Gönderi

192 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Boş Yere Azap Çekmeyin, bir DERMAN İçin!
Nasıl başlayacağımı, duygularımı hangi kelimelerle daha iyi nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Duygularım, zihnim karmakarışık bir şekilde kitabın etkisi hala sürerken hakkında bir şeyler söylemek istiyorum sadece. Kitaba başlamadan önce bu kadar etkilenebileceğimi bilmiyordum. Çok eskilerden hatırladığım bazı yorumlar vardı: Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı gibiydi Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı. Kitabı bitirdikten sonra yaşadığım zihin bulanıklığı, duygusal boşluk, hayatı sorgulama... Tutunamayanlar sonrası hissettiklerimi hatırlattı bana. C. sayıkladıkça, etrafındaki insanların ikiyüzlülükleri arasında bunaldıkça, kendini anlatamadıkça, içkiyle sorunlarından kurtulmayı bekleyip daha fazla sorunların bataklığı içerisine sürüklendikçe ben de onunla birlikte sürüklendim oradan oraya. -(...) İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer. Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burda gülerler. (Syf. 182) Arayış... Bir türlü ulaşamamak aradığına... Kimsenin seni anlamadığı bir dünyada tek başına varolma çabası... - Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. (...) Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez.(...) Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! (Syf. 183) C. insanların hoşgörü, anlayış kavramını eleştiriyordu. Sürekli olarak dünyada kendisi ve sevdiğinin var olduğunu düşündüğü, iki kişilik bir toplumda yaşamak istediğini, 'ötekiler'den ya da başka bir deyişle 'eli paketliler'den olmadığını vurguluyordu. Ona dayatılanları yaşamayı reddediyordu. Onun hayatı yaşayışı, topluma karşı bir başkaldırıydı sanki. "Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı." (Syf. 130) "İnsan kendininkine uygun olmayanı bağışlamaz. Biz, hoşgörüsü olmadığını bile bile, başkalarında kendininkinden ayrıyı bağışlamaya çalışana hoşgörülü diyoruz." (Syf. 140) Ancak tüm bu direnişine rağmen kendini de 'ötekiler'den biri olarak görmeye engel olamıyordu. "Ona 'ötekiler yok; ikimiz varız' diye bağırdığımda bile ötekiler gibiydim. (Syf. 163) Kendisi öncesinde bu durumu açıklamıştı aslında. " Kornasını ötekilerden başka öttüren bie şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu." (Syf. 52) Bende bıraktığı izlere gelecek olursam eğer Aylak Adam içimde bastırdığım, savaşan düşünce ve duyguları tekrar canlandırdı diyebilirim. Toplumun baskısına, kalıplaşmış düşüncelere, 'diğerleri ne der, nasıl görür' diye içte kalmışlıklara duyduğum öfke kadar Aylak Adam'ın umursamazca davranışlarına, hayata ve insanlara çoğu kez tepeden bakıp yaşadığı travmalara göre insanları değerlendirmesine, hep kendisini haklı görmesine de öfke duydum. (Ama belki de beni en çok öfkelendiren şey, kabul etmekte zorlansam da onunla bazı konularda ortak yanlarımın oluşuydu ve bunların dışarıdan bir gözle bakıldığında ne kadar kötü, acımasızca göründüğüydü. İnsanları yargılıyorduk, önceki yaşantılarımızla hiçbir alakası olmayan, bambaşka, her biri kendine has özellikleriyle var olan insanları kendimizce bazı kalıplara sokup onların bize uygun olmadığına emin oluyorduk garip bir özgüvenle.) Evet, çoğu zaman bazı şeyleri istediğimiz gibi yapamıyoruz hayatta. Sorumluluklar, toplum, birtakım değiştirilemez gibi görünen kurallar... Ama bunların hiçbirisi hayatı sorumsuzca yaşamanın sebebi olamaz bana göre. Çünkü bu hayatta tek başımıza değiliz, insanlar var hayatımıza girip çıkan, bizden beklentileri olan. Her seferinde kafamıza estiği gibi davranamayız. Yaşadığımız şeyler zor olabilir; sanki dünyada sadece biz zorluklar yaşamışız, biz acı çekmişiz gibi hissettirebilir ama bütün bunlar acılarımızı hayatımızdaki insanlara yansıtma ve onları sürekli olarak 'ötekiler' olarak değerlendirip, yaşamlarını küçümseme hakkını tanımaz bize. Ama bir yandan da C'ye üzüldüğümü, yaşadıklarının ona ne kadar ağır geldiğini, sürekli olarak kendini kıyaslama içerisinde olup hayatında belki de benzemekten en çok korktuğu kişi (babası) ile ilgili her konudan kaçışını, kendiyle olan savaşını okudukça onunla birlikte yıprandığımı söylemeliyim. Babasıyla ilgili hatıraların onu ne kadar derinden yaraladığını ve tüm yaşamını etkilediğini okumak çocukluğun bir insan yaşamında 'kısa sürede uzun etkili' bir dönem olduğunu tekrar fark etmemi sağladı. Okuldan suratımda çürükler, tırnak yaralarıyla döndüğüm günler babam, "- Görürsünüz, adam olmayacak bu çocuk," derdi. Konuşmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacaktım. " (Syf. 151) C kendine ait bir dünyası olsun, iki kişilik olsun ve diğer her şeyden farklı, özel olsun istiyordu. Çünkü 'gülünç olmayan tek tutamadığı gerçek sevgi' olarak görüyordu. Ama içindeki bir başka kişilik, sanki onu bu dünyayı kurmaya her yaklaşır gibi olduğunda engelliyordu. Kimseye güvenemiyor, inanamıyordu. (Belki de haklıydı.) Bu davranışları kendinde olduğu kadar hayatına girmiş kadınları da etkiliyordu. (B., Güler ve Ayşe...) Sadece bunlar da değil, kime kendisini anlatmaya çalışsa herkes ona aradığını bulamayacağını, böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylüyor, herkes gibi yaşamasının en doğru olacağını öğütlüyordu. Kitabın sonuna geldiğimde kendimi çok yorgun hissettim. Sanki sonsuz bir kısır döngünün içerisindeydik hepimiz ve çok az bir kısmımız bunun farkındaydı. Değiştirmek için çabalasak da sonuç hep aynıydı: 'Ötekiler' haklıydı. Farklı olmak, farklı düşünmek insanı diğerlerinden ayırıyordu, yalnız bırakıyordu. 'Delidir o biraz, kafasına eseni yapar' dedirtiyordu. Halbuki normallik ve delilik gerçekte neydi? Kabul ettiğimiz, çoğunluğun yaptığı şeyler her zaman doğru ve 'normal' olmak zorunda mıydı? Her zaman yapılması gereken şeyler var mıydı, kişiden kişiye değişemez miydi? Farklı olarak gördüğümüz şeyler bile neden bir süre sonra 'aynılaşma'ya dönüyordu? Her şey birbirini tekrar ediyordu sanki, hepimiz kısacık ömrümüzde birbirimizi taklit edip mutlu olmayı bekliyorduk ya da belki de mutluluğu bulamayacağımızı bildiğimiz için kendimizi oyalıyorduk. İşte bu oyalama aşamasından kendini çekip çıkartan, gerçek mutluluğu farklı şeylerde arayan insanlardı topluma göre 'deli' olanlar. Söyleyeceklerim bu kadardı. Umarım siz de benim gibi büyük bir keyifle okur, beğenirsiniz Aylak Adam'ı. (Ve umarım başka bir evrende otobüse yetişmişsindir Aylak Adam <3)
Aylak Adam
Aylak AdamYusuf Atılgan · Can Yayınları · 201947 okunma
·
96 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.