Gönderi

190 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 4 days
asıl feci olan nedir; önünüzdeki boşluk mu, arkanızdaki mi?
Bu kitabı okuyanlar hemen ardından
Kiralık Konak
Kiralık Konak
okusun ya da Kiralık Konak'ı okuyanlar bu kitabı. Yine Yakup Kadri, yine konak. Konaklar onun eserlerinde karakterlerin kişiliklerini tanıtan en önemli unsurlardan. Kiralık Konak'ta kuşak çatışması yaşayan konak sakinlerini okumuştuk. Bu kitapta da yitip giden bir gençlik aşkını okuyoruz. Lakin sadece bir aşk romanı değil bu elbette. Yakup Kadri yine konaklar aracılığı ile toplumun yozlaşmasını bizlere gösteriyor. Diğer kitaplara nazaran pek de etkili bir üslup göremiyoruz bu kitapta, sanki acemi bir yazardan çıkmış gibidir. Yakup Kadri'deki son kitap yorgunluğu mudur bu bilinmez fakat bu eksi yönün üzeri hikayenin anlatıcısının ilk defa yazarlık yapan bir kadın olması ile başarılı bir şekilde kapatılmıştır. Bu hikayede yalılardaki toplumun romantize ettiği olayları konaklarda da toplumun aksayan yönlerini okumaktayız. Olayı baştan vermek yerine inceleye inceleye ilerleyelim istiyorum. Bir kitap hakkında inceleme yazarken kitap yazarının diğer kitaplarına da az çok hakim olmak gerektiğini savunuyorum. Çünkü yazılan eser sadece bir olaylar ya da durumlar zinciri değildir. Yazarın fikir dünyasının o ana kadarki gelişimini yansıttığı bir beyaz sayfadır. Henüz tüm kitaplarını okumamış olsam da Yakup Kadri'nin üslubunu tanırım. Dönemindeki çoğu sanatçı gibi karamsar karakterler ve fikirler ile yazmaya başlayan Yakup Kadri zamanla insanın bir ülkü edinişi ve o ülkü ile tamama ereceği fikrini edinmiştir. Tanpınar'ın da bahsettiği gibi onun anlayışında insan kıymetlenmeliydi. Bu kıymetlenme anlayışı Yakup Kadri'nin eserlerine yansımaktadır. Ülkemizin Tanzimat'tan Cumhuriyet dönemine kadarki değişme ve gelişmelerin onun romanlarında işlendiği görmekteyiz. Nitekim bu son romanında da bu kıymetlenmeyi, karakterin kendinin ve değerinin farkına varma serüvenini görmekteyiz. Eserlerinde aşk kavramını asıl olay olarak değil de yardımcı etken olarak kullanan yazar bu sefer aşkı merkezde konumlandırmıştır. Yazarımız hakkında bir girizgah yaptıktan sonra kitabımıza geçebiliriz. I. KISIM: İLK AŞK “Meğer roman yazmak ne güç bir işmiş.” Diye kendi aşk hikayesini yazmaya başlar Münire. Henüz dünya harbinin yaşanmadığı zamanlarda, Münire’nin de ileride vurguladığı gibi Abdülmecid dönemi ve ilerisinde yaşanan bir aşktır bu hikayenin konusu. Daha önce bir yazma deneyimi olmayan ama çokça okuyan Munire bir türlü nasıl başlayacağını ve sonunu nasıl bağlayacağını bilemeden bir serüvene atılmıştır. İlk gençlik aşkı... Hakkı Paşa’nın oğlu Cemil Bey’e olan aşkını yazmaya başlar. Henüz çocuk olsalar da birbirlerine tutulmuşlardı. Komşuydular ve he an birilerine ulaşabiliyorlardı. Bir gün Hakkı Paşa’nın konağında bir sünnet düğünü olur. Elbette Münire ve ailesi de katılmışlardır. Münire 15 yaşında bir genç kız olarak güze feracesi ile dikkat çekmektedir elbette Cemil Bey’in annesinin de. Kadınlara ayrılan bir bölüme geçip otururlar. Münire çoğu çocuk gibi büyüklerini görüp büyük olmak istemektedir, feracesinde kendini kadınsı bulmaktadır. Güzelliğinin de farkınadır. Otururlarken Cemil Bey tam da onların bölümünün yakınına gelir ve bir şarkı söyler. Evet, başlığı şekillendiren o şarkıyı. Böylelikle malum şarkı ile tanışmış oluyoruz. Münire bu şarkının kendisine söylendiğini çok iyi bilmektedir. Bu geceden sonra Hakkı Paşa, Münire’yi oğluna ister fakat Münire’nin babası çapkınlığı ile tanına Cemil Bey’e kızını vermez. Hatta kızının üzerine daha çok düşer ve onu göz hapsine alır. Münire'nin üzerinde korkunç bir baskı vardır artık. Onun dünya ile tek bağı odasındaki penceredir hatta. Bazen de annesi veya dadısı ile çarşıya çıkmaktadır. Kimse onu bir an dahi yalnız bırakmamaktadır. Görüyoruz ki ne kadar ailenin kitap okuyan kızı da olsa Münire tamamen özgür değildir. II. KISIM: NAFİ MOLLA KONAĞI Gün gelir Münire'nin babası onu Nafi Mollaların konağına gelin eder. Yakup Kadri'yi bilirsiniz o konakları ile toplumu yansıtır. Babasının konağında dönemindeki kızlara göre serbest bir çocuklu ve gençlik geçiren Münire için baba evi onun mutlu yıllarını temsil eder, Nafi Mollaların konağı Münire ve ailesinin tam tersi şekilde cahil ve mutluluk ne bilmez insanların olduğu bir yerdi. Bu konak, zamanın Türk aile yapısını da temsil ediyordu bir yerde. Tanzimat ile değişen edebiyatımız aile ve kadının toplumdaki yeri üzerine daha çok durmuştur. Şu alıntı ile de “Zaten, konağın bu iki kısmı iki ayrı ev gibi, Şeyhislâm Efendi Hazretleri tevabiiyle (adamlarıyla) öbür tarafta vakit geçirir. Yemeklerini orada yer. Namazını orada kılar ve hareme ancak yassılardan sonra girer. Beri tarafta Hanımefendi, hiç yerinden kımıldamaksızın hep aynı odada oturur durur” kayınpederi Nafi Molla'nın da istemeden bir evliliğe atıldığını ve eşini aslında sevmediğini görüyoruz. Bir aşk hikayesi okuyoruz ya. Burada da karşımıza Zeyrekli Fatma adında bir kadın çıkıyor. Bu kadın Cemil ve Münire aşkından haberdar ve onların haberleşmesine yardım ediyor. Cemil ile bir yandan mektuplaşadursun sevmeden evlendiği eşi Münire’yi hizmetçi kız ile aldatır. Fırsat bu fırsat Münire. Bu aldatma olayı senin Nafi Molla konağından kurtulma biletin! Öyle de oldu. Aldatma haberinden sonra anında soluğu baba evinde aldı Münire, ailesi ise kızına sahip çıktı olması gerektiği gibi. Artık Cemil ile aralarında neredeyse hiç engel kalmamıştı. Münire'nin halası zamanında bizimkilerinkine benzeyen talihsiz bir aşk yaşamış bir kadındı. Münire başta çaktırmamaya çalışsa da Cemil Bey'den haberi vardı. Aşkı bilen bu kadın Cemil ve Münire'ye seve seve yardım edecekti. Onların kendi evinde baş başa vakit geçirmelerini, mektuplaşmalarını sağlıyordu. Hala burada toplumun değişen kısmını temsil etmektedir. III. KISIM: CEMİL SÜRGÜNDE Cemil Bey de bu süre zarfında devlet işinde saygın bir konuma erişmişti. Fuat Paşa onu Fransa'ya götürmeyi planlarken bizim Cemil yıllar sonra kavuştuğu aşkı için bu fırsatı geri çevirmişti. Bizim aşıklar artık rahattılar. Ta ki hikayeye yeri kısacık etkisi büyük bir karakter gelene kadar. Cemil ve Münire bir sandal gezisindeyken bir Mısırlı prenses Cemil'i görür ve ona aşık olur... Onu kendisine ister ama Cemil reddeder. Koskoca prenses, şımarık bir kız reddedilince iş devlet meselesine dönmez mi efendim? Pek ala döner. Cemil Bey ve babası padişah tarafından cezalandırılır. Sivas'a sürülürler. Anlayacağınız yine yolları ayrılmıştır. Çok bekler Münire Cemil'i. Yirmi beş yıl bekler. Bu bekleyişte Moskof Harbi çıkar, annesini ve babasını kaybeder, halası hasta kızını kaybeder. Yalıları yanar, kül olur. Fakirleşirler elbette. Bu kısımlarda oldukça o günün Türkiye'sinin sosyal hayatını görürüz. Münire halasına Cemil'in peşinden gitmek istediğini söyler. Ama pek çok Tanzimat’tan Milli Edebiyat dönemine kadarki edebiyatlarda göreceğimiz gibi İstanbul dışındaki iller, çoğunlukla da Anadolu, oldukça bilinmez ve oldukça korkunç yerlerdir. Bir İstanbullu hanım oralarda barınamazdır. Dediğimiz gibi bu Anadolu anlatımı o dönem romanlarının karakteristik özelliğidir. Halbuki orası da memleket, oradaki de insan :D Ama Münire gibi hafif şaşkın bir kadın için tabi endişe edilecek bir yerdir. Çünkü Münire Kiralık Konak'taki Seniha kadar cevval ve dış dünyaya uyum sağlamış bir kadın değil. Seniha ülkenin altını üstüne getirirdi ama Münire pek narin. Narinlik de değil de lüzum görmez diyelim. Neyse sonunda eşinden de tam anlamıyla boşanınca bu haberi Cemil'e ulaştırmak ister Münire. Telgrafı gönderecekleri adresi bulurlar fakat acı bir haberle de karşılaşırlar. Cemil evlenmiş, iki de çocuğu vardır. Hikaye aslında burada bitmiştir. Aşkı burada soğur Münire'nin. Ah Münire... Cemil hayatına devam etti de bir sen kaldın olduğun yerde kızım. O kabullendi ayrılığı. Hayatına devam etti. Ha etsin elbette. Bir şekilde devam edecek zaten o hayat. Yaşanabilir kılmaya bakmak lazım. Ama işte olan geride kalana oluyor. Münire yıkılıyor tabi ki. Aşktan yana çok talihsiz bir hayat yaşadıktan sonra iç dünyasına yöneliyor. Bir Bektaşi tekkesinde buluyor kendini. Yine Yakup Kadri detayıdır bu tekke. IV. KISIM: SON KEZ “O ŞARKI" Burada bir nefes dinler Münire: “Uzak sanıp bağırma / O sendedir çağırma.” Bu nefes onda yıllardır küllenmiş bir hissi alevlendirir, Cemil'in gençken ona söylediği o şarkıyı... Günlerini burada geçirirken ne olur dersiniz? Evet, bir gün biri o saz aleminde “o şarkıyı” söyler. Başta farkında olmaz Münire fakat sonra sesin tınısında Cemil' bulur. Neredeyse tanıyamayacak olsa da bulur. Haksız da sayılmaz. Cemil çok değişmiştir, çökmüştür, yaşlanmıştır. Karşı karşıya gelirler Cemil ile. Fakat Cemil tam bir şey diyecekken sözünü keser, yolları sonsuza dek ayrılır. “Ne söyleyecekti acaba, Cemil Bey? Bana ne söylemek istemişti? O günden sonra kendisini hiç görmedim ki, bileyim. Hem bilsem de ne olacaktı? Meselâ Cemil Bey: ‘Münire Hanım, Münire Hanım" hitabını ‘Ben sizi hâlâ seviyorum’ sözleriyle tamamlasaydı hüznüme hüzün katmaktan başka neye yarayacaktı? Zavallı Cemil Bey’e daha ziyade acıyacaktım. Onu, üstelik, belki de gülünç bulacaktım; onu ve kendimi... Bir aşkın, bir uzun aşkın böyle bir hayal sükutu ile bittiği nerede, ne zaman, hangi romanda görülmüştü.” Sorgulamaya başlar baş kahramanımız. Bu sorgulama ona hayal ve hakikat arasında mekik dokutur. Hayatının nasıl harcanıp gittiği ile yüzleşir. Münire de yaşlanmıştı artık elbette. Ne mutlu bir evlilik yaşadı ne aşkına kavuştu ne anneliği tattı ne de yıllar sonra gördüğü eski aşkı bıraktığı gibiydi. Beyhude bir ömür. Bunun farkında olmak ise ne acı, ne ağır... “Asıl en fecii, bu, önümdeki boşluk değil, hayır, asıl arkamdaki boşluk! Sanki, onu hiç sevmemişim, onunla hiç sevişmemişiz gibi geliyor bana.”
Hep O Şarkı
Hep O ŞarkıYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 20183,342 okunma
·
237 views
beliz ♡ okurunun profil resmi
oh sonunda yazdim, bitirdim!!!
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.