Osman Aysu kitaplarının müdavimleri okuyacakları eserin onları güzel bir yolculuğa çıkaracağını iyi bilirler.
Bu eseri de diğer kitaplarında olduğu gibi okuru yine yanıltmıyor.
İkinci dünya harbinin tüm şiddetiyle devam ettiği 1940'lı yıllara gittiğimiz bu yolculukta yeni kişiler ve onların etrafında cereyan eden olaylar kitabın bütününü oluşturuyor.
Klâsik Osman Aysu cümlelerinden aşina olduğumuz Arapça ve Farsça kökenli kelimelere bu eserinde de yine bir çok satırda vakıf oluyoruz.
Gelelim Osman Bey'in iki seriden oluşan kitabına giriş yaptığım ilk kitabın içeriğinde okuru ne beklediğine.
Yazar iki ailenin yaşantısını ele almış. Bir şekilde bu ailelerin geçmişte olan bağlantıları onları bir kez daha bir araya getiriyor.
Harp yıllarının verdiği sıkıntıların başında gelen yoksulluk fakir fukarayı vururken bu durumdan asla etkilenmeyen zenginliğini her daim muhafaza eden tüccar bir ailenin etrafında dönen olayları anlatırken bir taraftanda Türkiye 'de savaşın ekonomiye olan büyük etkisini ve hükümetin izlediği politikayı da bir çok yer de yazar dile getiriyor.
Saltanatın ve paranın eksik olmadığı bir ailenin yavaş yavaş çöküşünün yanında hayatlarını zor şartlar altında idame ettiren diğer ailenin zirveye doğru yaptıkları yolculuk yeşilçam tadında bir solukta okunduğunu da göreceksiniz.
İçinde gözü para hırsı bürümüş metresli, sokakların meczubu deli saraylısı, hikâye ve şiir sevenli, edebiyata düşkünü derken bir de zengin bir aile babasının acizliği.. (mi?)
Bir başka deyişle tüm malını başka bir kadının ayaklarına sermeye hazır olduğu kaçamakları derken tehlike sinyallerinin yanıp söndüğü 'Mor Salkımlı Köşk' kitabı;
'BİRİNCİ KİTABIN SONU'
yazısıyla bitiyor.
İlk kitapta bence okur açısından yarım kalan, öyle merak edilecek bir mesele kalmamış Hepsi de bir sonuca bağlanmış. İkinci kitapta yazar hangi mevzulardan giriş yaparak hikâyesine yön verecek diye onu merak edeceğiz gibi geliyor.
Bana göre ise; okuru merak içinde bırakacak bir son kalmadı . Kitapta ki karekterler nasıl yaşadılarsa o şekilde de hayatlarına yön verecek şanslarını da belirlediler bence.
Aysu'nun ilk tarihi romanı olma ünvanına sahip 'Mor Salkımlı Köşk' kitabı başta da belirttiğim gibi savaş yıllarında geçiyor.
Her şey iyi hoşta neden Aysu kırk - kırk beş yaşında ki bir kadından bahsederken her satırda yaşlı kadın tabirini kullandı ki? Oldu olacak nuranî görünümlü ihtiyar da desin olsun bitsin derken dakikasına karşıma çıkan satırlarla sarsılınca artık 1940 yıllarında yaşamadığıma sevineyim mi bilemedim.Şayet o dönemler de kırklı yaşlarımda bulunmuş olsaydım nur yüzlü bir ihtiyar olarak köşemde sessiz sakin oturuyor mu olacaktım yoksa bu özellik sadece kitapta yer alan bir karektere mi özeldi diye kendimi teselli ederken buldum.
Yani verdiğim sonuç tabii ki ikinci seçenek olmalı değil mi sevgili okurlar.
Siz en iyisi hep olmak istediğiniz yaşta kalın değerli kitapsever dostlarım.