Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

ŞİİR O akşamüstü Aysel’den ayrılırken, son anda, dur bir şey unuttum diyerek elime bir kâğıt tomarı tutuşturuyor. Nedir bu diyorum, Hüseyin’in o kıza yazdığı aşk şiirleri sanırım diyor. Şöyle bir bakıyorum, uzun uzun okumaya niyetim yok ama... Sanırım aşk şiirleri; kız bunu odasında bırakmış, annem ocağa at yak dedi, belki de büyüdür bunlar, olabilir de niye olmasın, o iblis tayfasından her şey beklenir. Tam ocağa atacaktım ki belki işine yarar diye sana vermeyi düşündüm, ister oku, ister at ama dikkat et, sen de büyülenme sakın. Mektupları bana vermesinden ve “büyülenme sakın” derken dudaklarının kenarında beliren sevecen kıvrılıştan, bana yakınlık duyduğunu anlamak hoşuma gitti, oldum olası severdim bu badem gözlü kızı. Binlerce yıldır basıla basıla parlamış taşların üzerinde giderek uzaklaşmasını izledim. Başında siyah bir yas örtüsü, üzerinde mavi bir hırka ve omuzlarında, şairin dediği gibi keder, sonsuz bir keder. Otele döndüğümde sert bir kahve yudumlarken kâğıtlara göz gezdirdim. Hüseyin’in el yazısı olmalıydı bu; düzgün, hafif, rika tarzı bir yazı, iyi ama sadece konuşma düzeyinde kalan Arapçamla bu yazılan anlamama olanak yoktu ki, ancak yarım yamalak bir şeyler sökebiliyordum, kimi zaman da yanlış okuyordum sözcükleri. Rika tarzı yazı bana daha da zor geliyordu. Neyse ki Mardin’deydim, Arapça bilen çoktu burada, hemen hemen herkes diyebilirim. İstanbul’da olsam Arapça yazı okuyabilen birini bulmam için üniversitelere ya da çeviri bürolarına başvurmam gerekirdi. Neyse uzatmayayım, şiirleri anlamamı sağlayan ve inci gibi harflerle Latin alfabesine çeviren kişi, eli öpülesi Fuat Amca oldu. Zaten şiir meraklısı olduğu için, hiç yüksünmeden çevirip ertesi gün verdiği dizeler, gerçekten de şiir tadındaydı. Ne kadar çevrilebilirse tabii. Çocukluk arkadaşımın elinden çıkmış şiirlerde neler yoktu ki! İslamiyet öncesi ve sonrası binlerce yıllık Arap-Fars şiirinin aşk, garam, hasret, çöl, mecnun, kevser, mehtap gibi baharatlı kelimeleri; bin bir çiçekli, bin bir rayihalı Şark bahçelerinde dolaşıyormuş gibi etkiliyordu insanı. Şikâyet ettiğimi sanma sakın, diyordu Hüseyin, sevgilinin ayakları altında ezilen üzüm gibi / Lal renkli şaraba dönüştüm ben / Bu yüzden razıyım ezilmeye. Bir başka şiiri şöyleydi; Daha üzüm asması yaratılmadan sarhoş olanım ben / Sen doğmadan önce aşkınla berduş olanım ben. Şiirlerde bol bol Cemşit, Callut, Zaloğlu Rüstem, Efrasiyab, Semiramis geçiyordu. Ey melek sıfatlım, seninle arama Callut dikilse / Aşkımın sapanıyla onu deviren Davut olurdum diye sayıklıyor, sonra onu gördüğü anda, Belkıs’ın ayak bileklerine vurulan Süleyman misali aklını yitirmiş bir mecnun olduğunu söylüyordu. Bunları okuyan herhangi bir insanın etkilenmemesi mümkün olabilir miydi?
Sayfa 62 - Doğan kitapKitabı okudu
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.