Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Son on yıllarda İslami yeniden doğuş gittikçe daha fazla zikredilmeye başladıktan sonra artık salt bilimsel bir tespitten fazla bir şey olmaya başladı ve mücadeleci formül anlam kazanıp Müslümanların, sadece manevi ve şahsi değil aynı ölçüde toplumsal ve siyasi sorunları­ nın çözümünü İslam' da (yabancı ideolojilerde değil)aramalarını talep eder hale geldi. İslam'ın her şeyi bütünüyle kapsadığı hususundaki bu ilginç iddia hakkında tekrar düşünerek kendime şu soruyu sordum: İslam, daha doğrusu onun ilk ve temel kaynağı olarak Kur' an, hangi şekilde evrenseldir? Gençliğimde, bu sorunun cevabını ararken, Kur' an okuyarak, onun özellikle sosyal, siyasi ve bilimsel, yani daha çok ve öncelikle dini olmayan gerçeklerini araştırı­yordum. İçinde belli bilimsel gerçekler, siyasal ve top­lumsal hatta ekonomik sistemin işaretlerini bulacağım hususundaki güçlü inancım, bazen beni, Kur' an' da en azından doğrudan var olmayan şeyleri bulmaya itiyor­du. Daha sonra, yılar geçtikçe, hayat benim bazı tutum­larımı düzeltiyordu ve ben, insan hayatı ve kaderi bakı­mından dini ve ahlaki gerçeklerin, aslında tek hakikat olduğunu anlamaya başladım. Çünkü -öyle düşünüyor­dum- uzak olması gerekmeyen bir günde hepimizin iş ve aş sahibi olacağımızı ve belki de az çalışarak çok şeye sahip olacağımıza rağmen mutlu ve mutmain olmayaca­ğımızı görüyordum. Sadece kendimiz için yaşayarak ve sadece kendimizle meşgul olarak, karşılıklı ve birlikte yaşamaya dair dini gerçeği unuttuğumuz ve ret ettiği­miz için, yavaş yavaş ve ister istemez, yalnız yaşayacak ve öleceğimiz, heyecanın yerini duygusuzluk ve can sı­kıntısı, ibadet ile derin düşüncenin yerini ise hayat ve ölümün manasızlığı hakkındaki lanetin alacağı kayıtsız bir dünyayı yaratacağız. Bireylerin maddi refahının tek başına gerçek mutluluk ve sevinç getirmediği hususunu aynı şekilde ve eskiden beri bütün büyük dinlerin kuru­cuları ve ahlakçılar iddia ediyorlardı. Fakat çok yaygın ve genel olsa dahi, maddi standardın, insan mutluluğu­nun meselesini çözmediği tamamen bugünün keşfidir. Bu, çağımızda, Amerika ve Avrupa'nın bazı bolluk sahibi toplumlarında "olan" bir gerçektir. Tıpkı insan ile bir başka insan arasındaki farkın, onların kendilerini nasıl tanımladıklarında değil de hakikatte ne olduklarında bulunduğu gibi, iki toplum arasındaki gerçek fark da, onların nasıl fonksiyon ifa ettiklerinde değil, o toplumla­rı oluşturan insanlarda bulunmaktadır. Onların gerçek varlıkları, onların her birini ayrı ayrı olarak tanımlayan ahlakları, az veya çok insanlıklarının seviyesi, şahsiyet­leri ve vicdanlarıdır. Adi veya ahlaken çökmüş olan in­sanlardan oluşan gruplardan ideal toplumu ortaya çıka­racak mucize reçete veya dahice hazırlanmış bir plan yoktur. Öyle bir toplum, kendini nasıl organize ettiği ve­ya zannettiğine bakılmaksızın, kendi ahlaksız şahsiyeti­ni ortaya koymak için her fırsatı değerlendirecektir. İn­san toplumunun düzeni her şeyden evvel insan terbiye­si meselesi olarak durmaktadır. Bu yıl dönümünde Kur'an'ı bu düşüncelerle okuyor­dum. Gençliğimde beni meşgul eden, beni dünyanın bütün devrimlerinin taraftarı yapan bütün o hukuki, toplum­sal, ekonomik, siyasal ve diğer problemlerin gerçek ma­nadaki çözümünün ancak veya hemen hemen sadece in­sanın terbiye edilmesiyle mümkün olabileceğini kavra­makla ruhumdaki sır çözülmüş oldu: İnsan hayatının bütün sorularına Kur'an nasıl cevap vermeyi başardı? Birden, insan hayatının bütün somut sosyal ve siyasal sorunlarına yönelik hazır çözümü veya doğa ve doğal hadiseler hakkındaki var olan gerçekleri Kur'an'ın içer­ mediği ve içermemesi gerektiğini anladım. Kur' an, sa­ dece insanın dünyadaki kaderini ve durumunu tespit eden temel hakikatleri ihtiva eder ve etmelidir. Bu haki­katler de din ve etik konusudur ve gelişmişliğe bağlı olarak ortada bulunan sorulara nazaran bunlar insan hayatının değişmezleridir onları hiçbir ilerleme ve ge­reksiz ve aşılmış yapamaz. Bu temel hakikatler din ve bütün alemlerin Yaratıcısı olduğuna; her şeyi bilen ve kerim olan, O'nun mahluku olan insanın varlığına, ("Allah yoksa insan da yoktur"); insanla alakalı her türlü güdümlemeyi devre dışı bıra­kan insan hayatının kendiliğinden değerli olduğuna; dünyadaki gücü ve dünyadaki kanunlara yakınlığı ne olursa olsun, herkesin kendi amelleri ile ilgili eşit sorum­luluk sahibi olacağına, her insan için, seçmesi ahlaken serbest olan iyi ve kötü olmak üzere, iki yolun var oldu­ğuna; Allah'ın mahlukları ve kardeşler olarak insanın diğer insana yönelik tutumu ve bütün insanların yaşa­maya ve mutlu olmaya eşit derecede hakkı olduğuna ilişkindir. Bu temel meseleler hakkındaki din ve ahlakın önemi ve tutumuna soru işareti koyabilecek hiçbir tartışma, mantık veya delil oyunu olamaz. Ancak aynı zamanda vahiy haricinde, dünya dini vizyonuna yönelik kesin ve kararlı tanıklık yapacak hiçbir bilgi yoğunluğu, tespit ve delil de bulunmamaktadır. Tehdit ve acılar pahasına ba­şı dik ve doğru kalmak mı, yoksa haysiyet ve şeref deni­len değerleri ayaklar altına almak pahasına konfor, çıkar ve hayatı korumak ikilemin cevabına -ki bu durum her insanın günlük hayatında sürekli olarak tekrarlanıp dur­makta- dünyanın bütün bilimleri ve enstitüleri bir saç te­li mesafesi kadar yakınlaştıramamaktadır. İnanmak ve­ya inanmamak sorunuyla olduğu gibi bu ve benzer me­selelerle karşı karşıya kalan her insan tamamen yalnız başına kalmaktadır. Sadece ve sadece Vahiy bu "yalnız­lığı" dağıtmaktadır. Cevap sadece orda bulunmaktadır. Bu sebeple vahiy sadece çok kıymetli bir şey değil o ay­nı zamanda en büyük ve yeri doldurulamaz bilgidir.
Sayfa 64 - Fide YayınlarıKitabı okudu
·
74 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.