Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

“BİZ YURDUN ÖZ SAHİBİ, EFENDİSİ, KÖYLÜYÜZ!”
-17 Nisan Anısına- Cumhuriyet Öncesinde Ülkemiz ve Eğitim “Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler… İşte Türk genel devriminin bir kısa deyimi…” Böyle anlatıyordu Mustafa Kemal Atatürk 9 Mayıs 1935’teki konuşmasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve yükseliş aşamalarını. Gerçekten de Osmanlı, son zamanlarında ağır mağlubiyetler almış, yıpranmış ve Batı’nın gerisinde kalmıştı askerî, ilmî ve iktisadi alanlarda. Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele yıllarından itibaren, Türkiye’yi çağdaş ülkeler seviyesine taşıyacak Milli Eğitim sistem ve teşkilatlarını incelemeye başlamıştı.(1)Millî Mücadele’nin en zor günlerinde 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da toplanması gereken Maarif Kongresi’nin ertelenmesi taleplerini reddederek toplantıyı gerçekleştirmesi konuya ne kadar önem verdiğinin kanıtıydı. Atatürk emperyalist ülkeler karşısında mazlum milletlere örnek teşkil eden Millî Mücadele’yi 9 Eylül 1922 tarihinde başarıyla sonlandırmıştı. Zafer sonrası İzmir’e gelen Atatürk’e; “Paşam, çok yorulmuş olmalısınız. Herhalde çiftliğinize çekilerek dinlenirsiniz”, şeklinde yöneltilen bir soruya; “Hayır asıl gerçek savaş bundan sonra başlayacak, bu savaş cehalete ve bilgisizliğe karşı yapılacaktır. Bu savaş Orta Çağ karanlığından çıkmasına izin verilmeyen bir halkın çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için başlatacağı ikinci bir kurtuluş savaşı olacaktır.” şeklinde cevap vermişti.(2) Çünkü ona göre yapılan mücadelelerin tam anlamıyla başarıya ulaşması ekonomik bağımsızlığın da sağlanmasıyla mümkün olacaktı. Bu bağımsızlığın sağlanmasının yolu da eğitimden geçiyordu. Köyün ve Köylülerin Eğitiminin Önemi Anlaşılıyor Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan nüfus sayımına göre yaklaşık 14 milyonluk nüfusun %80 kadarı köylerde yaşamaktaydı. Türkiye’de bulunan 46.000 köyün % 98’inde okul bulunmamakta ve 70.000 öğretmen ihtiyacına karşın, mevcut 18 öğretmen okulu yılda 200 civarında mezun vermekteydi.(3) Hasılı, köylerde eğitim yoktu. Köylere ulaşım yok, sağlık yok, köylere yeteri kadar hizmet yok… Köylerde birey yoktu; sadece halkı ezen, sömüren, onları köle gibi çalıştıran ağalar vardı. Atatürk 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’nin açış konuşmasında; “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek anlamda üreten köylüdür. O halde herkesten daha fazla kalkınmayı ve refah içerisinde yaşamayı hak eden köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar maariften yoksun bırakılmıştır. Bu sebeple bizim izleyeceğimiz maarif politikasının temeli, ilk önce mevcut olan cehaleti ortadan kaldırmaktır…” şeklinde açıklama yapmış, köylünün kaderinin değiştirilmesi gerektiğini hemen fark etmişti.(4) Köy kalkınmazsa ülke kalkınamazdı. Bu vesileyle Atatürk, hem ülkedeki başarılı eğitimcilerin hem de dünyaca tanınmış eğitim bilimcilerinin danışmanlığında toplantılar yaptı, onların raporlarına göre bir harita çizdi. Özellikle günümüz eğitimcilerinin de yakından tanıdığı John Dewey; raporlarında köylerde öğretmenin bulunmasını sağlayacak adımlar atılmasını gerekli görmüş, yaparak-yaşayarak eğitimin Türkiye için en uygun adım olacağını söylemiştir. Hazırlanan raporlar doğrultusunda yol haritası çıkarılır ancak ilk adımlar başarılı olmaz. Çeşitli denemeler sonrasında Atatürk hayatta olmasa da çabaları karşılık bulur: KÖY ENSTİTÜLERİ! Bir Işık Yükseliyor Köylerden Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in onayıyla İlköğretim Genel Müdürlüğüne bir köylü çocuğu olan İsmail Hakkı Tonguç atanır ve Köy Enstitüleri macerası başlar. Tonguç, köyün gelişmesinin ancak köyü bilenler, köylüyü anlayanlar sayesinde olacağını biliyordu. Köye yalnızca teorik bilgiler değil uygulamaya dönük bilgiler de gerekliydi. Bu yüzden köy okulları, köy liseleri değil de “köy enstitüleri” kurulmalıydı. Ve tarihler 17 Nisan 1940’ı gösterdiğinde Yücel ve Tonguç’un planı hayat bulur. 14 enstitü ile başlayan köy kalkındırma hareketi, yıllar içinde 21’e kadar ulaşır. Enstitüler işlemeye başlamıştı: İlkokulda başarılı olan köy çocukları sınava giriyor, sınavda da başarılı olursa köy enstitülerinde beş yıl eğitim almaya hak kazanıyorlardı. Enstitülerde eğitimini tamamlayan öğrencilerin büyük çoğunluğu kendi köyüne dönüp orada halkı her anlamda eğitiyordu. Bir kısmı ise Yüksek Köy Enstitüsüne gidip başka öğretmenleri yetiştirmek üzere üniversite eğitimlerini sürdürüyordu. Nitelikli Eğitim Merkezi: Köy Enstitüleri Okullar tam bir eğitim içinde üretim merkeziydi. Teorik tüm derslerin yanında uygulamalı eğitim de yapılıyordu: Okullara ait bitkisel ve hayvansal üretim merkezleri, atölyeler bulunmakta; öğrenciler kendi yatakhanelerini, fırınlarını, hamamlarını, dersliklerini usta öğreticiler ve köy halkıyla birlikte kurmaktaydı. Okullar kendi hayvanlarını besliyor, kendi bitkilerini yetiştiriyor, kendi duvarının tuğlalarını üretiyor; öğrenciler kendi ekmeklerini pişiriyor, ayakkabısını, elbisesini kendi dikiyor, tıraşlarını kendileri yapıyordu. Sadece bunlar mı? Her okulda piyano, keman, mandolinler bulunuyor; herkes en az bir enstrüman çalmak için eğitim alıyordu. Öyle ki Aşık Veysel bile derslerine giriyordu. Serbest okuma saatlerinde herkes dünya klasikleri -Hasan Ali Yücel klasikleri o dönemin ürünlerindendir- okuyor, kitaplar üzerine tartışmalar yapılıyordu. Yine öğrenciler, kendi yaptıkları amfi tiyatrolarda oyunlar sergiliyor; hem sanat hem zanaat hem de fen ve kültür bakımından gelişiyorlardı. Bütün bunların yanında okullarda tam anlamıyla eşitlik ve adalet hâkimdi. Öğretmen ve öğrenciler aynı üniformayı giyiyor, her cumartesi yapılan değerlendirme toplantısında öğrenciler ve öğretmenler okuldaki sorunları konuşup tartışıyordu. Herkesin fikir özgürlüğü en zirvedeydi, öğrenciler okulu yönetmekte söz sahibi olduklarını görüyor, haksızlıkları sorgulama becerisi elde ediyorlardı. Bu şekilde eğitim alıp 5 yılın sonunda köyüne dönen mezunlar, bu okulda gördüklerini köylerine taşıyor; köy halkını da her açıdan bilinçlendiriyor, besliyordu. Ta ki… Neye Kurban Gitti? ​Köylerin kalkınması, köylünün bilinçlenmesi birilerinin işine gelmedi, hoşuna gitmedi: Ağaların! Çünkü bilinçlenen köylü, ağaların kulu olmayı reddediyordu. Ağalar; korkmayan, kendisinden daha çok şey bilen köylüleri istedikleri gibi güdemeyeceklerdi artık. Çeşitli siyasi ideolojilerle ağaların fikri ortak noktada buluşunca iftiralarla, kumpaslarla, karalamalarla enstitülerin kapatılması için çabaladılar. Zamanla birçok kısıtlamalar getirildi enstitülere, yavaş yavaş zayıf ve niteliksiz eğitime yönelik kararlar alındı. Belki asla yazar olamayacak köy çocukları olan Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın gibi büyük yazarlar çıkaran bu meşale, ülkeyi daha da aydınlatamadan söndürüldü. Üretim bitirildi, yalnızca teorik derslere geçildi. Ve ağalar kazandı: 1954 yılında alınan kararla enstitüler “İlk Öğretmen Okulları”na dönüştürüldü. Bizlere de birkaç büyük yazarı ve “Köy Enstitüleri Marşı”nı (Ziraat Marşı) miras bıraktı. O günleri ve neyi, nasıl kaybettiğimizi daha iyi anlamak için “Köy Enstitüsü Yılları” (Talip Apaydın), “Köy Enstitülü Delikanlı”, “Unutulmaz Köy Enstitüleri” (Fakir Baykurt), “17 Nisan” (Mahmut Makal) kitaplarınızı okumanızı tavsiye ediyor, sözlerimi eğitim tarihimizin bu büyük kaybının verdiği derin acıyla noktalıyorum. 1. İsmail Eyyupoğlu, “Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Pulur Köy Enstitüsü Öğrencilerinden Muammer Genç’in Anıları”, Dergi Park, Atatürk Dergisi, C. 6, S. 1, Yıl: 2007, s. 3. 2. Ali Rıza Erdem, “Atatürk’ün Eğitim Liderliğinin Başarısı: Türk Eğitim Devrimi”, s. 1. 3. İlhan Başgöz, «Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye’de Eğitimin Genel Görünümü”, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu, Ankara, 2010, s. 7-8. 4. Mehmet Şeren, “Köye Öğretmen Yetiştirme Yönüyle Köy Enstitüleri”, Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 28, S. 1, (2008), s. 207-208.
··
439 görüntüleme
The  Misanthrope okurunun profil resmi
Mahmut Makal, 'Kuru Sevda' kitabında " Bu bir kuru savunma değil, örnekleri bol bir eserin savunmasıdır (...) Onun için köy enstitülerinin ve eğitmen kurslarının türkülerini söylemekten usanmıyoruz. Onun için kurtuluş diye bu yolu gösteriyoruz. " diyor. Bu yazıyla eğitim sistemimizin bu kurtuluştan ne kadar uzak düştüğünü bir kez daha anlamış anlıyoruz, maalesef ki... Gerici rüzgârların esmesiyle dünden bugüne hala devam eden eğitimimize ve öğretmenlerimize verilen değersizlik ortada ne yazık ki! Türk eğitim sisteminin rönesansı kabul edilen Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 83. yılı, kapatılışının 73. yılı anısına çok bilgilendirici, anlamlı ve etkili bir yazı olmuş. Emeğine, yüreğine sağlık 💫
Sıfır Virgül Beş okurunun profil resmi
Desteklerin olmasa yazamazdım. Birkaç siyasetçinin keyfi uğruna nasıl baltalamışlar güzelim kurumları, ne zaman aklıma gelse canım yanıyor. Ve yerine getirilen sisteme, şimdiki sisteme baktıkça öfkem daha da kabarıyor. Yazık!
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.