Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Sınırla ve Sınırda
İyi günler, Mayıs ayı öykü etkinliği ( #205074878 ) kapsamında ismini vermek istemeyen bir arkadaşın öyküsünü paylaşıyorum, herkese iyi okumalar. ---- Aylardır süregeliyor, üst bölgelerin pencerelerinden aşağı bırakılan kağıtları topluyorum. Yeni trendleri sanırım bu, üsttekiler terapi notlarını devşiriyorlar durmadan. Neydi adı neydi, geçenlerde duymuştum köşe başındaki duvarın ardından: “Şimdi mektup yazıyoruz, kendimize karşı.” “Yeni görev tanımı bu muydu, benlikteki kök sorunları bulmak için?” “Evet, içimizdeki figürün somutlamasını yapacağız. Bu ayın görevlendirmesi bu, ama “ödev” demeyelim tabii buna, bu şekilde içsel kaygılarımızı tetikleyebilir.” “Ya önceki aşama, ona da devam edecek miyiz?” “Eğer sana iyi geliyorsa onu da sürdürmende fayda var, fakat şimdinin asıl odağı bu ikinci metot: “Yaz, yırt, at.” Sakın unutma, kendinle konuşmalarına bir biçim bulmalısın. Sonra da bunu kendinden uzaklaştıracaksın. Dürüst ol, yaz ve zemine bırak. Emin ol, bu seni iyileştirecek.” Buydu adı, yaz-yırt-at. Durmadan yazıyorlardı yukarıdakiler, sonra da uzaklaştırıyorlardı kendilerini kendilerinden. Her hafta yeni bir şey deniyorlar. Kâğıttan kuşlar düşüyor uzak pencerelerden. Toplamaya çalışıyorum onları, parçaları birleştirmeye çalışıyorum. Nasılsa çok zamanım var. Görevlendirmeler zemindekileri kapsamıyor. Doğru parçaları doğru kağıtlarla eşleştirdiğimden emin değilim, sanki aynı kağıttaki her sözcüğü başka biri yazmış. Parça 1: “Değiştirebileceğim çok bir şey yok. Bunu bilerek yazıyorum. Danışmanım bana anne figürüne çok yakın olduğumu söyledi. Bana öğretilen kodlardan sıyrılıp zincirkıran olmalıymışım. Oysa ben hiçbir şey yapmak istemiyor-…” Parça 2: “Merhaba bana. Tüm negatiflikleri zemine gönderiyorum, evren ışıkla dolsun. Kendime inanıyorum. Sadece bir şeyleri içime attım. Durumların farkındayım ve farkındalığımı atmosferle paylaşıyorum. Kendimi dışsal oluşlardan arındırıyorum.” Kağıtlar birleşmiyor. Yukarısı, sınırların bulanıklaştığı ve gerçekliğin parçalandığı bir dünyada, basitçe "Sınır" olarak bilinen tuhaf bir yer. Fiziksel bir sınırlama değildi, ancak somut ve soyut arasında, bilinen ve bilinmeyen arasında var olan metafizik bir alan da değil. Bu gizemli dünyada, zaman belirsiz bir kavramdı ve doğrusal olmayan bir şekilde akıp gidiyordu. Sınır'a gelen ziyaretçiler, belirsiz algıların sonsuz bir döngüsüne hapsolmuş gibi, sürekli bir şaşkınlık durumunda asılı kalmış gibi hissediyorlardı. Bense zeminde yaşayan diğer sakinler gibi, sınıra ait değildim. Zemindekiler “benlik” olarak tanımlanmazlardı. Burası ifadenin sınırlarını zorlamayı hedefleyenler için bir oyun alanıydı. Neydi bize söylenen o kelime: alttakiler. Üst dünya taşıyamadığı içsel parçaları her hafta farklı şekillerde aşağı yollar, yeni somutlamalarla soyutun sınırını zorlardı. Bizse onların artıklarından nasiplenir, bize bahşedilmeyen ruhlarımızı başkalarının eskileriyle kuşanırdık. Üst dünyayı izler, Sınır’dan dökülenlere gözlerimi dikerdim. Yani bu oyun alanında ben sıfatına sahip olmayan personam, bu gizemli mekânın akıcılığını benimsemek için dolaşır, etkileyici manzaraları araştırırdı. Hiç görmediğim Sınır’ı özlerdim. Daha bağlamını görmediğim yerin bitimini arardım. Parça 3: “Değişim konusunda cesaretlenmeliymişim. Zinciri kıramazsam böyle devam edecekmiş tüm silsile. Benden sonraki tüm zaman, tüm tercihler..” Parça 4: “Ancak, bu yolları takip etmek bazen karmaşık ve karmaşık bir hal alıyor ve anlam arayışımı daha da zorlaştırıyor. Kendi sanatımı yaratırken kendi sınırlamalarımla mücadele etmek zorunda kalıyorum.” Parça 5: “Aile bağı zarar veriyor bana, sözel olmayan davranışlar huzursuz ediyor beni. Sevgilimin bakışlarında ince manipülasyonlar. Rol bana dayatılıyor, dayatılıyor bana…” Yukarının tanrısıydı danışman. Halkının adını kendi eyleminden biçmişti. Üst dünyanın toplumu işte orada, danışanlar ordusu. Ayları dörtlere böler, her parçasında taklalar atarlardı. “Yönlendirme yapmak etik değil.” Buydu sloganları. Tanrı kullarını irdeler ve törpülerdi. Tanrı kullarını törpüler ve şekillendirdi. Tanrı kullarını şekillendirir ve iyileştirirdi. Oysa benim ben sıfatına sahip olmayan personam, bunun bir iyileştirme değil eksiltme olduğunu düşünürdü. Onlar ayda dört kez attıkları her taklada değiştiklerine inanır, oysa yerlerinde sayarlardı. Bense onların yukarıdan fırlatılan parçalarını sayardım. Ve ayda dört kere, ne takla atardım ne de amuda kalkardım. Ancak kendime bir ben arardım, bir ben arardım. Sayıklayan heykellerle karşılaşır, renkleri kanayan resimleri okşardım. Ara ara aşağı doğru yükselen, duyguları keşfedilmemiş bir müzikle rezonansa geçerdim. Tümü yukarıdan zemine inmiş nesneler arasında mırıldanırdım. Onlarsa gölgelerle dans eder, yankılarla konuşurlardı. Parça 6: “Bu kağıtların anlamı ne? Yazmak istemiyorum.” Parça 7: “Sınırlarda, parçaları birleştirme çabalarımın boşa gittiğini hissettim--.” Parça 8: "Kendimi hep başkalarıyla karşılaştırırım. Kendimle barışık olmak istediğimi söylerim, ama bunu gerçekten hissetmiyorum. Kendimle yüzleşmeyi öğrenmeliyim. Kendim olmayı öğrenmeliyim." Parça 9: “Kelimelerin gücüne inanıyorum. Her kelimenin bir titreşimi var, her kelimenin bir anlamı var.” Bu parçalanmış gerçeklikler dünyasında benlik kavramını sorgulamaya başladım. Sabit bir varlık mıydı, yoksa akışkan ve sürekli değişen bir öz mü? Frontier'in sakinleri, eski deriler gibi kimliklerinin katmanlarını atarak sürekli dönüşüm fikrini benimsiyor gibiydi. Kendilerini keşfetme, varlıklarının derinliklerini keşfetme ve ifade sınırlarını zorlama yolculuğundaydılar. Üstün sadece fiziksel bir yer değil, aynı zamanda bir ruh hali, kişinin en derin korkuları ve özlemleriyle yüzleşebileceği bir bölge olduğunu fark ettim. Sınırların zorlandığı ve yeni bakış açılarının doğduğu bir alandı. Bu keşfin somut kalıntılarını, kendi koydukları sınırlardan kurtuluş arayan ruhların parçalarını topladım. Her geçen gün gerçeklik algım değişti. Yer ile Sınır arasındaki bir zamanlar net olan çizgi bulanıklaştı ve kendimi varoluşun akışkanlığını kucaklarken buldum. Atılan kağıtlar benim ortamım oldu ve ben de yazmaya, yırtıp atmaya başladım. Düşüncelerimi, hayallerimi, korkularımı kendi zihnimin sınırlarından kurtararak sayfalara döktüm. Başta kendime eklediğim bütün dışı kimlikler, sürecin içinde eridi gitti. Parça 10: “Yırtma ve fırlatma eyleminde bir rahatlama, bir katarsis hissediyorum. Gitmelerine izin vererek, onları özgürleştirdim. Geçmişin ağırlığından, kendime dayattığım sınırlamalardan kendimi. Yırtılan her kâğıt, sınırları aşma ve bilinmeyeni kucaklama isteğimin bir kanıtı.” Sınır, yargılamadan veya kısıtlamadan varlığımın derinliklerini keşfedebileceğim bir sığınak haline geliyor. Parçaların iç içe geçtiği, benlik sınırlarının çözüldüğü, kolektif bir bilincin yok olduğu bir alan. Bu sonsuz olasılıklar aleminde, bağlantılar, deneyimler ve yolculuklar kuşatıyor beni. Bedenimden kopan persona, bütünler çiziktiriyor. Tüm kağıtlar yukarı doğru, yukarı, daha yukarı. Düşen kâğıttan kuşları tutacak bu kâğıttan uçaklar. Bütün 0.25: Topladığım kağıtlar garip bir sinerji sergilemeye başladı. Üzerlerine yazılan kelimeler ve ifadeler iç içe geçiyor ve birbiriyle yankılanıyor, duygu ve düşüncelerden oluşan bir duvar halısı oluşturuyor gibi. Sanki kendi aralarında diyalog kuruyor, hikayelerini paylaşıyor ve kimliklerini birleştiriyorlar. Bütün 0.5: “Parça parça, her biri benzersiz ama birbiriyle bağlantılı bir anlatı mozaiği. Sözler gözlerimin önünde dans ederek sesler, deneyimler ve yansımalardan oluşan bir senfoni.” Kolajlanmış parçalardan ortaya çıkan hikâye, zaferler ve mücadeleler, umut ve çaresizlik, büyüme ve dönüşümle dolu, insanlık durumunun bir vasiyetiydi. Evrensel kendini keşfetme arayışından ve kendine dayatılan sınırlamalardan kurtulma yolculuğundan söz ediyordu bu. Bu kolektif bilincin derinliklerinde kaybolmuş, deneyimlerinde yalnız olmadığını fark ederek teselli buluyor persona. Her yırtık kâğıt parçası, birinin gerçeğinin bir parçasını taşıyor, savunmasızlıkları açıkta. Hepsi birbirine bağlı, ortak insanlıkla birbirlerine bağlı. Bütün 1: Benlik kavramı dönüşmeye başladı. Artık sabit bir varlık değil, dinamik, sürekli devinen bir öz. Persona kimliğinin toplumun kendisine yüklediği etiketler ve beklentilerle sınırlı olmadığını anladı. Bu parçalanmış gerçeklikler dünyasında, kusurluluktaki güzelliği kutlamayı, kırılganlık ve özgünlükte güç bulmayı öğrendi. Neresiydi, köşe başındaki duvarın ardında: - “Şimdi mektup yazıyoruz, kendimize karşı.” - “Sınırda zaman geçtikçe, Zemin ile Sınır arasındaki çizgiler daha da bulanıklaşıyor değil mi?” - “Evet, sınır yalnızca dışsal bir alan değil, aynı zamanda bir ruh hâli.” - “Her birimizin içinde sürekli genişleyen bir sınır.”
··
1.128 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.