Bir rüyanın fevkinde
Fevkalade bir gezegende
Yürüyordum durmadan
Ebediyet filizlerini görmek için
Sonsuzluk bahçesinde
Biraz seyrettikten sonra
Nehir kıyısında rastladım
Bir aheng-i humaya
Susuzluktan bitâb düşmüştü
Yorgun kanatlarıyla selamladı beni
Dedim: "Ey biçare dilhûn!
Neden bekler durursun?
Yudumla âb-ı hayatı."
Güneş rengi dudaklarıyla
Uzanıp semaya
Sildi gözlerindeki demi...
Devam ettim yoluma
Yolum uzun ve yokuştu
Telaşlı bir rüzgâra rastlamıştım
Dedim: "Nedir bu telaş ey ruh-ı bila-cân!
Sükûn et biraz!"
Bir lahza bile durmadan
Koşup âfitaba haberlerini sundu
Âfitabın feryadı tenime dokundu
Biçare dilim zikirle doldu...
Bir süre daha seyre devam ettim
Leyl mevc mevc yolumu sardı
Şebnemler mudmaîn oldu
Kanadı kırık bir pervaneye rastladım
Ziyasını kaybetmiş dövünmekteydi
Dedim: "Ey bahtsız divane!
Sen inanırsan elbet ziya olur eb'ad."
Bunu duyan göğün zabıtası gülümsedi
Ve şahit oldum
Yücenin ve sonsuzun varlığına
Şahit oldum
Güneşi yakıp kavuranın
Ateş değil kudret olduğuna...
Devam ettim yoluma
Yolum nereye vardı bilemedim
Günlerin uğramadığı gizemli bir enfüste
Yürümekten bitâb düştüm
Oturup saydım âfaktaki yıldızları
Bilmem kaçıncı yıldız
Seslendi uzaklardan
Âfaktaki yıldızların adına:
"Asuman sana yabancı
Âguş aç ey dilhûn!
Bak enfüste aradığın..."