İkinci dünya savaşı devam ederken Batı Afrika'daki bir İngiliz sömürgesinde geçiyor kitap. Kitap güzel bir kitap ama bir yönden de sıkıcı geldi. Genel olarak kitapta bunalımlı bir hava hakimdi. Kitapta geçen şehrin boğucu iklimi de sanki kitaba yansımış gibiydi. Karakterlerde de sık sık buna atıfta bulunuyor ve her şeyin suçunu bu iklime atıyorlardı. Baş karakter polis binbaşı Scobie herkesin saygı duyduğu ve çok dürüst bir adam olarak nitelendirdiği ama kendi içinde çok çekişmeler/çelişkiler yaşayan bir adam. Mutsuz bir evliliği olmasına rağmen, karısını sevmemesine rağmen hep karısının mutluluğunu kendisinkinden önde tutuyor, karısı üzülmesin diye çabalıyor hep. Fakat sonuç yine iki tarafın mutsuzluğu oluyor. Başkasını sevmeye başladığında yine kendi mutluluğu için değil, sevgilisi ve karısı için doğrusu nedir diye düşünüyor yine. Öte yandan işinde de dürüstlüğün gittikçe kaybediyor. Hem iş hem aşk hayatı darma duman olurken inancını da sorguluyor sürekli. Kendi kendine Tanrı'yla konuşuyor. Hayatındaki tüm bu karmaşanın içinden çıkmak ve biraz da kendini cezalandırmak için kendi ölümünü planlıyor ve intiharını normal bir ölüm gibi göstermeye çalışıyor. İnanç ve inançsızlık arasında gidip gelirken aslında tek sevdiği varlığın ne eşi ne sevgilisi olduğunu anlıyoruz. Tüm kafa karışıklığına rağmen aslında sadece Tanrı'yı seviyor. En sonda yaptığını da biraz da bu yüzden yapıyor.

Meselenin ÖzüGraham Greene · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019366 okunma

··

222 görüntüleme

Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.