dizilmişti. Tam 28 kişi... Karsu'nun ailesi de oradaydı ve onlar da çok kalabalıktılar. Zekiye’yi gördüm bana sarılmak için beklemiş. Dimdik duruyordu Rabia’nın yanında. Metehanlar da gelmiş, galiba bütün mavi çadır ekibi oradaydı. Sonra denize çıkan yolda hayatına dokunmaya çalıştığım bütün öğrencilerimi gördüm. Hepsinin elinde kelebekler vardı. Işıl ışıldı gözleri, hepsi ama hepsi oradaydı. Beni denize doğru uğurladılar biliyor musun? Denize giden yola dönünce on binlerce, yüz binlerce kelebek birden havalandı Mia. Hiçlikistan gibi oldu biliyor musun? Papatyalar kelebekler... Neden ağlıyorsun Mia? Doktor öleceğimi mi söyledi sana? Ona ölümün bu kadar basit olmadığını söyle Mia. Lütfen penceredeki şu kelebeği de içeri al. Üşümüş olabilir... 6 Şubat 2023’te yitip gidenlere...
·
290 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.