Bu makaleyi, ebeveynlerimiz ve dini öğretmenleri mizle küçük bir sohbet olarak tasavvur ediyorum.
Kısa bir süre evvel, iyi ve heyecanlı bir Müslüman olan yakın dostumu, Müslüman gençliğin eğitimi husu sunda bir makale yazarken buldum. Bitmemiş, fakat ana fikirleri ortaya konmuş olan makaleyi okudum. Dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken dostum, ebe veynleri, çocukları nezdinde nezaket, iyi davranma, te vazu, kendisini ön plana çıkarmama, merhamet, bağışla ma, kadere boyun eğme, sabır vs. hasletlerini kazandır maya çalışmalarını davet ediyor. O, çocukların sokaktan, kovboy ve kriminal filmlerinden, faydasız basından, sal dırganlığı ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlar dan vs. uzak tutulmaları hususunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu. Yine de dosturnun makalesinde en sık rastlanan kelime "itaat" idi. Evde çocuk ana ve babaya, mektepte hocaya, okulda öğretmene, sokakta düzen ko ruyucusuna (polise), yarın ise işte müdüre, şef ve sorum luya karşı itaatkar olmalıydı.
"İdealini" tasvir etmek maksadıyla yazar, her türlü kötülükten sakınan, sokakta dövüşmeyen, kovboy film leri seyretmeyen (onun yerine müzik okuluna giden), futbol oynamayan (çünkü bu spor çok fazla serttir), uzun saçı olmayan, kızlada gezmeyen ("zamanı gelince ana ve babası onu evlendirir") bir çocuğu tasvir etmek tedir. O asla bağırmaz, sesi hiçbir yerde duyulmaz, o her zaman ve her yerde teşekkür eder ve özür diler. Yazar söylemiyor ancak devam edebiliriz: Hakkını yiyorlar o susuyor. şamar vuruyorlar o karşılık vermiyor, sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor. Tek kelimeyle o "karınca bile ezmeyenler" dendir.
Bu makaleyi okurken, cehenneme giden yolun iyi ni yetli taşlarla döşendiğini ifade eden o sözü anladım. Ve sadece bu değil, bizim son asırlardaki gerilememizin en az bir sebebini tespit ettiğimi düşünüyorum: İnsanların hatalı eğitimi.
Aslında, asırlardır, birinci kaynaktan gelen İslami fik rinin anlaşılamamasının neticesi olarak biz, gençliğimizi yanlış eğitiyoruz. Düşmanımız eğitimli, sert ve pervasız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençli ğimize nazik olmasını, "sineğe bile kötülük düşünme mesini", kaderine boyun eğmesini, "her türlü iktidar Al lah'tan olduğuna göre "her türlü iktidara itaat içinde ol masını öğretiyoruz.
Gerçek kökenini bilmediğim, fakat kesin olarak İs lam' dan kaynaklanma yan itaatin bu mutsuz felsefesi mükemmel ve bahtsız bir şekilde birbirini tamamlamak tadır: Bir taraftan o, canlı olanları ölü haline getirmekte, diğer taraftan ise din adına yanlış ülküleri ön plana çıka rarak, daha yaşamadan evvel ölen kimseleri İslam'ın et rafına toplamaktadır. O, normal insan mahlılklarından, suç ve günah duygularının takibatında, aynı zamanda hakikatten kaçan ve pasişik ve tesellide sığınak arayan hayatı ıskalamış şahsiyetler için çok cazip olan, kendin den emin olmayan insanlar yaratmaktadır.
Günümüz uyanış asrında, bizzat İslam düşüncesinin savunucuları veya kendini öyle tanımlayan kimselerin her türlü karşı laşmayı (kavgayı) rutin olarak kaybetmeleri ancak bu şekilde açıklanabilir. Yasaklar ve ikilem fel sefeleriyle ağa yakalanmış olan yüksek ahlak sahibi bu insanlar, ne istediklerini bilen ve hedeşerine ulaşmak için her aracı mubah gören, daha az ahlaklı, az medeni fakat kararlı ve acımasız karşıtlarıyla karşılaştıklarında kendi lerini ikinci derecede (alt, aşağı seviyede) görmektedirler.
Müslüman halkları idare eden kimselerin İslam içinde terbiye görmüş ve İslam düşüncesinden esinlenmiş kişi lerden olmalarından daha tabii ne olabilir? Ancak onlar bunu basit bir sebepten dolayı başaramamaktadırlar: İdare etmek için değil idare edilmek için eğitilmişlerdir.
Müslüman ortamında bizzat Müslümanların topraklarına hakim olan yabancılara, yabancı fikirlere ve siyasi ve ekonomik zulüme karşı direnç göstermelerinden da ha mantıklı bir şey ne olabilir? Ancak onlar bunu yine o bilinen sebepten dolayı yapamamaktadırlar: Seslerini yükseltmek için değil, itaat etmek için eğitilmişlerdir.
Müslüman değil, tebaa ... Mükemmel, sakin, tam te baa. Neredeyse uşaklar eğitiyorduk (veya topluyorduk). Bizimle her türlü iktidara ne mutlu! Fitne, esaret ve adaletsizlik dolusu olan bir dünyada, gençliğe sakınmasını, sakin olmasını, itaat etmesini öğütlernek aynı zamanda kendi halkının ezilmesi ve esir edilmesinde ortak olmak değil midir? Söz konusu psikolojinin birçok bakış açısı vardır. Onlardan biri her zaman tekrarlanan geçmiş hakkındaki hikayedir. Gencimize İslam'ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. O, Elhamra ve geçmişte ki fetihleri, Binbir Gece'nin şehri Bağdad, Semerkand ve Kurtuba' daki zengin kütüphaneleri bilir. Onun ruhunu devamlı olarak geçmişe doğru çevirmektedirler ve o, on dan yaşamaya başlar. Tabii ki geçmiş önemlidir. Ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Batıralardan ve geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gereke cek galiba. Eğer, geçmişte yaşanamayacağını ve kendimi zin bir şeyler yapmamız gerekeceğini öğrenmemiz şart olacaksa, o muhteşem abideleri yakmak daha iyi olur. Bu yıkıcı teslimiyetçilik ve karşı gelmeme pedagojisi nin, en az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği Kur' an adına öğütlenınesi ayrı bir paradoks tur. Rahatlıkla söylenebilir ki Kur' an teslimiyetçiliği ya saklamıştır. Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur' an, sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir: Al lah' a olan teslimiyet. Ancak Allah' a olan bu teslimiyette Kur'an insan için özgürlük inşa ederek, onu bütün kor kulardan ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarmıştır.
Şimdi, ana babalara ve eğitimcilerimize ne gibi tavsi yelerde bulunabiliriz? Her şeyden evvel, gençlerde bulunan güçleri öldür memelerini tavsiye edebiliriz. Öyle yapacaklarına, onla rı yönlendirsin ve belli bir şekle soksunlar. Onların uyu şuğu Müslüman değildir ve ölü birini İslam'a "çevirme nin" imkanı yoktur. Müslümanları eğitmek için insanla rı eğitsinler, hem de en mükemmel ve kapsayıcı şekilde. Onlara tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetçilik ten çok cesaret, merhametten çok adalet hakkında ko nuşsunlar. Kendi yolundan gidecek ve bunun için kim seden izin istemeyecek şeref sahibi bir nesil yetiştirsinler.
Çünkü aklımızda hep tutalım: İslam'ın ilerlemesini -her türlü ilerlemeyi olduğu gibi- sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve itiraz (isyankar) ruhlu kimseler gerçekleştirecektir.
(Kasım, 1971)