Gönderi

184 syf.
·
Not rated
BİZ HİÇ ÇOCUK OLAMADIK TANRIM
Jose Mauro de Vasconcelos (d. 26 Şubat 1920 - ö. 24 Temmuz 1984) Brezilyalı yazar. Yazar José Mauro de Vasconcelos, 1920 de Brezilya'da Rio doğdu. Yarı Kızılderili yarı Portekizli, yoksul bir ailede doğan Vasconcelos iki ayrı kültürün de izlerini taşır. Tıp eğitimine başlayıp yarıda bırakmıştır. Bunun yerine tarım ve balıkçılıkla uğraşmıştır. Bu durum, ona yazdığı roman ve hikâyeler için önemli kaynak sağlamıştır. Genellikle romanlarında, roman karakterlerinin yaşamlarında ki zorlu yaşam koşullarını, yoksulluğu ve şiddeti tüm çıplaklığıyla anlatır; ama özellikle Şeker Portakalı ile onun devamı olan Güneşi Uyandıralım ve Delifişek gibi bazı romanlarında bu durum daha öne çıkmaktadır. José Mauro de Vasconcelos'un yazdığı ilk eseri Yaban Muzu (1942)'dur. Beyaz Toprak (1945) isimli eseri en çok beğenilen eserleri arasındadır. Yazarı dünya çapında tanıtan eseri Zéze'nin maceralarını anlatan üçleme romanın ilk kitabı olan Şeker Portakalı olmuştur. Bu romanı 12 günde yazdığını belirten yazar, eserine duyduğu sevgiyi Ama onu 20 yıldan fazla taşıdım yüreğimde sözüyle özetlemiştir. Eserin özgün adı O Meu Pé de Laranja Lima'dır (1968). 24 Temmuz 1984'te hayatını kaybetmiştir. Bunları söyleyen yüreğim olmalıydı. Kitabımızın kahramanları Zeze, şeker portakalı Minguinho ve Portuga.. Yazar hikayeyi tek bir kahramanın ağzından anlatıyor fakat siz hikayeyi bütün kahramanların yüreğinden okuyabiliyorsunuz. Zeze küçük bir çocuk olarak karşımıza çıksa da bulunduğu hayat her yaşın içinde bulunacağı bir yaşam. Yoksul bir aile. Madden ve manen. İradesiz bir şekilde alabildiğine bencil insanların bir araya gelmesi ile oluşmuş bir çekirdek. Tanrı’dan Umut kesebilecek kadar acılı ve yorgun bir yürek.. Hiçbir şey beklemiyorum, böylece hayal kırıklığına uğramıyorum. Zeze çevresine bakarak ve insanların karakterini çözümleyerek Tanrı’nın iyi insanlara neden yardım etmediğini sorguluyor. Yaşımız büyük olup böyle şeyleri söylediğimizde daha hırçınca bakılacak cümlelere bir çocuğun kelimelerinde duyduğunuzda buruk bir merhamet ve acıma duyuluyor, Tanrı’nın yardım etmediği bütün insanlar için.. Noel günüydü. Birkaç havai fişek atıldı Tanrı başkalarının mutluluğunu görsün diye.. Fakir olmanın ve çocuk olarak herşeye sahip olan çocukları görüp, kendi sahip olmadığın her şeyi yaşarken anlayamayan Zeze ve çevresinde bu acıyı hisseden yüzler. 20’li yaşlara gelip bisiklet sürmeyi bilmemek can yakar. Bu bölümleri okurken yazarın kaleminin güzelliğinden osla gerek sizde aynı şefkati hissediyor ve duygulanıyorsunuz. Canını acıttığını düşündüğü babası için ona göre en büyük şeyi yapmıştı. Çalışmış ve en güzel sigarayı almıştı. Ve tüm bunların karşılığını da. Babam kollarını açıp beni şefkatle kucağına aldı. Her şey karşılığını bulmuştu sanki. Yeni bir ev. Yeni bir hayat ve sade ümitler, sadece ümitler. Yaramaz zeze. Verdiği acıya rağmen hazlarından, oyunlarından vazgeçmeyen. Hep söylemişimdir ne güzel şey şu ağaçlar. İnsanın ruhuna dokunuyor, sarıp sarmalıyor,hiç bırakmıyor.Tıpkı bir sevgili gibi... Kahramanımız Zeze’nin sevgili dostu Minguinho. Bir anı günlüğü vazifesi görüyor onun için. Tek fark konuşuyor olması. Dünya Tanrı’nın değil mi? Öyleyse dünyadaki her şey Tanrı’nın. Çiçeklerde.. (Yumuşacık bir yüreğin var Zeze.) Tam anlamı ile hayatı yaşamak nedir cevabını veriyordu sanki kahramanımız. İçinizden hayat bu ise ben yaşıyor muyum gerçekten diye sorular sorabilirsiniz, aldırmayın. Hayat o ve siz yaşamıyorsunuz :). ..bana öyle büyük bir şefkat gösteriyordu ki galiba sırf onu hayal kırıklığına uğratmamak için uslu duruyordum. Çocuk düşmanlığı da ancak ona şefkat gösterilene kadar sürüyordu. Zeze Portekizli düşmanı için şöyle diyordu; bana öyle sıkı sarılıyorduki hissettiğim acının birazını kendine aktarıyor gibiydi. Bir tarafta sevgi ve şefkatin verdiği aydınlığı öğreniyorum Zeze. Bir tarafta merhametsizliğini acı tokatını yiyordu. Bir taraftan ruhunu öldüren bir aile var iken diğer tarafta ruhuna tohum eken bir baba veya her ne isim verirseniz. Canım hiçbir şey istemiyordu. Ayaklarımdan tutup ruhumu çekip almışlardı sanki. Ve dünyada en sevdiği insandı artık Portekizli. Minguinho bilmelisin ki kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar Günler hiç acelesiz geçip gitmekteydi.. Portuga senin yanında iken kalbim güneş gibi parlıyor biliyor musun? Pek çoğumuzun kulaklarını korkunç yüksek tınılarla doldurulan şefkatsizlik. Zezenin babası, annesi ve ablaları. Dişini kıracak kadar dayak atmaları. Kemerle korkunç işkenceler.. anne baba olmanın biyolojik bir gerçek olmayacak kadar kutsal bir şey olduğunu alenen gösteren gerçeklerdi bu olanlar. Anneciğim keşke hiç doğmasaymışım balonum gibi olsaymışım.. İnsanın hayatı pahasına koruduğu şeyleri avuç içlerinden alırsanız artık ellerini kapatacak güveni bulanmazlar kendilerinde. Korkarlar, cesaret edemezler. Ya ellerime yeni değerli şeyler biriktirirsem ve kaybedersem. Bunca şeyi taşıyacak omuzlarım yokki. Peki ya o omzu yaslayacak bir sırt. Hani şu en değerli şeylerimi elimden alan omuz mu? İşte tam da o. Zeze o küçücük bedeni ve kocaman ruhu ile böyle bir karanlık yaşıyordu.Tek fark o karanlık yıldızlı bir gece değil zifirdi. Ve evdeki tek şefkatli el. Gloria. Hayallerin neler Zeze? -Artık yoklar. Uzaklara gittiler... Bir çocuğun kalbi. En büyük intikamını almak için öldürmek. Kalbinde öldürmek. Bir çoğumuzun gücünün yetmediği bu ölüm şekli Zeze için tek güç yetirdiği şeydi. Babamı kalbimde öldüreceğim.. Kitabı okudukça hayretim daha da arttı. Daha 5 yaşında bile olan bir çocuğun intiharı düşünüp kafa yorup karara varması!! Portugo bana sımsıkı sarıldı ve Sonra Hepsi geçecek dedi.. Hepsi geçecek! Ah fakirlik. Her şeyi yani her ne varsa sevdiren o fakirlik. Başka seçeneğin olmaz farklı duygularla karşılaştırmak için. İşte Zeze ve ailesi böyle bir fakirlikle yaşamaya çalışıyorlardı. Yaşamak değil belki sürüklenmek. Kendini akıntıya kaptırmadan sıkı sıkı tutunarak sürükleniyorlardı. Her şeyi güzelleştiren şey göğsümde pırpır eden yüreğimdi İnsan babasını doğmadan önce seçemiyor ama ben seçebilseydim seni seçerdim Portuga O iyilik dolu şişman yanaklarından öptüm Seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre boyunca hiç durmadan konuşmak isterdim Ve korkunç bir haber!! Ayaklarınızın altından yeryüzünü çekip alıyorlar sanki. Öylece kalakalır dilinizde tek kelime; Ben yalnızca gökyüzüne girmek istiyordum. Acı neydi öğrenmişti Zeze. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi Bir şeylere inanmaya hazır olmadıkça, her şeye baştan başlamak çok zordu. Son itiraf; Biz hiç çocuk olamadık Tanrım.
Şeker Portakalı
Şeker PortakalıJosé Mauro de Vasconcelos · Can Yayınları · 2022231.6k okunma
·
89 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.