Gönderi

- Ve hiçbiri konuşmuyordu, hatta üstlerine bile binemiyordun demek, Portuga? - Evet. - Oysa çocuktun, değil mi? - Evet. Ama bütün çocuklarda sendeki gibi ağaçları anlama talihi yoktur. Hem bütün ağaçlar da konuşmayı sevmez. Sevgiyle güldü ve devam etti: - Gerçek ağaç değildi bunlar, asmaydı. Sen sormadan anlatayım bari: Asmalar, üzüm ağaçlarıdır. Sarmaşık gibi tırmanan bir çeşit büyük bağdır bunlar. Bağbozumu zamanı çok güzel olur (nasıl olduğunu bana anlattı) ve üzümü ezerek yapılan şarap (yeniden anlattı) ... Konuştukça, bana pek çok şeyi en iyi biçimde anlatmayı başarıyordu. Edmundo Dayı kadar iyiydi. - Daha çok anlat, dedim. - Hoşuna gidiyor mu? - Çok. Elimden gelse, seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum. - Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz? - Gider gibi yaparız. Sonra bana kışın saman olan ottan ve peynir, daha doğrusu pinir yapımından söz etti. Sözcükleri değiştiriyordu konuşurken, ama bunu daha da güzel buluyordum... Sustu, derinden bir iç çekti. - Yakın gelecekte oraya dönmek isterim. Sakin, tatlı bir yerde yaşlılığımı beklemek isterim. Montreal yakınında, Folhadela'da, o güzelim Tras-os-Montes'imde. Geniş yüzü daha gergin ve hep pırıl pırıl olduğu halde, Portuga'nın babamdan daha yaşlı olduğunu o güne kadar fark etmemiştim. Garip bir şey oldu duygularımda. - Ciddi mi konuşuyorsun? O zaman sezdi hayal kırıklığımı. - Aptal, buna daha zaman var. Belki oraya hayatımda bir daha dönmeyeceğim. - Ya ben? İstediğim gibi olman için o kadar uğraştım. Elimde olmadan, gözlerim yaşlarla dolmuştu. - Bazan benim de hayal kurabileceğimi kabul etmelisin. - Ama hayalinde bana yer vermedin. Keyifle güldü. Sözlerimi sürdürdüm: - Ben sana bütün hayallerimde yer veriyorum. Portuga. Tom Mix ve Fred Thampson'la yemyeşil geniş çayırlara doğru yola çıktığımda, fazla yorulmadan yolculuk edebilmen için sana bir posta arabası tuttum. Gittiğim bütün yerlerde sen de varsın. Zaman zaman, okulda kapıya bakıyorum ve senin görünüp bana günaydın diyeceğini düşünüyorum... - Tanrım! Hiç bu kadar sevgiye susamış bir küçük yürek görmedim... Ama bana bu kadar bağlanmaman gerekir, biliyor musun? Minguinho'ya anlattıklarım bu kadar işte. Minguinho benden de beter bir gevezeydi. - Doğru bu. Xururuca, babam olduğundan beri çocuklarına kanat geren bir ana kuş gibi. Bütün yaptıklarımı beğeniyor. Ama kendine göre beğeniyor. Bu çocuk çok yükselecek, diyen ötekiler gibi değil. Yükseleceğim, ama Bangu'dan hiç çıktığım yok. Minguinho'ya sevgiyle bakıyordum. Sevginin ne olduğunu gerçekten keşfedeli beri, bütün sevdiklerimi boğuyordum. - Biliyor musun, Minguinho; on iki çocuğum ve ardında bir on iki çocuğum daha olsun istiyorum, anladın mı? İlk on ikisi hep çocuk kalacak ve kimse onları dövmeyecek. Ötekiler büyük insanlar olacaklar. Onlara soracağım: Ne iş tutmak istiyorsun, yavrum? Oduncu mu olmak istiyorsun? Peki, işte sana baltayla karali gömlek. Sen bir sirkte hayvan terbiyeciliği mi yapmak istiyorsun? Peki, işte kırbaç ve giysi... - İyi ama, Noel'de bu kadar çocukla ne yapacaksın? Ah şu Minguinho! Böyle bir anda hiç insanın sözü kesilir mi? - Noel'de çok param olacak. Bir kamyon dolusu kestane ve fındık alacağım. Bol bol ceviz, incir ve kuru üzüm. O kadar çok oyuncakları olacak ki, verecekler! Yoksul komuşu çocuklarına dağıtacaklar... Şimdiden sonra zengin olacağım ve hatta piyangoda kazanmak istediğim büyük ikramiyeden de çok param olacak... Minguinho'ya meydan okurcasına baktım, böylece sözümü kesmesini başına kakmış oluyordum.
Sayfa 175 - Can yayınları çevirmen Aydın EmeçKitabı okudu
·
28 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.