Gönderi

464 syf.
8/10 puan verdi
Yaralayacak Kadar Yaralanmak
Çok üzgünüm. Meşa Selimoviç’in kallavi romanı Derviş ve Ölüm’ün ilk yarısı boyunca hissettiklerimi bu iki kelimelik cümle özetlemeye yetiyor. Çünkü bu roman, yazarımızın kardeşinin adi bir suç isnat edilerek idam edilmesinin üzerine, neredeyse bir ömür boyu üzerine düşünülerek ve duyguların olgunlaşması beklenilerek yazılmış. Sırf bunu bilmek dahi romana eleştirmen gözlüklerini çıkarıp insani bir gözle bakmayı, çok üzgünüm diyerek bu incelemeyi sonlandırmayı gerektiriyor gibi geldi bana. Kitabın ilk yarısı boyunca da bu düşüncede oldum. Tıpkı yazarın derin görünmeyen ama duygusal anlamda beni yakalamış romanı Ada’da olduğu gibi, buradaki duygusal derinliğe -romanın yazarın hayatından beslendiği noktayı da düşününce- de hayran olmamak elde değil. Ancak yazarımız bu sefer
Ada
Ada
’dan öteye gitmiş. Derviş ve Ölüm, acı bir olaydan doğma bir ağıt olarak kalmamış, dipdiri bir romana dönüşmüş. O zaman bize düşen, arada çıkarmak kaydıyla, eleştirmen gözlüklerimizi geri takmak olsun. Romanımız Osmanlı devrinde geçiyor. Bosna’nın Osmanlı hâkimiyeti altında olduğu bir zaman; ama net bir tarih verilmiyor. Mevlevi şeyhi Ahmet Nureddin anlatıcı karakterimiz. Bir kadınla konuşmasını takip ederiz ilkin. Anlatıcı bize herkesi tanıtma derdine düşmez; bu sayede eksikleri anlatı akışı boyunca tamamlamamız gerekir. Şeyhin kardeşi bilinmeyen bir sebeple tutuklanmıştır; öte yandan şeyhimizin konuştuğu kadın kadı efendinin eşidir; şeyhimiz de kafasında kadının isteğini gerçekleştirerek kadı efendiden kardeşini serbest bırakmasını rica etmeyi kurmaktadır. Konuştuğu kadının isteği ise kardeşi Hasan’ın, ki kendisi şeyhin biricik dostudur, mirastan çekilmesidir. Bu ilk kısımların anlatımını görünce romanın ağır ilerleyeceğini kestirebiliyoruz. Yazar özellikle de anlatıcı karakteri duygusal olarak deşmeye çok uğraşmış. Bana fazla geldi; eleştirmen gözlüğümü çıkardığımda ise biraz daha makul buldum. Romanın ağır ilerleyen bu ilk yarısı boyunca bu ikilemi yaşıyorsunuz. Bu yüzden de bu ilk yarıyı ağıt olarak adlandırıyorum. Hıdırellez zamanı başlayan romanda ahalinin din dışı âdetlerinden ve o gece girdikleri günahlardan dolayı ıstırap çeken bir derviş portresiyle karşılaşırız. Romanın böyle bir sunumla başlaması, devamında olacaklar düşünüldüğünde oldukça anlamlı aslında. Karakterimizin neyden neye dönüştüğünü görmek anlamında. Şeyhin tekkesine dönmesiyle beraber tekkedeki karakterlerle de tanışırız. Molla Yusuf ilk başta çok sığ dursa da romanın sonunda Şeyh Ahmet Nureddin’den sonraki en derinlikli karakter hâline geliyor. Bir de Hasan var. Hasan’a romanın renkli yüzü desek yanılmayız. En yakın dostu bir şeyh olmasına karşın; bir yandan da onu sürekli çeşit çeşit günahı işlerken görürüz. Parlak, uslu, akıllı, mümin bir genç olacakken bir anda şalterleri atmış da bambaşka biri oluvermiş Hasan. Dine diyanete kıymet vermeye ve benzersiz insanlık örnekleri göstermeye devam etse de, bir yandan da günahlarla arasına mesafe koyamayan bir kimliğe bürünmüş. Böyle anlatınca şeyh ile olan dostlukları gerçekçi görünmeyebilir; ama Hasan zor zamanlarda dostunun yanında olarak roman boyunca hasbîliğin her şeyin üstüne çıkacağını gösteriyor. Herkes şeyhi cübbesiyle görüp mesafeli davranırken, Hasan şeyhin cübbesine göre davranmıyor. Böyle düşünülünce Hasan’ın kıymeti çok daha iyi anlaşılabilir. Yukarıda da bahsettiğim üzere romanın ilk yarısı ağır ilerliyor. Kardeşini serbest bıraktırmak için şeyhin gitmediği yer, çalmadığı kapı kalmıyor. Bu vesileyle dönem bürokratları ve uleması çarpıcı bir şekilde resmediliyor. Yazarın kanlı canlı bir dünya inşa edebilmesi takdire şayan. Şeyhin kardeşinin suçunu öğrenmeye çalıştığı konuşmayı anmak isterim bilhassa: Zira ortada bir suçlu vardır ama suç bir türlü ortaya çıkamaz. Bu belirsizlik ve sonrasında apansızın öğrenilen idam haberiyle beraber, yazar okuru şeyhin tarafına çeker. Artık acısı acımız olmuştur. Hem de nasıl bir acı... Ada romanının incelemesinde de bahsettiğim üzere, Selimoviç’in duygu aktarımını çok başarılı buluyorum. Derviş ve Ölüm’de de durum farklı değil. Adaletsizlik tüm çağlarda karşımıza çıksa da, romanda bir de ne suç işlediğini bilmediğimiz, bir kez dahi görüp sesini duyamadığımız bir “suçlu” var. Bu bilinmezliğin açtığı yaralar, suç isnadıyla teşekkül eden adaletsizlikten çok daha ağır. Her ne kadar şu vakte kadar şeyhimizin yana yakıla kardeşini serbest bıraktırmak için çabaladığını düşündürecek şekilde yazmış olsam da, roman işin bu boyutuyla yetinmemiş. Bir şeyh olarak topluluk içinde oldukça muteber bir makamda olan şeyhimiz için kardeşinin tutuklanması itibarını zedeleyecek bir hadise. Şeyhin bu durumu gururuna yediremeyişine yer verilmesi yerinde olmuş. Bu vesileyle şeyhin kardeşine dair duygu ve düşüncelerindeki git-gellere de şahit oluruz. Selimoviç roman boyunca pir ü pak bir şeyh portresi çizmeme konusunda neredeyse inatçı. Hatta kimi zaman şeyhi fazlasıyla sıradan bir insan gibi gördüğümü de söylemeliyim. O cübbenin altında bugünün insanının oldukça kolay bir şekilde ilişki kurabileceği bir karakter var. Bu bir yandan okurun işini kolaylaştırıyor; ama son tahlilde bunun romana zarar verdiğini düşünüyorum. Şeyh yeterince dervişane resmedilmemiş. Bu durum, bilhassa romanın başında Hıdırellez’de günah işleyen insanlara üzülen şeyh portresiyle çelişiyor. Öte yandan, derviş olmayan derviş portresinin bilinçli bir tercih olup olmadığından emin değilim. Zira romanın “roman” diye adlandıracağım ikinci yarısında olup bitenler; şeyhin o cübbeyi tabiri caizse çıkarıp intikam almaya yönelmesi, karakterin dervişane olmadığını, yalnızca şeyhlik mesleğini icra ettirdiğini düşündürüyor. Yine de, herhalde, en azından şunu söyleyebiliriz ki, roman şeyhimizin dervişaneliği konusunda tutarlı değil. Yukarıda bahsi geçmişken ikinci yarıyla devam edelim. Şeyhin kardeşinin idamı sonrası roman ağıtın dozunu azaltmasa da başka bir düzleme geçiyor. Alelade yerleştirildiğini düşündüğümüz her bir karakter, zengin bir kurgunun içerisinde kendilerini ortaya çıkarıyorlar. Kardeşin ölümü sonrası romanın bir iki yüz sayfa kadar daha ağıt yakacağını düşünürken okuduklarımın beni oldukça şaşırttığını söylemeliyim. Yukarıda bahsini ettiğim Molla Yusuf’a örülen hikâyeyi çok beğendim mesela. Aynı zamanda şeyhin intikam planının apansızın ortaya çıkışı da oldukça çarpıcıydı. Ruh hâline oldukça hâkim olduğumuz karakterin, içindeki duyguları -tabiri caizse- mıy mıy ortaya döktükçe pasif kalacağına ikna olmuşken olan bitenler romandaki heyecanı üst düzeye çıkarıyor. Ancak daha sonra olanlar, heyecan seviyesi üstlerde kalmaya devam etse de, romanın geri kalanına kıyasla aceleye getirilmiş gibi. Olaylar sıralanıyor ve sonuçlanıyor gibi bir durum var romanın son bölümünde. Her ne kadar romanın tatmin edici bir sonu olsa da -özellikle anlatıcı karakter tarafından yazılmayan ve sona düşülen iki cümle ile müthiş bir sona dönüşse de-, her şeyine hâkim olduğumuz şeyhimizin bu son kısımlardaki dönüşümlerini takip edemiyoruz. Bu noktaya kadar bir Dostoyevski romanı gibi diyalog ve tahlillerde oldukça ayrıntılı giden bir romanda bunu görmek, bu romanın bütün kıymetlerine karşın neden Suç ve Ceza’nın bir adım gerisinde kaldığının da cevabı aslında. Romana dönüp bakınca, ne hissediyorsun diye soracak olursanız, aslında yine çok üzgünüm diyeceğim. Adaletsizliğin nasıl yaralayıcı ve menfi anlamda dönüştürücü olabileceğini gösteren bir roman Derviş ve Ölüm. İlk yarısı boyunca uzunca bir ağıt okuyacağım zannına kapılıp sıkılmaya başlarken ikinci yarısıyla beraber bambaşka bir çehreye bürünen ve iyi ki okumuşum dedirten bir roman. Oldukça derinlikli karakterler ve şaşırtıcı kurgusuyla yazarın bizi iki yüz küsür sayfa boyunca ayakta uyuttuğunu anladığınız ve düşündükçe yazarın dehasına ve içtenliğine hayran kaldığınız bir roman. Kendisinin Suç ve Ceza gibi klasiklerle beraber anılmasına mâni olan birkaç küçük sorunu olsa da, romanın İslami bağları vesilesiyle bize Suç ve Ceza’dan daha yakın olduğunu söylemek de pek yanlış olmayacaktır. Elbette bu tespit, romanı Osmanlı veya İslam eleştirisi olarak okumaya da açar; ama art niyetli olmayan bir okurun bu okumalara gireceğini hiç zannetmiyorum. Çünkü, adaletsizlik, intikam ve toplumsal zaaflar gibi mefhumların temelinde devlet veya din değil, bunları teşkil eden insanlar vardır.
Derviş ve Ölüm
Derviş ve ÖlümMeşa Selimoviç · Timaş Yayınları · 20141,742 okunma
·
90 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.