Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

10/10 puan verdi
Herkesin tekrar tekrar okuması gereken bir kitap!
-SPOİLER VE ÇOK SAYIDA ALINTI İÇERİR- 1155 tarihinden itibaren İsveç Krallığı hakimiyeti altında olan Suomi(Bataklıklar Ülkesi) 1809 yılından itibaren de Rus Çarlığı hakimiyetine girip kendilerine özerklik tanınmasıyla kendi kültürlerini yaşama ve geliştirme olanağı elde etti ve 1917 yılında bağımsızlığını ilan etti. Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli eserinde aydınların büyük bir emek ve özveriyle çalışıp milli uyanışı gerçekleştirmesine, Fin halkının tarihin akışı içerisinde kendilerine biçilen rolü kavrama, diğer halkların yaşadıkları deneyimlerden ders çıkararak kendi kaderlerini tayin edebilme başarısına şahit oluyoruz. Vazgeçmiş, yoksul, ayyaş, hastalıklı bir halk; topraklarında tarım yapılamayan bataklıklar ülkesi ve bu bataklıklar ülkesinin ‘’Beyaz Zambaklar Ülkesi’’ne dönüşümü… Peki bu dönüşüm nasıl gerçekleşiyor? Milli uyanış ile. Milletlerin kaderini tayin eden ve huzur ve refaha doğru yol almasını sağlayan hadise “milli uyanış” olarak ifade edilir. Milli uyanışa giden yol ise yüksek ahlak, çok çalışmak ve üretmekten geçer ki bu ancak sağlam temellere dayanan bir eğitimle mümkündür. Eğitim sistemini sağlam temeller üzerine inşa edemeyen toplumların kaderi ne yazık ki hüsrandır. Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar." Mustafa Kemal ATATÜRK Snelman yeni nesil Fin aydınlarının en parlak temsilcilerinden birisiydi. Birkaç genç Finlandiyalı öğretmen, din adamı, avukat ve memur halk kitlelerinin eğitim ve kültür düzeyinin artırılması için adeta seferberlik ilan etmişlerdi. Bu insanlar sürekli şunu vurguluyorlardı: Değişen ve yenilenen nesiller yeni anlayışlar, gayeler ve taleplerle gelmektedir. Bu yeni nesil insanlara geçerliliğini çoktan kaybetmiş yönetim şekilleri zorla dayatılamaz; yeni nesillerin hayatının. temelini mantıklı, adil ve sağlam bir devlet yönetimi esasına göre şekillendirmek gerekmektedir. Gerek bazı ülkelerin dağılması veya büyük sarsıntılara maruz kalmasının acı örnekleri gerekse diğer halkların iyi bir düşüncenin ürünü olan uyumlu ve düzenli hayatına dair mutluluk öyküleri sadece devleti yöneten şahısların - bakanlar, krallar veya milletvekillerinin - icraatlarının sonucu değildir. Bunlar her vatandaşı ilgilendiren meselelerdir. Erkek ya da kadın, genç ya da yaşlı, şehirli ya da köylü, kas gücüyle ya da beyin gücüyle çalışan herkes bu meseleleri düşünmelidir. Solucanlar gibi kendi küçük işleriniz ve önemsiz kaygılarınızın çevresine üşüşerek bunların arasında kaybolmayın! Devletinizin temellerini nasıl sağlamlaştırabileceğinizi, halkınızın eğitim ve kültür düzeyini nasıl yükseltebileceğinizi düşünün! Ülkelerin güçlü veya zayıf, halkların gelişmiş veya geri kalmış olmasının altında yatan tek neden yöneticinin adil veya yetersiz olması değildir. Yönetici nasıl biri olursa olsun - iyi veya kötü, kahraman veya zalim - her zaman kendi halkının canından bir candır, onun bir parçası, ruhunun yansımasıdır. Halk nasılsa onu yönetenler de öyledir. Bu yüzden de her halkın hak ettiği iktidarlara ve yöneticilere sahip olduğu eskiden beri söylenegelmektedir. Her halkın içinden hem büyük şahsiyetler hem de aşağılık insanlar çıkabilmektedir. Bunlardan hangisinin iktidara geleceğini belirleyen temel etken halk kitlelerine hâkim olan ruh hâlidir. Halkın sahip olduğu değerler nelerdir? Zekâsı, iradesi ve vicdanı gelişmekte midir yoksa zehirli otlar sarmış gibi çürüyerek yok mu olmaktadır? Veya zavallı, utanç verici bir mevcudiyet için mi sarf edilmektedir? İçinde hareket gücünün ortaya çıkarak artmaya başladığını hissettiği an halk ileriye doğru hareketlenecek, kendisi yürüyecek, önündeki akıntıyı da iterek hareket ettirecektir. Halk kendi içerisinden, onun istek ve duygularına tercüman olacak önderler çıkaracaktır.” kimliğinde kahramanlık ve büyüklük ruhu yaşayan bir halk büyük insanlar ve Kahramanlar da yetiştirebilir. Burada hepimizin hayatı ve çalışmaları sorgulanmaktadır aslında. Kendi ülkemizde ne işle meşgulüz, halkımızın kaderinde nasıl bir rol üstleniyoruz? Aydın olmak gösterişli bir kıyafet giymek yahut kolalı bir yaka ve modaya göre şapkayla dolaşmak değildir. Aydınlar halkın beynidir. Halk bizi eğitimimiz bittikten sonra iyi maaşlı bir işe girerek akşamları lokantalarda oturmak veya sözde ‘okuma salonlarında' kâğıt veya domino oynamak için yetiştirmedi. Bu hayatı yaşayanlar aydın değil, aydın süprüntüleridir. Aydın olarak sizlerin vazifesi halkın zekâsını, vicdanını, irade ve enerjisini uyandırmak ve harekete geçirmektir. Halkın düşünme yeteneğini canlandırmak, işçileri, köylüleri ve toplumun alt kesimlerini daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmek; sizin göreviniz budur. Halka nasıl çalışması gerektiğini, fakir de olsa sağlıklı bir hayatı nasıl şekillendirebileceğini, kendisinin ve çocuklarının sağlığını nasıl koruyabileceğini anlatın. Mutlu bir aile hayatı kurmanın yolları, karı ve kocanın birbirine karşı davranışı ve çocukların nasıl yetiştirileceği konularında eğitim verin. Halkı düzene, dakikliğe ve disipline alıştırın. Vicdan ve sorumluluk duygusunu geliştirin, düzenli bir hayatın kıymetini bilmesi, kendisinin ve diğer halkların haklarına saygı duyması gerektiğini telkin edin. Bu anlamda halka örnek bir insan olun, yaklaşımınız, sözünüz ve işinizle halkın öğretmeni olduğunuzu gösterin. Suomi'mizin büyük bir aile olduğunu, Fin halkının fakir oduncusu, işçisi, dul çamaşırcı kadınları ve bütün fertleriyle sizin küçük kardeşleriniz olduğunu unutmayın. Sizin göreviniz onları yetiştirmek, uygar ve gelişmiş halklar arasında yer almalarını sağlamaktır. Halkınızın cehaleti, kabalığı, ayyaş ve ahlaksız hayat tarzı, hastalıkları ve fakirliği sizin utancınızdır, bu durumun suçlusu sizsiniz. "Karanlık köşelerde canlı kandiller yaktım ve daha iyi aydınlatmaları için onlara yağ takviyesi yaptım" -Snelman. Her bir küçük köyün bile göl, çeşme, kuyu veya pınar gibi kendi su kaynağının olması zaruridir. Halkı manevi susuzluktan kurtarmak için de her yerde yetenekli insanların, hayatı canlandıracak su kaynaklarının bulunmasına ihtiyaç vardır. Öğretmenlere hitaben: Değerli dostlar, işinizin ne kadar ağır olduğunun farkındayım. Ücra bölgelerde, sizlerin emeğine değer vermeyen cahil insanların arasında hangi şartlarda yaşadığınızdan haberdarım. Maddi zorluklar çektiğinizi de biliyorum. Ama yapacak bir şeyimiz yok. Şunu unutmayın; bizler halkın uyandırılması gibi büyük bir işe daha yeni başlıyoruz. Yeni topraklara ilk ayak basan öncü insanlar gibiyiz. Halkın içinde bulunduğu cehalete karşı verilecek mücadelenin bütün yükünü omuzlarımızda taşımak zorundayız. Yapacağımız bu işin karşılığında övgü, anlayış ve sempati de beklemeyelim; tam aksine ağır bedeller ödememiz gerekebilir. Ben de bundan bahsediyorum, ödeyeceğimiz bedelleri, onların gerekli ve kaçınılmaz olduğunu anlatmak istiyorum. Sizleri fedakârlığa çağırıyorum! Fakat hepinize değil, bunu yapmaya hazır olanlara ve yapabilecek durumda bulunanlara sesleniyorum. Kusura bakmayın, sizinle açık konuşacağım: Diğer bütün mesleklerde olduğu gibi öğretmenler arasında da bu mesleğe layık olmayan, öğretmen ruhundan yoksun insanlar bulunduğunu biliyorum. Bu insanlara sanatkâr bile diyemeyiz, onlar öğretmen emeğine saygısı olmayan, hatta bu mesleği lanetleyen birer gündelikçidir. Kendilerine arkadaşça tavsiyem var, lütfen, okulu bırakın! Kendinize farklı bir iş bulun, yazıhaneleri dolaşın, tüccar olun. Her türlü işi yapın ama canlı bir ruha ve derin bilgiye sahip insanların bulunması gereken yerleri işgal etmeyin. Daha önceki ricama halkımızın en eğitimli ve kültürlü temsilcileri olan Finli bilim insanları olumlu yanıt verdiler. Her türlü bilginin ne kadar değerli ve güzel olduğunu uzaktan da olsa gösterebilmek için kendileri size beşer, altışar veya onar konferans vermeyi kabul ettiler. Bu konferanslarda elde edeceğiniz bilgileri ve bilim sevgisini daha sonra öğrencilerinize de aktarın. "Halkı unutmayın. Hepiniz halkın içinden çıktınız. Nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz? Eğitim ve kültürden yoksun kardeşlerinizden uzaklaşarak ayrı bir hayat kurmayı mı yoksa halkınızın durumunu iyileştirmek için çalışmayı mı tercih ediyorsunuz? Halk kitlelerinin uyanması için neler yaptınız?" Din adamlarına hitaben: İnsanların sizin geniş ve zengin mabetlerinizde neden soğuk durduğunu anlatmak istiyorum. Sizler insanların dinden soğuduğunu ifade ediyorsunuz, ben size bunun nedenlerini açıklayacağım. Sizden, beni halkın sözcüsü olarak dinlemenizi rica ediyorum, siz ise bunu reddediyor ve toplantıya katılmama izin vermiyorsunuz. Bir hastayı önce dinlemezseniz nasıl tedavi edeceksiniz? Halkınızın gerçek anlamda hizmetkârı olun. Sizin göreviniz sadece dini törenler yapmak, cemaat kurallarının doğru uygulanıp uygulanmadığını takip etmek ve dua etmekle sınırlı olmamalıdır. Dinle ilgili gerçekleri insanlara kim, nerede ve ne zaman anlattı? Peygamberler halka öncelikle temiz, dürüst ve hayırsever bir yaşam sürmelerini öğütleyerek insanları vicdanlı ve sevgi dolu olmaya teşvik etmiştir. Onlara nasıl iyilik yapılacağını, hayvani ve vahşi ihtiraslarından arınarak nasıl iyi insan olunacağını öğretmiştir. Önce İsa kendisi, ardından da havarileri halka karıştılar ve onunla basit, anlayabileceği dille konuşmaya başladılar. İnsanların daha iyi anlaması için konuşmalarını örnek ve hikâyelerle süslediler, halkın ruhunu ve kalbini okşadılar. Ben sizi suçlamak veya kınamak niyetinde değilim. Din adamlarını suçlayan çok kişi vardır zaten. Ben din adamlarını değil, kendimi, toplumu ve bütün halkı suçluyorum. Din adamları gökten düşmüyor, kendilerini aramıza bataklıktan esen rüzgârlar da atmıyor. İyi veya kötü, nasıl olursa olsun, bizim din adamlarımız bizim aramızdan çıkmıştır ve bizden farkları yoktur. O yüzden de din adamlarını eleştirenlere sormak istiyorum: Peki, aranızda kaç tane dürüst, namuslu tüccar var? Çevrenizde dürüst aşçılar, vicdanlı taş ustaları, mimarlar ve demirciler görebiliyor musunuz? Hangi meslek sahiplerinden memnunsunuz? Avukatlarınız, milletvekilleriniz ve gazetecilerinizin "ülkenin tuzu" olduklarını söyleyebilir miyiz? Ne istiyorsunuz? Kendi içinizde namuslu bir çoban bulamıyorsanız, gerçek din adamları olmamasına neden şaşırıyorsunuz? Sizin ibadethaneniz de, papazlarınız da kendinizsiniz, onlar sizinle aynı hamurdan yoğrulmuşlardır." Size halkın ağır ve tehlikeli bir manevi hastalığa yakalandığını söylüyorum. Din; insanların diğer insanlarla, dünyayla ve tarladaki ürünlerle bağlantıda olduğu duygusudur. Böyle bir bağlantı yoksa devlet, toplum, aile ve hatta insan bile hayatta kalamaz. Bu, devletin mevcudiyetine karşı bir tehdittir. Kitlelerin dine karşı ilgisizliği halk için çok tehlikeli bir hastalığa dönüşebilir. Kendi vicdanınız, halkınız ve Tanrı önünde dürüst olmak istiyorsanız çevrenizde suçlu aramayın. Bilimi, felsefeyi ve aydınları suçlayarak ikiyüzlülerin bugüne kadar yaptığını sizler de tekrarlamayın. Kendinizi suçlayın!! Kendinizi tedavi edin! Halka öğretmeniz gerekenleri önce kendiniz öğrenin! Tanrı'yı içinizde, ruhunuzda arayın, bunu kendiniz için yapın. Daha sonra da halka Tanrı'nın doğru yolunu gösterin! Tekrar ediyorum, kalbinde Tanrı inancı olmayan bir halkın kurtuluşu yoktur. Halkımızı kurtarın, ona Tanrı'yı verin. Ruh ve içerikten yoksun inanç formüllerini değil, Tanrı inancını telkin edin." O andan itibaren daha çok okumaya ve kendilerini geliştirmeye gayret eden öğretmenlerin büyük kısmı ilerleyen dönemlerde kültürel alanda faaliyet gösteren önemli şahıslar olarak ünlendi. Ülkede onlarca küçük ve büyük Snelmanlar doğdu ve bunların sayısı zamanla yüzlere çıktı.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Beyaz Zambaklar ÜlkesindeGrigory Petrov · Koridor Yayıncılık · 201799bin okunma
·
338 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.